İnsan aynada neyi görür? Kendi sandığı birini. Ayna onu ondan başka görür. Ona bakan bir yabancı ise büsbütün başka. İnsanoğlu dış görünümünü de öz kişiliğini de olduğu gibi göremez. Çoğu zaman..
İnsan aynada neyi görür? Kendi sandığı birini. Ayna onu ondan başka görür. Ona bakan bir yabancı ise büsbütün başka. İnsanoğlu dış görünümünü de öz kişiliğini de olduğu gibi göremez. Çoğu zaman kendine iltimas eder. Çünkü iyi kötü herkes kendini beğenir. Gizlese de, alçakgönüllülük maskesi ile örtse de, herkesin iyi kötü bir yaşam birikimi, birtakım üstünlük avuntuları vardır.
Küçük yaştan beri başkalarından ya daha zeki, ya daha çalışkan, ya daha uslu, ya daha delişmen, ya daha gözüpek ille ya “daha” bir şey olduğuna kendini inandırmıştır. Örnek aldığı öğretmenleri, ataları, yazarları, düşünürleri olmuştur. Daha basit bir insansa bu örnekleri politikadan, iş hayatından düzeyde becerilere varanlardan almıştır. Ama ille birini örnek alır, onun gibi olmaya özenir. Olamasa bile ona biraz yaklaştığı kuruntusuna kapılır. Kendini çevresine bu özendiği kişilikte bir insan gibi göstermeye kalkar. Çevresi safsa yutturur da. Onun bürünmek istediği kişiliğe uygun düşen iki üç sıfat bir yargı sırasında kullanılmışsa bizimki sevinir. O yargıya katılan, daha doğrusu üşengeçlikten o yargıyı kabullenen bir, iki kişi de bu sloganı yineleyince bu kamuoyunun yargısı sayılır. O kişinin çağrışımı haline gelir. Bizimkinin keyfine artık sınır yoktur. Kendine bir imaj yaratmıştır. Artık iyiden iyiye onu benimser, bu imajı giyinir. Kamuoyuna yalancı çıkmamak için de gerçekten o imaja layık olmaya kalktığı bile olur.
O bütün bu çabalar içinde iken, dışarıdan bakanların tümü de bu imaja inansın ister. Oysa dışarıdan bakan ona, onun gözlüğü ile değil, kendi kişisel gözlüğü ile bakar. Çünkü onun bakışı da özel yaşam tecrübesinin, yaratılışının, kişisel değer yargılarının etkisi altındadır. Bundan ötürü dışarıdan bakan onun kendi kendine giydirmek istediği kişiliği çıkarır, ona kendi yakıştırdığı kişiliği giydirir. Ama hiçbiri de onun giysisiz, çırılçıplak öz kişiliğini göremez, bulamaz. Onun gerçek kişiliğine varamaz.
Don Kişot, şövalye romanlarının birikimi olan hayali bir kişiliği benimsemişti. Ama kendine yardakçı tuttuğu Sancho Panza efendisini onun istediği imaj içinde mi görüyordu, yoksa çıkarının da etkisiyle o kişiliği kendi dar kapsamının düzayak yavanlığına mı indirgiyordu? Cervantes‘e gelince, onun Don Kişot’u görüşü hepsinden başka idi. Başka olmasına başka idi ama onun da Don Kişot‘u çırılçıplak öz kişiliği ile gördüğü söylenemezdi. Hastasına teşhis korken ister istemez kendi komplekslerini de ona transfer eden bir psikiyatr gibi Cervantes de kahramanına kendi iç dünyasından zengin katkılarda bulunmuştu. Hasılı giydiren giydirene.
Keşanlı Ali‘ye Sineklidağ halkı destansal bir kişilik giydirmişti. O da işine gelen bu destansal kişiliğe takılıp başa geçiyor, tabansız bir adam olmasına karşın destanı yalan komamak için Manyak Cafer’in meydan okuyuşuna karşı silahsız çıkıp destanı gerçekleştiriyordu.
Lütfen Dokunmayın da, tarihin resmi görüşüne göre Prut‘ta yurduna ihanet ettiği damgasını yiyen Baltacı Mehmet Paşa’nın eylemi, üç ayrı ve birbirine çelişkili yorum seçeneği içinde inceleniyor ve bu tartışma şu cümle ile noktalanıyordu:
Baltacı şimdi mezarından çıkıp gelse de bizim ona yakıştırdığımız kişilikleri dinleseydi belki kahkahalarla gülerdi. Çünkü o tam olarak bunların hiçbiri değildi. Ama işin tuhafı, kendinin sandığı Baltacı da değildi. Gerçek Baltacı‘yı hiçbirimiz bilemeyeceğiz.
Ciltler boyu anılarını, yaşamöykülerini yazanlar ne yaparlar? İtiraflarda bulundukları zaman bile, kendi kendilerini kıyasıya harcar göründükleri zaman bile, yine kendilerini çırılçıplak sergileyemez –çünkü bunu kendileri de bilemez– sadece ve sadece kendi bilebildikleri zaaflarını süsleyip sevimlileştirmek isterler.
Politikacılar uydurma imajlara herkesten fazla düşkündürler. Oy, sempati, prestij sıkı sıkı- ya bu imajlarla ilintilidir. Liderlerin imajı için parti elbirliği ile seferber olur. Televizyon ekranı, aktüalite filmleri, gazete resimleri, röportajlar, portreler, posterler, yaka resimleri, özel yaşamına dair çıkarılan sempatik anekdotlar, zeki hazırcevaplıklar bu olumlu imajı alabildiğince yaymak için yarışa çıkarlar. Ama karşı taraf da boş durmaz, aynı araçlarla ve de karikatürle, mizahla derhal bir karşı-imaj, yahut olumsuz imaj kampanyası ile o balonu delmeye savaşır.
Bazıları da vardır, balonlarını kendileri şişirip kendileri delerler. Yıllar boyu tezgâhladıkları, gözleri gibi sakındıkları imajlarını bakarsınız bir ödlek anlarında, bir şaşkınlık sırasında, kuru sıkı bir tehdit karşısında bir anda yok ediverirler. Buna bir imaj intiharı da diyebilirsiniz. Böyle bir intihar örneğine son günlerde hep tanık olduk.
Adı geçen politikacı imajından düştü, bir bakanlığa bindi.
Bazıları da vardır, ne ödlek, ne de şaşkın olmadıkları halde kusurlarını göremez, kabul edilemez, bir gerilimden kendilerini bir türlü kurtaramaz, zincirleme gaflarla karşı tarafın ekmeğine kat kat yağ sürerler. Böylece yarattıkları umut verici imajı bulandırırlar.
İnsanın kazara kendi kendini yaralamasına benzeyen bu olaya bir imaj kazası ya da imaj yaralanması diyebiliriz. Böyle bir örneğe de ne yazık ki son aylarda tanık olduk ve işin kötüsü hâlâ da olmaktayız.
7 Ağustos 1977
Haldun Taner
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.