İnsanı Kurtarmak

Park Otel‘in bir salonunda toplanmışlardı. Yıllık kongrelerini yapıyorlardı. Aralarında yurt çapında ün yapmış bilim adamları vardı, mühendisler vardı, kadın erkek seçkin aydınlar vardı. Bir rastlantı sonucu aralarına düşmüştüm. Üç saat..

İnsanı Kurtarmak
Yayınlanma: Güncelleme: 76 okuma

Park Otel‘in bir salonunda toplanmışlardı. Yıllık kongrelerini yapıyorlardı. Aralarında yurt çapında ün yapmış bilim adamları vardı, mühendisler vardı, kadın erkek seçkin aydınlar vardı. Bir rastlantı sonucu aralarına düşmüştüm. Üç saat boyu konuşmalarını ilgi ile istifade ile dinledim. Potaya hep olumlu, tutarlı, iyi niyet dolu öneriler atıldı. Uygar Batı ülkelerinde kamu yararına çalışan dernekler, bazen devlet sektörünün boş bıraktığı gedikleri kapamaya, bazen de onun el attığı icraatı desteklemeye, yaymaya çalışıyorlar. Bizde devlet sektörü çoğu işi tam olarak ele alıp sonuna kadar dirençle kovalayamadığı için bu gedikler bizde her yerden de çoktur. Ne var ki, bizdeki bu tür dernekler ne kadar iyi niyetli olursa olsunlar, platonik alandan öteye geçemiyorlar. 

Kongresine katıldığım dernek, Çevre Koruma ve Yeşillendirme Derneği idi. El attığı konular güncel mi güncel, hekimce deyimi ile akut sorunları içeriyordu. Bunların platonik kalmaya, akademik tartışmalarla geçiştirilmeye tahammülleri yoktu. Nasıl olsundu ki, gün günden insan yaşamını tehdit eden, tehdit ettiği için de acele somut çözüm bekleyen sorunlardı. 

Havamız da, karamız da, denizlerimiz de kirli olduğuna göre kongrede konuşulan konular da üç fasılda odaklanıyordu. Hava pisletilmesi, kara pisletilmesi, deniz pisletilmesi. 

Hava pisletilmesine karşı yeşillikleri çoğaltmak ilk akla gelen önlemdir. Yeşil alanların, parkların, koruların klorofili kirli havayı süzer, temizler. Yeşil alanlar her yerde kentlerin ciğeridirler. Hal böyle olmasına karşın biz belediye planları ile yeşil alan olarak ayırdığımız bölgeleri bile, kim bilir nasıl baskılar altında, birer ikişer elden çıkardık. Moda’nın vapur iskelesine bakan kıyıları 1960‘dan önce yeşil alan olarak bırakılmıştı. Şimdilerde orada göklere yükselen apartmanlar bir karış yeşil bırakmadılar. Bu iş nasıl oldu? Onu ancak rüfailer bilir. 

Yeşil alan, kentlerin istediği kadar ciğeri olsun, hava kirlenmesinin yoğunlaştığı bölgelerde ne yazık ki, yalnız bu alanlar da tek başına öldürücü ölüm sislerini süzüp dağıtamıyorlar. Tam tersine gökten yağan bu ölüm sisi insanlar gibi bitkileri de mahvediyor. Fabrikaların, apartmanların zehir kusan bacalarının çevreye yayılan gazları ve partiküllerini, özellikle kükürtdioksiti zararsız hale getirmek için insanlar çeşitli yollar bulmuşlar. Linyit yerine kok yakıyorlar, bacadan çıkan dumanı havaya karışmadan yakalayıp yok ediyorlar. Kongreye katılan sayın üyeler arasında linyiti kok haline getiren bir projenin sahibi de bulunuyordu. Bu değerli delegenin yaptığı açıklamadan öğrendik ki, eldeki olanaklarla elde edilebilen kok henüz ihtiyacı karşılamaktan çok ama çok uzaktır. 

Kara pisletilmesine gelince, bunun kökeni ne kükürtdioksit ne de karbonmonoksit. Bunu doğrudan doğruya hemcinslerimizin, pislik duygusuna ve ihmaline borçlu bulunuyoruz. Avrupa su ve sabunla henüz dostluk kurmadan çok önce, orada en soylu geçinenlerin, hatta krallar ve kraliçelerin bile kokudan yanına yaklaşılamazken biz dünyanın en titiz ve temiz, en şartlı şurtlu toplumu idik. Şimdi bir de aynı milletin bugünkü savruk ve özensiz torunlarına bakın. Dünyada bir pislik olimpiyadı yapılsa İstanbul’umuz en azından bir bronz madalyayı hak edebilir. Belediyemiz ile vilayetimizin giriştiği karşılıklı yıpratma kampanyasının bilançosunu, yayılan mide bulandırıcı kokular, yüksek çöp dağları halinde İstanbul ahalisi ödüyor. Belediye çöpçülerin grevini birkaç hafta erteletebilecek parayı bulduğu zaman da, çöpçüler çöpleri karadan alıp en yakın kıyıdan denize boca ediyorlar. Sözümona karayı temizler taklidi yaparken denizi pisliğe boğuyorlar.

 

Yesil-Alan

Bizim bildiğimiz denize çöp dökmek her yerde beledi bir suçtur. Bunu belediyenin çöpçüsü yaparsa gerisi ne yapmaz. Çöp yakılır. Yakılarak çöpten enerji bile sağlanır. Ama anlayan beri gelsin. Suyun pislik tutmayacağı, denizin kendi kendini temizleyeceği mavalı artık çok gerilerde kaldı. Deniz de artık kendine bol miktarda boca edilen pisliği doğa yoluyla temizleyemez oldu. Deniz bal gibi kir tutuyor. Kaldı ki, kıyıya yerleşmiş fabrikalar da sağolsunlar bütün asitlerini, curuflarını, pisliklerini denize döküyorlar. Geçen yıl Bayramoğlu‘nda Çayırova Şişe Cam Fabrikası’nın döktüğü maddeleri belli bir rüzgâr bütün körfeze yayıyordu. Gidin, Moda koyuna, Kalamış koyuna bakın. Karanın çöplükleri nerde bitiyor, denizin çöplükleri nerde başlıyor, kestiremezsiniz. Biri ötekinin uzantısı halinde. Bu çöplük uzantısı sular insana peygamber ve Zati Sungur olmadan bile deniz üzerinden yürüyebileceği kanısını verebilmekte. Teknik Üniversite Hidrobiyoloji Profesörü Sayın İlhan Artüz pislik yüzünden denizin oksijeninin azaldığına ve nazik yapılı palamut, uskumru ve istavrit gibi balık nesillerinin yakında tamamen tükeneceğine işaret etti. 

Hazır bulunduğum kongrede sade dertler dökülmedi. Çareler de arandı, somut çözümler de gösterildi. Teşhis yapılıyor, reçete yazılıyordu. Ne çare ki, ilacı yapacak eczane kapalı idi. Artık nesli tükenmiş, pîr aşkına idealistler kuşağından biri olduğu hissini uyandıran Sayın Selahattin Uzel‘in yorulmaz yönetimindeki bu dernek, bugüne kadar iyi kötü yayınlar da yapmıştı. Bir pilot bölge seçip, ufak çapta da olsa, savunduklarını eylem haline geçirmeyi de denemişti. Ama bunları icra mevkiinde olanlara duyuramamıştı, gösterememişti. Duymak ve görmek için kulak ve gözleri olmak yetmiyor. İnsanda görmek ve duymak iradesi de bulunmak gerekiyor. 

Bence icra mevkiinde olanları uyarmak için onların dalga uzunluklarına seslenmek, yani onların bam teline basmak gerek. Bu bamteli de tek bir saplantıdır: İktidar, her şeye karşın iktidar. İktidar neyle olur? Oy çoğunluğu ile. Oy coğunluğunu ne oluşturur? Seçmen hazretlerinin bilinci… Ya da bilinçsizliği… 

Sayın delegelerden biri ne güzel bir örnek verdi. Çevre koruması sorunları örneğin İsveç kamusunun bilincine hatta bilinçaltına öyle bir sinmiş ki, seçimlerde bile adayların seçim yazgısını değiştirebiliyormuş. Başbakan Olof Palme son seçimlerini yurtta yeni nükleer güç santralleri açmak vaadi yüzünden kaybetmiş. Seçmenler yeni güç santrallerinin doğayı bozacağını düşündükleri için karşı partiyi tutmuşlar. 

Demek oluyor ki, iş dönüp dolaşıp büyük halk kitlelerini uyarmaya, bilinçlendirmeye, demokratik kefeye ağırlıklarını koyacak bir denetim gücü haline getirmeye dayanıyor. Zor iş elbet. Sabır ve inat isteyen, mücadele isteyen, uzun miadlı bir iş. Ama bunun başka yolu yok. 

Türk seçmeninin bu bilince bir gün vardığını düşünün. Politikacılar onun olumlu isteklerini kös dinlerler mi dinlemezler mi o zaman görürüz. Dinlemesin isterse, o zaman kavuk elden gider. Onlar o kadar iktidar hastasıdırlar ki, iktidarı bırakmamak için bir gün bakarsınız, olumlu işler görmeyi bile göze alabilirler. 

20 Şubat 1977 

Haldun Taner

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.