“Çok güzelsin, gitme dur”

Mutluluk nedir? Mutsuzluk nedir? Bu soruların yanıtları adamına, yaşına, çevresine, coğrafi bölgesine, yerine, zamanına hatta gününe, saatine göre değişebiliyor.  Playboy Aclan Bey, Avrupa‘ya çıkış kısıtlandığından beri, kendini dünyanın en mutsuz..

“Çok güzelsin, gitme dur”
Yayınlanma: Güncelleme: 107 okuma

Mutluluk nedir? Mutsuzluk nedir? Bu soruların yanıtları adamına, yaşına, çevresine, coğrafi bölgesine, yerine, zamanına hatta gününe, saatine göre değişebiliyor. 

Playboy Aclan Bey, Avrupa‘ya çıkış kısıtlandığından beri, kendini dünyanın en mutsuz insanlarından biri sayabilir. Jet sosyetesinden Aylin Hanım, Pierre Cardin‘e yaptırdığı yeni tuvaletinin bir eşini arkadaşı Fisko Füsun‘da görünce kahrından kendi kendini yiyebilir. Hiç gülmeyin. Mutluluğun mutsuzluğun göreceliği, mantık ölçülerine vurulamaz. Bu iki yaratık, bir bakıma belki de borç harç içinde beş nüfuslu ailesini geçindirmeye uğraşan, Tanrının günü beklediği kuyruklarda sıra kendine yaklaşınca sevinen dar gelirli Suduri Bey’den daha da mutsuzdurlar. Çünkü birincilerin yaşam çizgisinde beklenmedik bir aksilik olmuştur. Oysa beriki zaten kanıksadığı cefakâr bir yaşamı kabullenmiş, sürdürüp götürmektedir. Mutluluk insanoğlu için muhakkak ki bir gereksinmedir. Sade psikolojik değil, fizyolojik olarak da bir gereksinme. Sağlığı için arada bir sevinmesi, umutlanması gerektir. Bunun için herkes kendi dünyasına, yaratılışına göre, bazı mutluluk tutamakları arar, bulur. Bulamadığı ya da bulup elinden kaçırdığı olunca, kendini mutsuz sayar. Kimi maçta numaralı tribünün en önünde yer bulunca dünyalar onun olur. Kimi Türk parası düşmeden akıl edip on liradan mark satın aldığı için aklı ile övünüp sevinir. Kiminin başbakanlığını, kiminin de terliğinin tekini kaybettiği için hayatı kararır. Kimi mutluluğu attığı golde, aldığı primde, kırdığı rekorda bulur. Kimi verdiği konserle aldığı alkışla mutlu olur. Kimi için mutlu olmak, sağlıklı olmakla başlar, kimi bunun da üstüne bol para ister, şan şeref ister. Kimi nisbetçidir, mutluluğunun derecesini ille dostların haset dolu bakışlarında ölçmeden edemez. Kimi de hain yaratılışlıdır, ille birini mutsuz etmeden mutluluğa varamaz. 

Herkesin gönlünde bir aslan yattığı gibi yine, herkesin kafasında olmayı kuruntuladığı bir kişilik vardır. Belli örneklere özenir insan. Bunlara yaklaştığını sandığı zaman mutlu, ondan uzaklaştığı zaman da mutsuz olur. “Ben biriyim” diye önce kendini, sonra da çevresini kandırmak zorunluğunu duyar. Kendini kandıramasa bile çevresini kandırmaya çalışır. Hasılı herkesin kendine özgü bir mutluluk kavramı vardır. 

Sizce mutluluk nedir?” diye soran bir anketi, on beş yıl önce şöyle yanıtlamışım: Mutluluk insanın içini ısıtan, ışıklandıran bir şeydir. “İyi ki yaşıyorum” dedirten şeydir. Kanının iyi dolaştığını, kalbinin gümbür gümbür attığını, yoğun olarak yaşadığını hissettiren şeydir. Mesela, bir temmuz öğlesi dalgalanan başak tarlaları, yağmurdan sonra taze çimenlerin kokusu, üstünde çiğ damlası ile sabaha bakan bir gonca. Mutluluk desti kokan bir bardak sudur. Bir kadının güneşten yanmış kolunun üstündeki altın sarısı ayva tüyleri… Sonra gök kubbe, yıldızlar, sahilin hışırtısı. Bir çocuğun sevinci. Bir yaşlının gülüşü. Mutluluk, mesela, özgürlüktür. Özlü bir şey okuyup yüce insanlarla bir ortaklık kurmaktır. Mesela, gelişmektir, oluşmaktır, sevişmektir. Ağır ağır bir dağa tırmanıp yükseldikçe, bir vakitler bir şey sanılmış tepeciklerin arkasındaki boşluğu farketmektir. Daha ne diyeyim, mutluluk gecenin ucundaki ilk maviliği, bir vapur güvertesinden seyretmektir. Mutluluk Bach dinleyebilmektir. 

Politika İnsanca Olabilir mi?

Belki aynı soru bana bugün yöneltilse yanıtım aynı olmayacaktı. O çağımda mutlu olmak için, demek, bazı gerekçeler gerekli imiş. Çamurlu bir yolda taştan taşa atlayarak giden bir yolcu gibi, böyle mutluluk adacıklarına bel bağlarmışım. Şimdi artık olgun yaşta, yol oldukça kısalınca insan bulduğunla yetinmek, mihneti kendine zevk edinmek, her şeyden iyi kötü bir mutluluk ya da mutluluk ersatzı çıkarmak hünerine yaklaşıyor. 

Ve anlıyor ki, mutlu olmak mutluluğa elverişli ruhsal bir durum sahibi olmaktan başka bir şey değildir. Bu eğilim, istenince edinilebilir. Bu eğilimi bir kere yerleştirince her şeyin bir mutlu yanını mıknatıs gibi bulur çıkarırsınız. Bu çeşit bir mutluluğa açık ruhsal durum benimsenince mutluluk sürekli olur. Belki iddialı değil, alçakgönüllü her fırsat bile böyle bir zeminde hemen yeşerir. Aslında en arı mutluluk hiçbir dış neden yokken duyulan mutluluktur. 

Böyle bir mutluluk, insanın hücrelerine sinen güftesiz bir şarkıya benzer. Ama yine de eksiktir. 

Televizyonda gördüğümüz Kung-Fu figürü, Uzakdoğu bilgeliğinin ürünü, böyle alçakgönüllü ama sürekli bir dengenin örneğidir. Bir lokma bir hırka ile yetinen, bağıntısız, bağlantısız tek başına yaşayan, durmadan yer değiştiren, çeşitli insanlara sevecen gözlerle bakan, düşmanlarına ve kötü kişilere kin tutmadan karşı koyan, onlarla kan dökmeden savaşan, sonra da iyiliğine karşılık beklemeden başka bir köye, başka bir çevreye doğru uzaklaşan bir ermiş. Ne var ki, Kung-Fu‘nun hocasından öğrenip benimsediği bu bireysel mutluluk ne kadar yüce, ne kadar zor edinilmiş olursa olsun, yine de eksiktir. 

Amerika‘nın hoyrat tüketim toplumunda elbet yüzyılların imbiğinden geçmiş bu Uzakdoğu bilgeliği figürünün çarpıcı ve düşündürücü bir niteliği vardır. Elbet kafa ve vücut yeteneklerinin tam bir uyum içinde birleştiği bu genç ermiş yepyeni çeşnide bir jön tipi yaratmaktadır. Ama, onun bireysel mutluluğu da her bireysel şey gibi biraz lükstür. Alçakgönüllülüğüne, sevecenliğine karşın, yine de içe dönük ve bencildir. 

İmaj Üzerine

Mutluluk önerileri içinde galiba en iyi reçeteyi yazan Goethe olmuş. Hep bilirsiniz. Mephisto ile bahse tutuşan Faust, şeytanın bütün tuzaklarına karşı koymayı bilmiştir. Sırasıyla bilimin, şehvetin, güzelliğin, egemenliğin verebileceği zevkleri ölçüsüz bir şekilde tatmış ama hiçbirine “Çok güzelsin, gitme dur” dememekte direnmiş olan Faust, yaşamının sonunda, oluşmasının son doruğunda, insan sevgisinde karar kılmıştır. Bireysel mutlulukların hepsine sırt çevirebilmesine karşın, özverici mutluluk karşısında kendini tatmin eden biricik mutluluğu bulup, “Çok güzelsin, gitme dur” diye haykırmaktan kendini alamamıştır. Söz konusu an bir bataklığın kurutulmasına, böylece milyonlarca insana sağlıkları için, hür ve faal yaşamaları için yeni alanlar kazandırma işine önayak olduğu andır. Kendini topluma adadığı ve bunun için somut bir eyleme geçtiği andır. 

Faust’un örneğine kulak ve gönül verelim. Hele geri kalmış bir ülkede o kadar çok kurutulacak bataklık var ki. Böyle bir ülkede Playboy Aclan Beyin, jet sosyetesinden Aylin Hanımın mutluluk müsveddeleri ve de hatta Kung-Fu‘nun, bilgesel de olsa, bireysel mutlulukları özenilecek örnekler olamaz. 

Çok güzelsin, gitme dur” lafını kardeşçe bir çabanın temel harcına katmak hem çok güzel, hem de zor. Marifet zoru seçmek. Yoksa her önüne çıkana, “Çok güzelsin, gitme dur” demek değil. 

5 Mart 1978 

Haldun Taner

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.