Suriye’de yaşanan süreci iyi anlayabilmek için Savaş Sanatı’nın büyük kuramcısı Carl von Clausewitz’in şu veciz saptamasını hiç unutmamak üzere öncelikle aklımızın bir köşesine kaydetmeliyiz. “Taktikleri olmayan bir strateji zafere giden..
Suriye’de yaşanan süreci iyi anlayabilmek için Savaş Sanatı’nın büyük kuramcısı Carl von Clausewitz’in şu veciz saptamasını hiç unutmamak üzere öncelikle aklımızın bir köşesine kaydetmeliyiz. “Taktikleri olmayan bir strateji zafere giden en uzun yoldur; stratejisi olmayan taktikler ise, yenilgiden önceki gürültüeden ibarettir.” Olaylara, gazeteci haberleriyle sınırlı, daha büyük bütünlüklerin uzun erimde tayin edici rolünü pek önemsemeyen günübirlik, taktiksel bakış, bizde üzüntü ve sevinç arasında salınan duygusal bir gerilimli bir tatmin yaratsa da, büyük yanılgılara götürür.
Suriye, dün Atlantik emperyalizmi ve piyonlarına karşı önemli bir direnme merkezi idi. Bugün ise, bölge ülkelerine karşı bütün emperyalist ve ihanet planlarının sahneye konduğu bir kaos coğrafyasına dönüştü. Gerisinde büyük ihanetlerin cirit attığı bu kaosun, bu cehennemi tablonun asıl yaratıcıları, Batı medyasının yalanlarla kurgulayıp sunduğu gibi, El Kaide’den İŞİD’e, oradan HTŞ’ye kılık değiştiren selefi cihatçı çeteler değildir, onlar sadece tetikçi piyonlardır. Bugün ve bundan sonra ne yapacakları onları besleyip silahlandıran patronlarının kararına ve emirlerine bağlıdır. Yeni bir anayasa 3, seçim 4 yıl sonraya bırakıldığına göre, yeni siyasi yapının Suriye halkının iradesiyle değil, ABD, İngiltere ve İsrail çıkarlarına göre şekilleneceği, HTŞ’ye de bu çerçevede kesip biçme yetkisi verildiği anlaşılmaktadır.
ABD ve İsrail’in ve gözdeleri PKK/PYD’in planları bilinmekle birlikte, gerek Suriye’nin BAAS’cı antiemperyalist, ulusalcı-laik kuvvetleri, gerekse Rusya, Çin, İran gibi stratejik arka cephe temel kuvvetlerinin nasıl bir strateji izleyecekleri şimdilik belirsizliğini korumakta. Bu sessizlik ve belirsizlikten bir pasiflik ve çaresizlik çıkarmanın da büyük yanılgı olduğunu vurgulamak gerekir. Atlantik emperyalizmine karşı, Rusya ve Çin’in merkezinde olduğu, İran, Hindistan ve diğer BİRCS ülkelerini kucaklayan Avrasya blokunun gücünü ve dinamiklerini inceleyerek ve doğru kavrayarak anlaşılabilir.
Orta ve uzun vadeli bir perspektiften bakıldığında, Türkiye’nin vatansever Atatürkçü dinamiklerinin henüz tam netleşmemiş, derli toplu etkin bir kuvvete dönüşmemiş olan tutum ve siyasetleri de bu süreçte tayin edici bir rol oynayacağı kesindir. Bu rol, Türkiye’nin bağımsızlığının ve bütünlüğünün biricik güvencesidir. Büyük bir aymazlık içinde fatih havalarında böbürlenen, bayram yapan ve Türkiye’yi, Türk milletini değil, sadecen kendi İhvancı saltanatının bir solukluk da olsa devamını düşünen Cumhur ittifakının strateji ve siyasetleriyle de tamamen karşıt niteliktedir.
AKP iktidarı, başından beri Esat rejimine karşı Müslüman Kardeşleri ÖSO adı altında açıktan destekledi. Kelle koparan eli kanlı IŞİD’çi caniler çetesini ise, kazları ürkütmemek için sözde inkar etse de, gizliden kolladı. Bunu Astana tartışmalarına sözde “barış” ve “kan dökülmemesi” adına değişik biçimlerde yansıtarak Suriye’de gerçek barışın ve ulusal birliğin sağlanmasını baltaladı. Ancak, AKP Genel Başkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Fidan’ın son açıklamalarıyla, gizlinin üstündeki örtü de kalktı ve İŞİD/HTŞ ile başından beri aynı ortak planın içinde olunduğu ortaya çıktı. İsim değiştirerek IŞİD’çi niteliğini gizleyen HTŞ’nin iktidar olmasıyla, bu ilişkinin derin ideolojik niteliği, teokratik, şeriaçı doğal ve asli karakteri anlaşılmış oldu. Son gelimelerin ışığında, HTŞ severliğin de nasıl bir yaltaklanma olduğunu, HTŞ’nin iktidar oluşumunda, ÖSO’nun dışlandığını, daha da önemlisi, hamilik görevinin İhvan karşıtı Suudi Arabistan’a verileceğini ve onun üzerinden Mısır’ın da burada etkin rol oynayacağını düşünmekteyim.
***
Nereden bakarsak bakalım, bütün belirsizliklere karşın açık ve kesin olan şudur: Şimdilik Suriye’nin laik yurtsever güçleri, emperyalizm ve piyonlarının saldırılarıyla taktik planda kaybederken, bağımsızlık ve bütünlüğü Suriye’nin bağımsızlığı ve bütünlüğüne bağlı olanTürkiye halkı da aynı biçimde kaybetmiştir. Çünkü, sözkonusu denklem ve saflaşmada, ABD ve İsrail ile sözde değil fiilen, pratikte aynı cephede olunduğu sürece, Suriye’nin bölünme planıyla birlikte Türkiye’nin de bölünme planının uygulanacağı açıktır. Türkiye’nin gerçek anlamda bağımsızlığını, Türk milletini ve onun bütünlüğünü hiç bir zaman samimi olarak savunmayan, ancak yarım ağızla savunur görünen AKP iktidarı ve tarikatçı, İhvancı yandaş çevrelerine göre bu bir zaferdir. Şeriatçı yobazlığın bütün duygu ve düşüncelerinin samimi olarak dışa vurulduğu bu tabloda, Türkiye’nin bekası onların umurlarında bile değildir!Yani şimdilik, kısa erimde çağdaş, laik Türkiye kaybetmiş, Vahabi, cihatçı yobazlık kazanmış görünüyor.
Ama çok geçmeden asıl oyun kurucuların tavırlarıyla kesin olarak anlaşılacağı gibi, onların bu zaferinin tam bir “Pirus zaferi” olduğu ortaya çıkacaktır. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olan bir zaferdir bu. Kısa vadeli bakıldığında aptal görünümlü Trump’un, başkalarını kullanma sanatı genlerine işlemiş Amerikan siyasetçisine özgü övgüleriyle de süslenen, bir fetih gibi gösterilen ve kutlanan bu zafer, orta ve uzun vadede Türkiye’nin parçalanma ve teslim alınmasının tohumlarını içinde taşıyor. “Biz oyun kurucuyuz” diye övünenlerin yakında oynatılan figüranlar olduğu ortaya çıkacaktır.
Tıpkı santrançtaki gibi, önce sana piyon, at veya fil verirler ve hemen şişinerek kendini oyun kurucu, usta oyuncu sanırsın. Ve zokayı yutarsın. Sonra da önce vezirine, arkasından şahına çökerler ve apışıp kalır, çaresiz teslim olursun. Santranç Asya’nın geliştirdiği bir oyundur; ama bu yobazların, en eski ve büyük uygarlıkların, en zengin kültür ve siyasetlerin boy verdiği Asyalılıkla, sahte bir “yerli ve milli”lik taslamak dışında bir bağları yoktur. Asya’nın bu uygarlık birikimini, onun akıl ve gönül ürünü kültür ve sanatını kavrayacak kadar bile sezgi, çap ve ahlak, arifane bilgelik ve olgunluk aramak boşunadır.
Onlar, Türk kimliğine ve yurttaşlığa dayanan bir Türkiye’yi değil, kullara, ümmete dayanan ve vatanı ulusun vatanı olarak görmeyen bir Osmanlı dünyasını hayal ettikleri, ideolojileri bu olduğu için böyle bir bilinç, ahlak ve sorumluluğa sahip değildirler. Hem de Türkiye’nin geleceği, bekası konusunda, yalanlarla sarmalanmış içi boş laflara dayanan algı oyunları dışında, herhangi bir kaygı taşıma duyarlılığı ve vicdanından da uzak görünüyorlar.
***
Son derece vahim olan şu ki, AKP, antiemperyalist, laik ve çağdaş bir iktidarı devirmek uğruna, nasıl Türkiye’de ABD projesi olarak iktidara geldiyse, bu niteliğini hiç bir zaman değiştirmeden Suriye’de de, ABD ve İsrail planlarının, tertiplerinin fiilen aleti, taşeronu olmayı içine sindirmiştir. Aslında başından beri ideolojik dokusunda var olan bu nitelik bizi fazla şaşırtmamalıdır. Suriye ve terör sorununun çözümünde biricik güvenilir platform olan Astana kararlarına, Rusya ve İran’a karşı ikili, hatta ikiyüzlü davranan bu konumlanışın, Türkiye için büyük bir güvenlik sorunu yarattığı kesindir.
Öte yandan bu siyasi konumlanışla, Ortadoğu, daha doğrusu Batı Asya’da, ABD güdümlü İsrail zulmüne ve soykırımına karşı Filistin direnişine, onun resmi temsilcisi Hamas’a da ihanet edilmiş olmuyor mu? Aslında asıl ihanet Filistin halkına Arap uluslarına karşı değil mi? Burada, Siyasal İslamcılığın görünüşte bile olsa Siyonizm ve (emperyalist) Batı karşıtı tutumunu dibine kadar kirleten bir ikiyüzlülük yok mu? Yoksa, Siyasal İslamcılığın zaten emperyalizm karşıtı değil, onun bir uzantısı olduğunu mu kanıtlıyor bu?
Kısacası ortada, kurtlarla yiyip çobanla ağlaşmanın bir tür traji-komik tiyatrosu oynanıyor. Alelacele hazırlanıp sahneye konan Galata Köprüsü’ndeki Filistine destek mitingi de -katılımcı ama aldatılan samimi dindar vatandaşa hiç bir sözümüz yok-, Filistin direnişine ihanet niteliğindeki ABD-İsrail güdümündeki HTŞ çetelerini iktadara getirme suçunu ve ikiyüzlülüğünü örtme telaşından kaynaklansa gerek.
***
Şimdi ortada, iktidar ve ortaklarının bütün sahteliklerinin, vatanseverlik, milliyetçilik palavralarının yaldızını döken, ipliğini pazara çıkaran son derece çarpıcı ve öğretici bir olay, bir saflaşma denklemi var. Kimi liberal ve İslamcı aydın ve yazarların, 1980’lerden sonra, Küresel Karşıdevrimle değiştiğini iddia ettikleri bu denklem, aslında 20. yüzyılın başından beri hiç değişmedi. Bugün Suriye gerçekliğinde, bütün sahtelik ve ikiyüzlülükleri silkeleyerek olanca çarpıcılığıyla sahne aldı bu evrensel nitelikteki denklem.
Denklem ya da saflaşma şu: Bir tarafta emperyalizm (önce İngiliz, sonra ABD) ile feodal ağalık ve şeriatçı-yobaz ortaçağ güçleri yer alıyor. Diğer tarafta ise, onlara karşı direnen, antiemperyalist, aydınlanmacı, akılcı/laik ve ulusal-toplumcu güçler. Bu saflaşmanın, bütün emperyalizm çağını kapsayan bu tunç yasasının derin ve tartışılmaz çok boyutlu bir anlamı vardır. O da şu: Bütün sömürge ve yarı sömürge ezilen dünyanın antiemperyalist ulusal ve demokratik devrim mücadelesinin öncüsü ve biricik modeli olan Kemalist Devrim’e karşı olan hiçbir siyaset antiemperyalist olamaz. Karşı olanlar, şöyle veya böyle emperalizmin piyonu ya da taşeronu olmaktan kurtulamaz. Üsteklik bu konumlanış, İslamcı ve mezhepçi niteliğiyle, içeride ulusal birliği ve kimliği parçalama sorumluluğunu da taşımaktadır. 22 yıllık AKP iktidarı, bu bölücü ve işbirlikçi misyonun bütün özelliklerini, yıkıcı, çürütücü niteliklerini taşıyan çarpıcı ve öğretici kanıttır.
Denklem Suriye için de aynen geçerlidir. Kemalizmin Arap dünyasındaki devamı BAAS devrimci milliyetçiliğine karşı olan hiç bir hareket, ister İslamcı isterse Batı yanlısı liberal olsun, emperyalizm işbirlikçisi, piyonu, taşeronu olmaktan kurtulamaz. Ve zaten bu cihatçı çeteler ABD’nin piyonu olarak yetiştirilip sahneye sürülmediler mi? Çünkü temelde, çağdaş, akılcı, laik yurttaşlığa dayanan ulusal kültür ve değerlere karşı, ülke koşullarına göre takiyyeci taktiklere başvuran Taliban, Vahabi, Selefi, İhvancı cihatçılar ve bunların Türkiye’ye özgü versionu AKP, aynı İslamcı ortaçağ ideolojisini savunurlar ve akılcı, laik ulusalcılığa karşı çıkarlar. Bu nedenle onların baş düşmanı, Batı’nın emperyalizmi değil, ulusalcı, akılcı, laik değerler ve yaşam biçimidir.
***
Yukarıdaki saflaşma denklemi, etkili, gösterişli lafların, parlak nutukların ne kadar boş ve yalanlardan ibaret olduğunu ortaya seriyor. Silahıyla, parasıyla, örgütlü zor gücüyle somut kuvvetler çatışmasının yarattığı saflaşma, katı gerçekliği bütün yakıcılığıyla önümüze koyuyor. Başka deyişle bu, iç kamuoyunu, gerçekliğin derin bilgisinden yoksun, ama vahim sonuçlarının bedelini ödeyecek olan halkı aldatma amaçlı sahte söz ve yalanların iflasını göstermiyor mu? Biraz aklını kullanan ve vicdanını dinleyenler için sözde ve sahte ABD ve İsrail/Siyonizm düşmanlığının foyası yeterince ortaya dökülmedi mi?
Hakikat, eylemde, fiiliyatta kiminle birlikte kime karşısın, ancak ve ancak bu şekilde ortaya çıkacak ve çıkmaktadır. Bu durumda, ABD-İsrail marifetiyle HTŞ’yi iktidara getiren, bunu, övünerek büyük bir başarıymış gibi sahiplenen AKP ve yandaşlarının bütün İsrail karşıtı söylemlerinin ne kadar sahte olduğu ortaya çıkmadı mı? Bunu anlamak için başka hiçbir açıklamaya gerek olmadığı açık değil mi? Gerçek antiemperyalizm ile sahte, ikiyüzlü antiemperyalizmin farkını bundan daha açık ve berrak hangi olay ortaya koyabilirdi?
Stratejik bakış deyince ne anlaşılmalı? Somut olarak, Suriye’nin 13 yıl süren direnişi, ABD (ve AB) emperyalizmine ve Siyonizme karşı Batı Asya’daki direnişin en önemli kalelerinden biri olduğu, bunun en temel ögesi değil mi? Dahası bu direniş, Asya’nın, Avrasya’nın ön cephesindeki bir direnişti. Yani Esat yönetimi, sadece Suriye’nin direnişini değil, fiilen İran’ın, Irak’ın, Türkiye’nin, Rusya’nın temsil ettiği Avrasya’nin en kritik ön cephe direnişini simgeliyordu.
Bu tabloda AKP’nin siyasetinin, emperyalist Batı’ya karşıt Avrasya güçlerinin yanında değil açıkça karşısında yer aldığı ortada. Bütün Batı karşıtı lafların, içi boş, yalan ve sahte olduğu da… Dolayısıyla, büyük felaketler genellikle acı gerçeği kavramanın ve dersler çıkarmanın biricik anahtarıdır. Suriye’deki kan bedelli saflaşma, özellikle bütün İslam dünyasında, niyetlerin, sözlerin, düşüncelerin ötesinde, eylemde, kimin kimin yanında yer aldığını, kimin millici, ulusal onurunu koruyan ve başı dik, kimin işbirlikçi, dalkavuk, yaltakçı olduğunu ortaya koydu.
Yeri gelmişken; bir zamanlar birlikte mücadele ettiğimiz kimi yurtsever dostların şu soruyu kendilerine ve liderlerine sormaları gerekiyor? “Madem AKP ve Erdoğan, dönüp dolaşıp ABD’nin kurguladığı planın bir parçası olarak, bütün palavradan esip gürlemelerden sonra, aynı yere geldi, o zaman, yaptığımız onca Tayyip güzellemesiyle biz bu .oku niye yedik?..” Üstelik bir çok devrimcinin, yurtseverin hayallerini, umutlarını da yıkarak ve kirleterek… Her şeyi sahte, yalan olan ve tek bir şeyi, Kemalizm ve Cumhuriyet düşmanlığı ve emperyalizm işbirlikçisi karşıdevrimciliği gerçek olan bir partinin peşine takıldınız…
***
Aslında Suriye’de odaklanan bu savaş, İslam dünyasında ulusalcı, toplumcu, laik devrimcilik ile emperyalizm güdümlü Siyasal İslamcı karşı devrimciliğin Türk Kurtuluş Savaşı ile başlayan yüz yıllık derin ve kapsamlı bir hesaplaşmasıdır. Öte yandan, daha stratejik ve insanlığın kaderini değiştirecek boyuttaki aynı hesaplaşma, ABD emperyalizmi ve piyonları, çakalları ile, ezilen Doğu’nun aydınlanmacı, ulusal ve kamucu yükseliş dinamikleri arasında yaşanmaktadır.
Ve bütün çürüyen ve çöken uygarlıkların yaşadığı gibi, ABD elebaşılığında Batı uygarlığı da çökerken bir saniye daha fazla yaşama içgüdüsü ve çırpınışıyla insanlık değerlerini hiçe saydı. Düne kadar yüksek perdeden attığı “insan hakları” ve soykırım karşıtı nutuklarını unutarak, dün Irak’ta, Libya’da olduğu gibi bugün de Gazze’de insanlık düşmanı, soykırımcı karakterini sergiledi. Bundan böyle, mafyalaşmış ve haydutlaşmış yapısıyla, ahlaki ve kültürel olarak insanlığı çürüten niteliğiyle ABD ve Batı’nın, ağzıyla kuş tutsa başkalarının uygarlık, demokrasi, özgürlük götürdüğü, götüreceği yalanına kimse inanmaz. Bu nedenle ne Suriye’de ne de bölgede istikrar, refah, barış yaratmaya niyeti, yeteneği ve enerjisi kalmıştır. Bu yetenek, birikim ve enerjiye, ancak ekonomik, siyasal, kültürel, bilimsel her alanda, uzun süreli strateji ve taktikler bütünlüğü içinde ABD ve yandaşlarına karşı mücadeleyi sürdüren örgütlü Asya/Avrasya dinamikleri sahiptir.
Şu kesindir ki, bütün dar ufuklu aydın karamsarlıklarına karşın, halkların tarihsel deneyimleri konusunda düne göre on misli, yüz misli daha fazla gerçeğin bilgisine veya ona ulaşabilme olanağına ve bilincine sahiptir insanlık. Bu bilgi ve bilinçle, gerici emperyalist siyasetlerin geçici zafer kazandığı Ortadoğu ya da Batı Asya’da ABD’nin lehine olan denklemin çok uzak olmayan bir sürede tersine çevrilmesi kaçınılmazdır. Bunun en açık ve tartışılmaz kanıtı ve güvencesi, yükselen ve her alanda Atlantik gericiliğine karşı, çok kutuplu ve kamucu yeni bir uygarlığın dinamiklerini taşıyan Avrasya’nın yükselişidir.
Mehmet Ulusoy
Ocak 2025
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.