Bu makale, somut olgulara, bilimsel verilere dayanma ve saptamalarının, tezlerinin kanıtlanmış kesinlikler olduğu iddiasında değildir. Sadece önümüzdeki sürece ilişkin bazı düşüncelerin, kaygıların ve olasılıkların dile getirilmesinden ibarettir. Gönlümden, aklımdan ve..
Bu makale, somut olgulara, bilimsel verilere dayanma ve saptamalarının, tezlerinin kanıtlanmış kesinlikler olduğu iddiasında değildir. Sadece önümüzdeki sürece ilişkin bazı düşüncelerin, kaygıların ve olasılıkların dile getirilmesinden ibarettir. Gönlümden, aklımdan ve yüreğimden geçenlerin, herhani bir kısıtlamaya, sınırlamaya gitmeden, serbest düşüncelerin, varsayımların, sezgisel imge ve betimlemelerin karmaşık bir toplamı olarak alınabilir.
Yapmak istediğim, sadece, yakıcı bir gündem oluşturan yeni bir ulusal devrimci seçenek ve parti yaratma çabalarına, bu konudaki arayış ve tartışmalara, olabildiğince geniş bir açıdan bakabilme esnekliğini, zenginlik ve derinliğini vurgulamaktır. Gerek nesnel gerekse öznel boyutlarıyla, yani maddi ve düşünsel-ruhsal etkenlerin birleştiği gerçekliği can alıcı noktasından yakalayabilme çabasına düşünsel bir katkıdır. Bir önceki makalemde “Kelebek’in dalga denklemi” olarak tanımladığım, ulusu karşı kıyıya, devrimci bir evreye taşıyabilecek dalganın/dalgaların doğru saptanmasının ve dalganın tam tepesine devrimin salını oturtabilme hayal gücünün, sezgisel yaratıcılığının ve öngörüsünün önemini vurgulamayı önemsiyorum.
Bugün devrimcilik, Türkiye sosyalizmi tarihsel bir sınav vermektedir. Sınavın temel sorunu; devrimin enerji ve dinamiklerini niteliksel ve niceliksel olarak büyütüp yükseltebilecek, anlamlı ve etkili bir düzeye çıkartabilecek bir irade, bir çap, öngörü ve ayrıştırıcı değil, birleştirici bir enerji üretebilmektir. Ve böylece toplumun beklentisi olan güçlü bir çekime sahip, bütün Atatürkçü yurtsever, sosyalist amaç, çaba ve enerjilerin akabileceği bir odak, bir yatak, bir ağırlık ve kuvvet merkezi yaratabilmektir. Bunun da birincil ölçütü, dağınık, farklı gruplar halindeki ulusal devrimci çevreleri ve kişilikleri sözkonusu odakta toplayabilmek için özellikle birleştirici ve güven verici bir tavır, üslup ve ustalık sergileyebilmektir. Bu çabanın merkezi, olmazsa olmaz hedefi, mutlaka birleşilmesi gereken güçler ve kişilerle birleşmek hedefiyle yürütülecek ortak çabada yoğunlaşmaktır.
Birleştiricilik ve birleşmek kavramları, ister Atatürkçü, Kemalist, ister sosyalist olsun devrimcilerin, Türkiye’nin ulusal ve demokratik devrim hedeflerini gerçekleştirebilmek için, 50 yıllık “makus talihi”ni, onun nerdeyse genlerimize yapışmış bölünmeci, parçalanmacı kültürünü tersine çevirmenin ve aşmanın anahtar kavramlarıdır. Kanımcı bugin, devrimci yaratıcılığın, sanatın, sezginin, basiretin, yeteneğin ve hepsinin toplamı derin halk sevgisinin bütün biçimleri ve ögeleri bu noktada sınavdadır.
Şu temel ilkeyi burada hatırlayalım: Devrimciler, mücadelelerinin her aşamasında, partiyle veya liderin tavrıyla halkın çıkarı çeliştiğinde bir tercih yaparak (en bizlerin son VP’den ayrılması gibi) devrimciliklerini sınavdan geçirirler. Kuşkusuz halkın çıkarı her zaman önde gelir, bütün sorunlar bu ilke ışığında ele alınır ve çözülür. Engellerin, karşıt güçlerin ideolojik ve siyasal olarak çok güçlü olduğu, sosyalizm ve devrim ideallerinin kitlelerdeki etkisinin hâlâ diplerde seyrettiği dar bir geçitten geçiyoruz. Geçidin ateş çemberinde yer alan herkes sözkonusu devrimci odağın, merkezin yaratılmasında eşit düzeyde katkı yapmaya ve sorumluluk almaya adaydır.
***
Özlenen, dikkatle izlenen ve beklenen birleştirici çabanın temel ögesi, her şeyden önce, çoğu işlevini yitirmiş eski düşünce kalıplarından kurtulmuş, ilerletici, yaratıcı bir üretkenliktir. Çünkü, yeni döneme yol gösterecek fikir, anlayış ve yöntemler, genel, kaba gözlemlerde ve elimizdeki hazır bilgilerde değil, belki de muhtemelen o bilgilerin ayrıntılarında, satır aralarında, yani dönemin ruhunu yakalayan özünde saklıdır. Buradaki bakış açısı ve vurgulanacak öncelikler, biraz da Vatan Partisi’nin deneyim ve hatalarının eleştirisinden çıkacaktır. Kuşkusuz geçmişin deneyim ve bilgileri çok önemlidir, ama bir çok nedenden dolayı, bütün sözkonusu birikime yeni bir ruh ve ivme kazandıracak şey, yaratıcılık diye ifade ettiğim, bugünkü gerçekliğin yepyeni, özgün içeriğini yakalayabilmektir. Bilimsel yaratıcılıkta 20. yüzyılın en büyük dehası Einstain’in, “Hayal gücü her şeydir, sizi bekleyen güzellikerin ön izlemesi gibidir. Hayal gücü bilgiden daha önemlidir” vurgusu, anlatmak istediklerime bir ölçüde tercüman olabilir. Hayal gücü, yaratıcılığın, yepyeni olanın, bilinmeyeni keşfetmenin anahtarıdır, giriş kapısıdır.
Dolayısıyla devrimci çaba, hiçbir zaman bilineni tekrarlayan sıradan bilgilerle, araç ve yöntemlerle ilerlemez; sürpriz sıçramalar ve atılımlardır ona ruhunu veren. Bu nedenle, 50 yıllık deneyimin ve teorik birikimin belli ölçüde ruhu köreltilmiş ve donuklaşmış, bayat tekrarlara, ezberlere dönüşmüş bilgisinin, önümüzdeki sürecin canlı, dinamik olgularını açıklamaya yetmeyeceğini kabul etmek gerekir.
Evet, önümüzdeki sürecin maddi ve mnevi, öznel ve nesnel dinamiklerini ve oynayabilecekleri rolleri iyi kavramak, bunları büyük bir tablonun kompozisyonu içinde bütün boyutlarıyla değerlendirmek çok önemlidir. Bunun için, özellikle Türkiye’nin ve çağın/günün özgünlüklerini yakalama bağlamında, önyargı ve kalıplardan, tutucu, dar ufuklu bakışlardan kurtulup, çağın yeni bilgi, araç ve yöntemlerini devreye sokarak geniş, canlı bir tartışma ve analiz sürecine gereksinim vardır. Bu bağlamda, sürecin dinemiklerini gerek fikri gerekse örgütsel olarak birleştirme çabasında yeterli olgunluğa ulaşmadan, ya da bu perspektife gereken önemi vermeden, dar bir ufukla ve aceleci bir şekilde, biz bize yeteriz, sen ben bizim oğlan, temiz olsun az olsun bizim olsun gibi dar ufuklu yaklaşımlarla parti kurmanın bir yararı yoktur, bu haliyle sonuç alınması da olanaksızdır.
Doğu Perinçek’in iflah olmaz öznelciliği, aşırıcılığı ve aceleciliğini, bunların bir çok arkadaşta hâlâ var olduğunu tahmin ettiğim izlerini özellikle anımsatmak iserim. 50 yıllık süreçte aynı zaafın, aynı nedenlerden kaynaklanan hataların tekrar tekrar zuhur ettiği D. Perinçek liderliğinin ve yönetim tarzının geldiği nokta ortadadır. Bunu bir vecizle kısaca şöyle açıklayabiliriz: Acele giden geç varırır. Hatta hedefe hiç varamaz. Acele giden ecele gider. Geç varmak şöyle dursun, öznelcilik ve onun pratikteki yansıması olan acelecilik, hayatın ve toplumun gerçeklerinden kopuşa yol açmış, devrimci olmayan, gerici bir çıkmaza saplanmakla sonuçlanmıştır.
O bakımdan bilimsellikten ve somut gerçelikten kopmadan, 100 yıllık Türk devrimi deneyimlerinden çıkarılan derslere yaslanmaya büyük önem verilmelidir. Örneğin Mustafa Kemal’in, en solcusundan liberaline, en Saltanatçısından ve İslamcısına kadar hepsini nasıl bir ustalık ve basiretle birleştirebildiği önümüzdeki en büyük ders olmalıdır. Ama öte yandan, geniş perspektifli akıl yürütmelere, ulusal kültürün derinliklerinden çıkarılan düşsel, ütopik, ama hayal gücüne ve umut verici tasarımlara yol açan kimi öngörülere de hak ettiği değer verilmeli. Ve bütün bunların dayandığı toplumsal dinamiklerin gelişme yönüyle ilgili olasılıklara dayanan bir yakın ve uzak gelecek tablosu çizme çabasında olunmalıdır. Üstelik zaten içinden geçilen belirsiz ve görünenin yanıltıcı olduğu yarı kaotik süreçte uyulmak zorunda olan zorunluluklardır bunlar.
Öyle ki, devrimin kendisini bir sanat, bir tablo, bir şiir, devrim sürecini de bu tablonun, şiirin yaratılması olarak düşünürsek, bazı çizgi, renk ve figürler şimdiden, bazıları ileriki süreç içinde, bazıları da devrim ve sonrası süreçte netleşecektir. Ya da bu süreci bir orkestranın bir operanın sahneye konmasına da benzetebiliriz. Ama, tablonun bütünüyle ilgili, devrimci hayal gücünün ürünü olarak gerçeklikle doğrudan veya dolaylı bağlantılı tasavvurlar, öngörüler olacaktır. Ne olursa olsun şu kesindir: Aslında hem çok basit hem de çok karmaşık olan, kimi belirgin kimi belirgin olmayan hayalgücü ve imgeleriyle, devrimin tablosunu yapmak, yüksek bir sanatsal yaratıcılıkla eşdeğerdir. Zaten devrim de estetik, sanatsal bir olay değil mi?
***
Daha somutlarsak; bugünkü devrimci dinamikleri en geniş anlamda kucaklayacak, harekete geçirecek bir kuvvet merkezi yaratmanın çerçevesi, kapsamı ne olmalıdır? Bu çerçeveyi kuşkusuz Türkiye’nin yaşanmakta olan derin krizine yanıt verecek, hem yetişmiş, birikimli, nitelikli, hem de büyük bir niceliksel gücü kucaklama yeteneğine sahip devrimci bir kuvvet merkezinin yaratılması belirlemektedir. “Niceliksel güç” derken kastımız, sisteme karşı ideolojik ve siyasal eleştirinin, dayandığı anlamlı ve etkili fiziki bir kuvvetle bir üst düzeyde caydırıcı, hizaya getirici, geri adım attırıcı ve ikna edici bir rol oynamasıdır. İşbirlikçi, mafyatik güçlerin peşine takılan, örgütlü bir kuvvet ve irade olmaktan uzaklaştırılmış ve giderek kullaştırılmış geniş kitleler için en etkili ikna gücünü hâlâ kuvvet oluşturmaktadır. Üstelik nicelik bağlamlı tanımların toplumsal gerçeklikte karşılıkları fazlasıyla vardır. Yukarıdaki ölçüt esas alındığında, örneğin bilimsel sosyalistlerle sınırlı bir parti yapılanması ile günümüzde bunun mümkün olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Sadece Vatan Partisi’nin 2015’teki ilk büyük kurultayındaki umut ve enerji yüklü birlik tablosunda ortaya çıkan gücün yeniden kucaklanması bakımından bile bu mümkün değildir.
Oysa, günün gerçekliğinde çok önemli bir etken olarak umut ve iyimserlik yaratan bir devrimci örgütlenmenin asgari sınırı VP’nin 2015 vizyonu olmalıdır. Bu, hem birlik parspektifi, hem de ihtiyaç olan asgari kuvveti yaratma ihtiyacı açısından böyledir. Daha ileri hedeflere sıçrama ise, bu başlangıç zeminini bir tramplen olarak kullanmaktan geçer.
Peki, bilimsel sosyalistlerin birliğine ya da tekrar İşçi Partisi programına dönme düşüncesini zihninden geçiren ve yer yer dile getiren kimi akadaşların sandığı gibi, D. Perinçek yönetiminin son beş yılda izlediği AKP yandaşlığının kaynağı, 2006 Programında yer alan milliyetçi ve halkçı bileşenler olabilir mi? Bana göre yanıt, aslında pratikte verilmiş gibidir. Perinçek’in hem sınıfsal, hem de ideolojik-programatik olarak sağ ve yer yer gerici çizgisine, milliyetçi, halkçı kökenden gelen üst düzey hiçbir yönetici ve üye destek vermemiş, aksine karşı çıkmış ve partiden ayrılmıştır. Keza aynı tavrı gösteren binlerce üye ve sempatizan da bunun cabasıdır. Özetle, Perinçek’in sözkonusu çizgisine karşı çıkan büyük kitlenin asıl niteliğini, Atatürkçü, aydınlanmacı, halkçı ve milliyetçi ilkeler belirlemektedir.
Vatan Partisi’nin 2006 Programı, oluşumunda birinci derecede rol oynayan Doğu Perinçek daha sonra ne yaparsa yapsın, Türk Devriminin, Altı Ok programından sonra kesintisiz, “arasız” sosyalizme ve sınıfsız topluma yünelmeyi içeren en gelişkin, en yetkin programıdır. Aslında bu, “yarı sömürge”, “yeni sömürge”, “gelişmekte olan” ülkemizde vb ne dersek diyelim, 1908’den günümüze ulusal ve demokratik devrimimizin gerçekten ulusal özgün karakterini yakalama çabasının bir ürünüdür.
Bilindiği gibi, Yusuf Akçura ile Mustafa Suphi ve Ethem Nejatların 1912 Milli Meşrutiyet Fırkası’ndan başlayan milliyetçi-sosyalist içerikli program, 1919 Milli Türk Fırkası ve Altı Ok’la bir üst düzeyde sistemleşerek devam etti. Yakın tarihte, 1960’lada YÖN Hareketiyle ve özellikle Doğan Avcıoğlu’nun “milliyetçi sosyalizm”, “Atatürkçü/Kemalist sosyalizm” biçimlerinde teorileştirmeleriyle daha da belirginleşti ve kitleselleşti. Arkasından 68 hareketinde Mihri Belli ve Hikmet Kıvılcımlı’nın önderliğinde “Milliyetçi” ya da “Atatürkçü Sosyalizm”le içiçelik vurgularının devam ettiği strateji ve program, 2006 programının atalarıdır, yüz yıllık devrimci deneyimlerin kilometre taşlarıdır. Ne yazık ki, bugün ulaştığımız Türk Devrimi yatağındaki ulusal ve sosyalizm dinamiklerinin birliğine daha 60’larda ulaşılmış olsa da, başka bir çok olumsuzluk, cehalet ve yetersizlik nedeniyle bu bütünlük kaçırıldığı gibi geçtiğimiz elli yılda sol da zaten paramparça olmuştu.
Bütün bu nedenlerle nasıl bir örgütlenme ya da partiye yanıt, öncelikle, Bilimsel sosyalistlerin de içinde yer aldığı, en geniş anlamda Kemalist-Sosyalist birlikteliğine dayanan bir ulusal-halkçı devrimci kuvvet merkezinin yaratılmasıdır. Bizim ülkemizin tarihsel gerçekliğinde cephe ve parti hep birbirinin içine geçmiş, birbirinin yerini almıştır. Sınıfsal temelde ise, teoride çok güzel tanımlansa da, gerçeklikte farklı siyasal partilerin işbirliği, koalisyonu biçiminde yaşanmıştır. Başka deyişle, cephe mi, parti mi gibisinden tartışmaların sınırları hâlâ çok belirsizdir, bu nedenle fazla bir anlamı yoktur. Tek anlamlı şey, Türkiye devriminin geleceğini güvenceye alma açısından Bilmsel Sosyalistlerin ideolojik-teorik farklılıklarını korumak ve geliştirmekte ısrar etmeleridir. Bu da, ancak ve ancak, mümkün olduğunca büyük, zengin ve daha ileri pratikleri olabildiğince büyük katılımlarla yaşamaktır yaşamaya cesaret etmektir.
Özetle, hepsi de en genel anlamda MDD’nin kuvvetlerini oluşturan, Atatürk ilkelerini, Altı Ok’un devrimci özünü, çağın gerçekliğinde güncelleyip hayata geçirme temelinde bir araya gelen çevrelerin tek bir programatik çatı altında birleştirilmesi hedefine kilitlenmek öncelikli amaç olmalıdır.
***
Türk Halkına “kırk katır mı, kırk satır mı” tahterevallisi dayatmasıyla sunulan seçenek/ler, aslında seçeneksizlik, kökleri 1945’lere başlayan “küçük Amerika” sürecinin bir ürünü ve özetidir. Bugün de hâlâ varlığını sürdüren bu ABD güdümlü sahte/liberal demokrasi sistemi çaresizlik ve çözümsüzlük içinde, çırpınmakta, çökme ve dağılma emareleri göstermektedir. ABD ve AB merkezli tek bir sistemin “sağ” ve “sol”, “Cumhur” ve “Millet” ittifakları olarak iki farklı sunumunu ifade eden, aslında tek bir proje ve programın uzantıları, ögeleri olan bu sandık demokrasisi oyununa karşı aslında oldukça güçlü ve yaygın bir tepki ve arayış oluşmaya başladı.
Örneğin son aylarda birkaç kez gündeme getirilen “üçüncü yol” seçeneği, sınırları belirsiz de olsa, bu arayışın bir ifadesidir. Kısacası, Türkiye’nin siyasal sürecini tamamen belirler hale gelen ve gerçekçi, halkçı ve devrimci çözümlerin önünü tıkıyan Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı kör çıkmazına karşı “üçüncü yol”, gerçekte ikinci bir seçenek olarak zihinlerde anlamlı bir yer bulmakta. Bu ve benzeri adres tarifleri veya göndermeler, ulusal devrimci bir seçeneğin zihinlerde bir şekillenme ve olgunlaşma süreci içinde olduğunu gösteriyor.
Şu da son derece öğretici ve uyarıcıdır: Daha çok Atatürkçü yazarların dile getirdiğiği “üçün yol” seçeneğine son zamanlarda HDPKK’lılar da sahip çıkmaktalar. Bu da, halkın çatal çıkmaza karşı hızla yükselen tepkisinin bölücü ve emperyalist merkezlerce de fark edildiği ve bir biçimde ulusaş devrimci güçlerden önce doldurulmaya çalışıldığını göstriyor. Öyle ki, bütün olgular; AKP’den, CHP’den, MHP ve İP’ten kopmalar, toplumun antiemperyalist ve kamucu ve halkçı enerji çizgilerinin nesnel olarak tek bir havzaya, vadiye, yatağa doğru, önlenemez biçimde aktığını gösteriyor. Anketlerdeki yükselen kararsız oylar da ağırlıklı olarak bunun, iki merkezden de uzaklaşmanın göstergesi. Bütün olgular, iç ve dış kaynaklı analizler mevcut sistem partileri düzleminde ciddi bir tıkanmanın, bir siyasal kaosun yaşandığını gösteriyor. İşte bu kaosun altenatifi, karşı kutbu, yani devrimci çözüm kutbudur ulusal ve toplumsal dinmiklerin aktığı yatak.
Bir çok olasılığı da içinde taşıyan, gerek sınırları, gerekse içeriği belirsizlikler gösteren sökonusu birlik sürecinin yatağının ve çatısının oluşum dinemiklerini, daha somut ve canlı nasıl açıklayabiliriz? Bir benzetme yapmak gerekirse en iyi örnek, bir ırmağın bir havzadaki ya da vadideki oluşum ve akış sürecidir diyebiliriz. Sözünü ettiğimiz vadi ya da havza devrim ırmağının vadisi ve yatağı ise, kuşkusuz toplumsal ve ulusal enerji olarak suların etkisini yitireceği ya da gerici, emperyalist amaçlara hizmet edeceği başka vadiler de vardır. Bütün devrimci oluşum, çevre ve çabaları küçük küçük su kaynakları, derecikler olarak düşünürsek. İşte esas sorun ve hüner, bu enerji ve kuvvet kaynaklarını tek bir yatağa akıtabilmektir. Eğer bu derecikler uygun bir zaman sürecinde uygun birleştirici yöntem, araç ve çabalarla ortak yatağa bağlanamazsa, bir çoğu ya kuruyup gidecek, ya da karşıt güçlerin başka vadilerine akıtılacaktır.
Tekrar etmeye bile gerek yok; buradaki birleşmesi gereken derecikler, yani devrimci özneler, asgari sınırı Altı Ok ilkeleri olan ulusal devrimci, vatansever güçler ve çevrelerdir. Yani anahatlarıyla küreselci karşıdevrime karşı Cumhuriyeti yeniden kurmak ve Kemalist Devrimi tamamlamak olarak formile edilebilecek ortak devrimci bir strateji ve programı benimseyenlerdir. Dolayısıyla bu çevrelerin bütün farklılıkları ile birlikte ortak bir partide birleşebilmeleri, yaşadığımız olağanüstü koşulların neredeyse karşı çıkılamaz bir emri haline gelmiştir.
Türkiyenin beka sorunu, tam bağımsızlığı, ulusun birliği, emekçilerin, kadınların, gençlerin ellerinden alınmaya çalışılan vazgeçilmez hakları, işsizlik ve adaletsizlik vb başta olmak üzere Atatürkçü Cumhuriyetin bütün kazanımlarının tekrar hayata geçmesi, böyle bir birliği gerektiren temel zorunluluklardır.
Mehmet Ulusoy
Mayıs 2021
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.