“Sanat nedir?” sorusuna verilen ilk cevap (hiç değilse Batı’da) sanatı bir yansıtma, benzetme, ya da taklit olarak görme eğilimindeydi. Sanat eserlerinde gördüğümüz, doğadır, insandır, hayattır ve sanatçı eserinde bize bunları..
“Sanat nedir?” sorusuna verilen ilk cevap (hiç değilse Batı’da) sanatı bir yansıtma, benzetme, ya da taklit olarak görme eğilimindeydi. Sanat eserlerinde gördüğümüz, doğadır, insandır, hayattır ve sanatçı eserinde bize bunları yansıtır; bir ayna tutar dünyaya sanki. Platon‘un Devlet [1] diyaloğunda Sokrates, Glaukon‘a ressamın yaptığı işi anlatmağa çalışırken “İstersen bir ayna al eline, dört bir yana tut. Bir anda yaptın gitti güneşi, yıldızları, dünyayı, kendini, evin bütün eşyasını, bitkileri, bütün canlı varlıkları” diyerek, ressamın yaptığı işin dünyaya bir ayna tutmak olduğunu söyler ve biraz aşağıda şairin de ressamdan farklı olmadığını belirtir: “Tragedya şairinin de yaptığı bu değil mi? Benzetme değil mi onun yaptığı da?”[2]
Sanatı bir yansıtma olarak görmek yüzyıllar boyu devam etmiş ve zamanımıza kadar gelmiş bir kuramdır. Bu görüşü savunanların sık sık başvurduğu ‘ayna‘ benzetmesi de düşüncelerine ışık tutan açıklayıcı bir benzetmedir. Lucas de Heere, on altıncı yüzyılda Van Dyck‘ın resimlerini överken diyor ki: “Bunlar ayna, evet resim değil ayna bunlar“. [3] Leonardo da Vinci de resimle ayna arasındaki benzeyişe işaret eder:
“Eğer yaptığınız resmin, doğada konu olarak seçtiğiniz nesnelere tam benzeyip benzemediğini anlamak istiyorsanız bir ayna alın ve bu nesnelerin orada nasıl yansıdığına bakarak aynada gördüğünüzü resminizle karşılaştırın.” [4]
Sanat eserini aynaya benzetmek yalnız resim sanatı için söz konusu değildi; Sokrates‘in dediği gibi şairin yaptığı da bir yansıtmaydı. Yunan şairi Simonides‘in “Resim sessiz bir şiir, şiir konuşan bir resimdir” sözü de, eleştiri tarihinde sık sık rastladığımız bir fikri dile getirir. Ayna benzetmesini on sekizinci yüzyılda Dr. Johnson edebiyat için kullanır ve Shakespeare‘i överken, okura hayatı doğrulukla yansıtan bir ayna tuttuğunu söyler.[5] Daha zamanımıza yaklaşırsak başka örnekler de bulabiliriz. Stendhal, Kırmızı ve Siyah‘da aynaya benzetir romanı: “Yol boyunca gezdirilen bir aynadır roman” (Bölüm 13). Marksist Plehanov için de “Edebiyat ve sanat hayatın aynasıdır.”[6] Bizde de, örneğin, Recaizade Ekrem, Araba Sevdası‘na yazdığı önsöz’de, hikâye ve romanın “birer ibret aynası” olduğunu söyler.
Bütün bu sanatçıların, eleştiricilerin ve düşünürlerin paylaştıkları bir anlayış, sanatın en önemli özelliğinin doğayı insanı, hayatı, kısaca gerçekliği yansıtmak olduğudur. Sanat ile gerçeklik arasında daima bir ilişki bulmakta ısrar edilmesine şaşmamak gerekir, çünkü ne de olsa sanatla insan, doğa ve hayat arasında sıkı bağlar vardır. Gelgelelim nasıl bir gerçekliği yansıtır sanatçı? Gerçeklik nedir? Bu sorulara verilen cevaplar farklıdır. Yansıtılan gerçeklik kavramı yazar, düşünür ya da estetikçiler için başka başka anlamlar taşımıştır elbet. Bundan ötürü bu öğretiyi açıklamak bir bakıma, gerçeklik kavramına verilen anlamları belirtmektir. Genellikle ‘gerçekliği yansıtma‘ deyince belli başlı üç görüşle karşılaştığımızı söyliyebiliriz. Birincisi sanatın görüngüyü olduğu gibi (yüzey gerçekliği) yansıttığı düşüncesidir. İkincisi genel’i (tümeli) ya da özü yansıttığını söyler. Nihayet sonuncusu da sanatın ideal olanı yansıttığına inanır. Ama ortaya atılan yansıtma kuramlarını iki döneme ayırmak doğru olur, çünkü on sekizinci yüzyılın ortalarına kadar ileri sürülenler aynı geleneğin çizgisi üzerine yerleştirilebilir ve daha çok Aristoteles‘in çeşitli yorumları olarak ele alınabilirler. Ondokuzuncu yüzyıldan bu yana ise yansıtma kuramı biraz daha başka bir kılık altında ve doğrudan doğruya Aristoteles’den hareket etmeksizin ileri sürülmüştür. Bundan ötürü, ilk önce on sekizinci yüzyılın ortalarına kadar olan dönemde yansıtma kuramının belli başlı üç şeklini inceleyelim.
Sanatçının şu gördüğümüz dünyayı, buradaki nesneleri, insanları, elinden geldiğince onlara sadık kalarak yansıttığına ya da yansıtması gerektiğine inanır bu kuram. Doğalcı olan bu anlayışa göre, sanatçı bize hayatı, ya da hayatın bir parçasını, bir yönünü, bir kesitini olduğu gibi sunar. Yüzeysel bir gerçekliğin kopyasıdır eser. Bu basit yansıtma (benzetme) anlayışının Eski Yunan‘da yaygın olduğu anlaşılıyor. Hepimizin bildiği hikâyeler vardır bu konuda. İ.Ö. V. yüzyılın sonlarında resimleriyle ün salmış olan Zeuxis, elinde üzüm tutan bir çocuğun resmini yapmış ve üzümler öylesine gerçek gibi duruyorlarmış ki kuşlar gelip yemeye kalkışmışlar. Bundan dolayı övüldüğü zaman, Zeuxis, üzülerek, “çocuğun resmini daha iyi yapabilseydim kuşlar ondan korkardı” demiş. Aynı çağda yaşayan Parrhasios‘un yaptığı bir perde resmiyle rakibi Zeuxis‘i aldattığı ve gerçek perde sandırdığı bilinen hikâyelerdendir yine.
Resmin de edebiyatın da, özü ya da ideali değil de görüngü dünyasını (duyular dünyasını) yansıttığı inancında olduğu için, Platon‘u birçok bakımlardan bu kuramın temsilcisi olarak inceleyebiliriz.
Sanatla ilgili sorunlara ilk kez ciddiyetle eğilen Platon‘un sanat kuramı tutarlı bir sistem değildi. Ion, Şölen, Devlet, Phaidros, Sofist, Kratylos ve Kanunlar gibi diyaloglarında sanat hakkında bazen birbirini tutmayan fikirlere rastlamamızın bir nedeni de, herhalde Platon‘un fikirlerini zamanla değiştirmiş olmasıdır. Ne ki biz burada edebiyat ile ilgili görüşlerini inceleyeceğimizden tartışmalara sebep olmuş, müzik, heykel, mimari ile güzellik arasındaki bağlara değinen bazı sorunları bir yana bırakacağız. Bizi ilgilendiren edebiyat olduğu içindir ki bu kitapta Platon‘un kuramını, yansıtılanın görüngü dünyası olduğunu ileri süren bir kuram olarak inceliyoruz. Eğer Platon‘un estetiğinin bütünü söz konusu olsaydı, bu kuramdan ayrıldığı yerler üzerinde durmamız gerekirdi. Platon‘un görüşlerini incelerken başlıca iki ana soruya eğileceğiz:
1)Edebiyatın özü nedir?
2)Edebiyatın etkisi nedir?
Platon‘un bu sorulara verdiği cevapları araştırmadan önce felsefesinin temel düşüncesini hatırlamalıyız. Platon göreceliğe (relativism) inanmış Sofistlerin aksine kesin bilgiye susamış bir adamdı. Değişmeyen, insandan bağımsız, mükemmel bir gerçekliğin varlığını kanıtlamaya çalıştı. Böylece, durmadan değişen duyu dünyasına karşılık, ancak düşünce ile kavranabilen değişmez bir idea‘lar (form’lar) dünyasına inandı. Bilindiği gibi Platon‘un felsefesinde asıl gerçeklik, duyularla değil de zihinle kavranabilen idea‘lar (form❜lar) dünyasıdır. Bizim gördüğümüz, beş duyumuzla algıladığımız şu maddesel dünya, ağaçları, denizleri, insanları, hayvanları, evleriyle ancak bir kopyadan (mimesis’den) ibarettir. Bunlardan her birinin bir ideası vardır ki asıl gerçek olan odur. Durmadan değişen, daima oluş halinde bulunan duyu dünyası hakkında sağlam ve kesin bir bilgiden söz edemeyiz. Gerçek bilgi değişmeyen ideaların bilgisidir ve bundan ötürü filozof da ancak aklın objesi olabilen idealar dünyasını kendine bilgi konusu olarak seçer.
Kendisi bir taklit, (yansıtma) (mimesis) olan bu duyular dünyasının bir kısmı (unsurlar, hayvanlar, bitkiler, insanlar vb.) Tanrı tarafından, bir kısmı ise (binalar, âletler, eşyalar vb.) insanlar tarafından meydana getirilmiştir. Ama gerçeklik derecesi bir kopyanınkinden de aşağı olan şeyler vardır. Tanrının eserleri arasında yalnız doğal nesneler yoktur, bir de bunların yansıları vardır: Parlak yüzeylerde (örneğin suda) nesnelerin yansımaları gibi. Bunlara Platon eidola (görüntü, image) diyor. Eidola’ların gerçeklik derecesi büsbütün azdır. Duyular dünyasının kendisi ideaların bir kopyası olduğu için gerçeklikten bir derece uzaklaşmıştır zaten, eidola’lar ise duyular dünyasındaki nesnelerin kopyaları olduğu için ideaların kopyasının kopyasıdır.
Sanata gelince, resim de şiir de eidola‘lar gibi duyular dünyasındaki nesnelerin, insanların yansılarıdır. Bundan ötürü Platon sanatın yansıtma (mimesis) olduğunu söyler. Mimesis, Platon‘u Batı dillerine çevirenleri ve Platon‘u inceleyen felsefecileri çok uğraştırmış olan bir sözcüktür. Türkçede de tam karşılığını bulmak imkânsız, çünkü Platon‘da bu sözcüğün tam ve kesin bir anlamı yok. Kullanıldığı yere göre anlam bazen genişler bazen daralır ve Türkçede bunların hepsini aynı sözcükle karşılayamayız. Biz burada mimesis‘e karşılık, yetersiz olduğunu bile bile yansıtma‘ sözcüğünü kullandık[7], çünkü bizi ilgilendiren özellikle edebiyattır ve edebiyat eserinde dünyanın, insanların, hayatın yansımasından söz etmek ‘taklit‘den daha uygun göründü bize.
Neyi yansıtır sanatçı? Yine Devlet diyaloğuna dönerek ressamın ve şairin yaptığı işi Platon‘un nasıl anladığına bakalım. Sokrates‘in Glaukon ile konuşması şöyledir:
-… İstersen bir ayna al eline, dört bir yana tut. Bir anda yaptın gitti güneşi, yıldızları, dünyayı, kendini, evin bütün eşyasını, bitkileri, bütün canlı varlıkları.
–Evet, görünürde varlıklar yaratmış olurum, ama hiçbir gerçekliği olmaz bunların.
–İyi ya, tam üstüne bastın işte düşüncemin; çünkü bu türlü varlık yaratan ustalar arasına ressamı da koyabiliriz, değil mi?
–Koyabiliriz tabii.
–Yaptığı şeyin gerçekliği yoktur diyeceksin, ama ressamın yaptığı sedir de bir çeşit sedir değil midir?
–Evet görünüşte bir sedir onunki de.
–Ya dülgerin yaptığı? Biraz önce demiştin ki dülger sedir ideasını, yani bizce aslını, özünü yapmaz, bir çeşidini yapar.
–Sedirin aslını yapmadığına göre, gerçeğini değil, gerçeğine benzeyen bir örneğini yapmış olur. (596e, 597a).
Böylece gerçeklik dereceleri gittikçe azalan üç sedir gelir meydana. birincisi sedir ideası (Platon bu diyalogda bunun Tanrı tarafından yapıldığını söylüyor), ikincisi onu taklit eden dülgerin ya da marangozun yaptığı sedir; üçüncüsü ise marangozunkini kopya eden ressamın yaptığı sedir. Yani kopyanın kopyası. Edebiyat için de durum aynı.
-“Tragedya şairinin de yaptığı bu değil mi? Benzetme değil mi onun da yaptığı? O da kuraldan, yani doğrudan, üç sıra aşağıdadır öyleyse, bütün benzetmeciler gibi” (597c).
Ressamın renklerle yaptığını şair sözcüklerle yaptığına ve şu gördüğümüz duyular dünyasını yansıttığına göre kopyanın kopyasını sunuyor demektir. Sanat eserleri gerçekliği yansıtmaz, bizi hakikate iletmez; tersine hakikatten uzaklaştırır bizi. Asıl gerçekliği değil de şu görünen yüzeysel gerçekliği yansıtan sanatçı hakikatten uzaklaşan bir adamdır. İnsanın amacı idea‘lara yönelmek olmalıdır, oysa sanatçı bizi ters yola götürüyor. Devlet‘in onuncu kitabında, işte bu açıdan sanata karşı çıkar Platon.
Şairin ya da yazarın, bize doğruları sunamamasının bir başka nedeni de, yazdığı şeyler hakkında yetkiyle konuşacak durumda olmamasıdır. Platon sanat sorununu incelerken edebiyatı daima felsefeye rakip gibi görmekte ve felsefeden çok aşağı olduğunu kanıtlamaya çabalamaktadır. Özellikle Homeros‘u Yunan‘da bir bilgi kaynağı sayan, nasıl davranılacağını onun öğütlerinden, verdiği örneklerden öğrenmek gerektiğine inananlar vardı. Eserleri eğitimde önemli rol oynardı. Platon bu inancı yıkmak ve edebiyatın bize gerçek bilgi sağlıyamıyacağı gibi ahlâk bakımından da zararlı olduğunu belirtmek ister.
Savaş, devleti yönetme, insanları eğitme, yetiştirme gibi önemli konularda Homeros’un ve diğer şairlerin, sanıldığı gibi kimseye yol göstermiş olmadıklarını; hiçbir devletin, düzeninde yaptığı değişikliği onlara borçlu olmadığını; Solon gibi kanunlar getirmediklerini; savaşların onların öğütleriyle kazanılmadığını; adam yetiştirmediklerini koyar ortaya. Zanaatkârların da ne yapmak istedikleri hakkında sahip oldukları bilgiden yoksundur sanatçılar, çünkü onlarıki gerçek bir sanat bile değildir; olsa olsa benzetmedir.[8]
Aynı konuyu İon‘da da ele alır Platon. Şairlerin kendilerine özgü bir bilgi alanı yoktur. Sözünü ettikleri şeyleri doğru olarak bilenler başkalarıdır. Nasıl araba sürüleceğini bilen arabacıdır; dalgalar arasında kalmış bir geminin kaptanı bilir ne yapılacağını. Böylece, lon‘da birbiri ardına, her türlü teknik alanda şairin yetkisiz olduğu öne sürülür. Her ne kadar bir ara lon, ozanın kendine özgü alanı olarak genel insan tabiatını göstermeğe yeltenirse de Sokrates meseleyi teknik ve bilimsel bilgiler tarafına sürükler. İon diyaloğunun esas konusu ise şairlerin nasıl yazdıklarıdır. Platon, Sokrates‘in ağzından ozan lon‘u sorguya çekerek şairin akla dayanmadığını, bir nevi vecd içinde, kendinden geçmiş olarak, ilhamla şiir yazdığını belirtir. Yazdığının anlamını kendi de bilmez. Platon, Ion‘da şairlerin bu özelliğini olumlu bir şey saymaz aslında. Alay etmektedir daha çok. Ama şunu da söylemek gerekir ki bu aklı aşma yeteneğini olumlu bir yöntem saydığı diyaloglar da vardır.
Platon‘un gerek Devlet ve gerekse lon‘da açıkladığı fikirlerine göre edebiyat öğretici olamaz, bize gerçekleri bildiremez; şairler de gerçek bilgiye sahip olmayan benzetmeci kişilerdir.
Edebiyatın etkileri sorununa gelince; Platon bunlar üzerinde uzunca durur. Esas amaç ideaları bilmek olduğuna ve güzellik ideası da önemli bir yer tuttuğuna göre insan bekler ki sanat eserindeki güzellik, güzellik ideasına (to kalon) bir basamak teşkil etsin. Oysa Platon bu noktayı geliştirmiyor. Yer yer sanatın güzelliğinden övgüyle söz ederse de bu daha çok mimari ve heykeltraşlık sanatları içindir. Güzellik nedir? sorusunu tam olarak cevaplandırmaz, ama genellikle orantı, ölçü, denge gibi özelliklerin güzelliği sağladığı inancındadır. Edebiyat ise bu açıdan ele alınmaz, topluma etkisi bakımından ele alınır. Zaten o çağlarda ‘sanat‘ ve ‘sanatçı‘ kavramları bugünkü anlamlarını taşımıyordu. Sanat eserinin güzelliği sayesinde estetik zevk uyandırması düşüncesi gelişmemişti. Gerçi insanoğlu ilkel çağlardaki mağara resimlerinden tutun da çeşitli çağlarda yaptığı eşyada, âletlerde, taş oymalarında, çömleklerde, kumaşlarda büyük bir sanat anlayışı, biçim endişeleri göstermiştir, ama bütün bu eserler belli bir işte kullanılmak üzere yapılırdı; salt güzelliğinden zevk alınacak bir sanat eseri kavramı henüz belirmemişti bile. Mısır sanatı üzerinde yetkiyle konuşanlar, Mısırlıların yarattıkları sanat eserleriyle sanat açısından ilgilenmediklerini söylüyorlar. Bunlar mezarlara konan, ya da insanları ölümsüz kılmak için yapılan şeylerdi. Eski Yunan‘da da sanat eserinin uyandırdığı estetik yaşantının, sanat eseri yaratmak için yeterli bir neden olabileceği düşüncesi henüz başlamamıştı.
Platon da edebiyatın toplumdaki rolünü ve yaptığı etkileri önemli bulur. Devlet‘in üçüncü kitabında gençlerin nasıl yetiştirileceğini ve eğitileceğini tartışırken şiirlerde ve masallarda zararlı etkiler yaratabilecek parçalar üzerinde durur. Tanrıların ve büyük kahramanların, onlara yakışmayacak davranışlarda bulunmaları, ağlayıp sızlanmaları, yalan söylemeleri, ahlâksızlık etmeleri; kötü insanların mutluluğa kavuşmaları gençlere fena örnek olur. Bu gibi parçalar eserlerden çıkartılmalıdır.
Platon eserlerde yer alan bu uygunsuz parçalardan başka bir de belli türlerin zararlı olduğu kanısındadır. Şiirleri, anlatım yöntemi bakımından üçe ayırır:
1)Şair söyleyeceklerini kendi ağzından söyler, anlatır. O çağdaki dithyramb‘lar bu türe örnektir.
2)Mimesis yöntemine dayanan eserler, yani tragedya ve komedya. Bunlarda şair, kendi ağzından konuşmaz, eserdeki kişilerin ağzından konuşur, onları taklit eder. Burada mimesis çok daha dar anlamda, başka birini temsil etme (impersonation) anlamında kullanılmaktadır.
3)İki yöntemin karışık olarak kullanıldığı destan (epos) türü. Bu kez şair kâh kendi anlatır öyküyü, kâh kişileri konuşturur.[9]
Son iki türü zararlı bulur Platon, çünkü bunlarda taklit işe karışmaktadır ve taklit edilen kişiler, çoğunlukla özenilecek kişiler değildir. Korkakları, sarhoşları, köleleri, delileri taklit ede ede taklit edilen şeye alışılır. “Bu alışkanlık da bedeni, konuşmayı, görüşleri değiştiren ikinci bir tabiat olur.”[10] Bundan ötürü bu gibi eserleri yazanın da, oynayanın da, seyredenin de, okuyanın da kişiliği zarar görür.
Platon‘un son bir itirazı daha var edebiyata. Edebiyat bizim duygusal yanımıza seslenir. Coşkun duygularla davranan kişiler bizi çeker ve heyecanlandırır. Oysa dengeli insan, bilge kişi, aklını kullanarak duygularını dizginlemesini bilen kişidir. Bir felaketle karşılaştığımızda acımızı belli etmemek için dişimizi sıkarız, çünkü erkek adama yaraşan budur. İşte bundan ötürü duygu yanımızı coşturan edebiyat kişiliğimizi bozar. “Tutku gibi, öfke gibi içimize hoş veya acı gelen ve ister istemez gündelik hayatımıza giren duygular şiir benzetmesinin etkisi altında kalmaz mı? Benzetme bu duyguları kurutacak yerde sulayıp besler, dizginlenmesi gereken tut- kulara içimizin dizginlerini verir, böylece de iyi ve mutlu olmamıza değil, kötü ve mutsuz olmamıza yol açar.“[11]
Edebiyatın, tiyatronun insanlar üzerinde derin etkileri olduğunu bildiği içindir ki Platon, Devlet diyaloğunda idéal bir toplum kurmağa çalışırken bunların eğitimde nasıl bir rol oynayacağını inceden inceye araştırır. Sonunda, ancak Tanrıları ve iyi insanları öven eserlere, yani güdümlü sanata razı olarak, daha önemli saydığı amaçlar uğruna, ne kadar hoş olursa olsun mevcut sanata kapıları kapatır. Kısacası Platon‘a göre zamanındaki edebiyatın işlevi kötüye işlemektedir, ama sanatçıları sansüre tabi tutarak, güdümlü bir sanat sağlanabilirse o zaman edebiyatın işlevi de yararlı olur.
Platon‘un edebiyata itirazlarını özetlemek istersek bunların başlıca iki yönden yapıldığını söyliyebiliriz: 1)Bilgi yönünden. 2) Ahlâk yönünden. Bilgisel yönden itirazı iki temele dayanıyor:
a)Şair, bizi, asıl gerçekliği teşkil eden idealardan uzaklaştırır.
b)Şairin yetkiyle konuşacağı hiçbir konu yoktur.
Ahlak yönünden olan itirazları da üç temele dayanıyor:
a)Eserlerde gençlere fena örnek olacak parçalar var.
b)Tragedyalarda ve destanlarda kötü kişileri taklit ederek temsil etme fena etkiler bırakır.
c)Edebiyat, dizginlememiz gereken duygusal yanımızı coşturur.
[1] Platon, Devlet, çev: Sabahattin Eyüboğlu- M.Ali Cimcoz, Remzi Kitabevi, 1942. 596 d-c.
[2] Sabahattin Eyüboğlu, a.g.c., 597 d.
[3] Bkz.: Rene Huyghe, The Discovery of Art, 1959, s.68.
[4] Leonardo da Vinci, Literary Works, Der: Jean Paul Richter, Londra 1883, I. no. 529.
[5] Dr. S. Johnson, “Preface to Shakespeare”, Johnson on Shakespeare, Der: Walter Raleigh, Oxford, s.11.
[6] G.V. Plchanov, Sanat ve Sosyalizm, Çev.: Selim Mimoğlu, Sosyal Yayınları, s.176.
[7] Bkz: Richard McKeon, “Literary Criticism and the Concept of Imitation in Antiquity”, Critics and Criticism içinde, Der.: R.S. Crane, Chicago University Press.
[8] Platon, ag.c.
[9] Platon, ag.c., 393a-394c.
[10] Platon, a.g.c., 395c.
[11] Platon, a.g.e., 606d.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.