Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) kurulduğunda KKTC’yi tanıtma şansımızın arttığını düşünüyorduk. Ama şimdi TDT üyeleri birbiri ardından Güney Kıbrıs Rum Yönetimini (GKRY) Kıbrıs’ın tamamının temsilcisi olarak tanımaya ve Güney Kıbrıs’ta büyükelçilikler..
Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) kurulduğunda KKTC’yi tanıtma şansımızın arttığını düşünüyorduk. Ama şimdi TDT üyeleri birbiri ardından Güney Kıbrıs Rum Yönetimini (GKRY) Kıbrıs’ın tamamının temsilcisi olarak tanımaya ve Güney Kıbrıs’ta büyükelçilikler açmaya başladılar. Ne ilginçtir ki, Türk Devletleri Teşkilatı Aksakallar Heyeti Başkanı Türkiye Cumhuriyeti’nin eski başbakanlarından Binali Yıldırım.
Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tanımalarında en büyük sorumluluğu Türk hükümetleri ve yetkilileri taşıyor.
Perşembenin geleceği çarşambadan belliydi.
Kıbrıs Barış Harekatı’nın Başbakanı Bülent Ecevit’in anlattığına göre, daha başta, sorunlar başladı, koalisyon hükümeti dağıldı. Ecevit’e azınlık hükümeti kurma olanağı tanınmadı. 1983 yılında Ulusu hükümeti Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etti ancak daha sonra gelen Turgut Özal ve hükümeti bunu kabullenemedi. KKTC’nin tanınması için çaba göstermedi. (1)
Yazar Yılmaz Dikbaş, 17 Nisan tarihli bir makalesinde, “17 Aralık 2004 tarihinde Brüksel’de Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasında imzalanan anlaşmayla Kıbrıs Rumlara verildi” diyor ve 2006 yılında AB belgelerine dayanarak Tabuta Çakılan Son Çivi kitabında yazdığını belirtiyor (2).
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek 15 Nisan akşamı Ulusal Kanal’da Çıkış Yolu programında Vatan Partisi’nin iki girişimini hatırlattı. Özetle şöyle:
Ya portakal öyküsüne ne demeli?!.
Annan Planı tartışmaları sürerken KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, ‘Bugüne kadar bir kasa portakal bile satamadılar, ne egemenliği’ sözüne sert yanıt vermiş; Türkiye’nin AB’den tarih almak için ‘Kıbrıs’ı feda ettiğini’ ileri sürmüştü. (4)
Denktaş şöyle konuşmuştu:
“Büyükelçinizi niye gönderdiniz? Bizi yaralamayın, gücümüze gidiyor. Egemenlik için mücadele, ‘Kıbrıs’ın meşru hükümetiyim’ diye diye tüm Kıbrıs’a sahip çıkmaya çalışan Rum tarafının tüm Kıbrıs’a sahip çıkma hakkı olmadığını gür sesle savunmakla, bu iddiada bulunanlarla masaya oturmamakla olur. Biz Türkiye’nin siyaseti nedeniyle devamlı surette masaya oturduk. Rum tarafı bizi ‘azınlık’ olarak yansıttı ve egemen olmadığımızı yaydı. Mecburen biz masaya oturdukça dünya bizi ‘meşru hükümetten haklar almak isteyen bir azınlık taraf’ olarak değerlendirdi… ‘Malını mülkünü satamıyorsun, futbol oynayamıyorsun, bu ne biçim egemenlik?’ demesi, kabul edilemez bir durum. Kıbrıs elden gidiyor”.
Denktaş’a göre, KKTC’yi kurulduğundan bu yana tanımaya hazır olan Bangladeş, Pakistan ve Azerbaycan’ın yolu daha başta “Amerikan baskısıyla” kesilmişti.
Türkiye’nin Yunanistan’ı NATO üyeliğini kabul etmesi saflığına ne demeli?!. (Bu gidişle Güney Kıbrıs’ın NATO’ya girmesine de göz yumulursa şaşmamak gerek)
Ya GKRY’nin AB üyesi yapılmasına göz yumma aymazlığını akıl alıyor mu?!.
Dahası var:
Geçen sene Netflix’te “Famagusta” isimli 24 bölümlük bir dizi yayınlandı. O dizide, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ve tarihi gerçekler çarpıtılıyordu, Türk askeri ve Türkler karalanıyordu. Kıbrıslı Türklere yapılan baskı, eziyet ve katliamlardan; planlı ve kasıtlı soykırımdan bahsedilmiyordu. Ne oldu? Türkiye gene teslimiyetçi bir tavır içindeydi. Netflix Türkiye’den kovulacağına 5.300.000 aboneye sahip oldu.
Netflix’in böyle bir diziyi yayınlayacağını duyurduğu sırada, 29 Ağustos’ta, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da Brüksel’de yapılan Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları toplantısına konuk olarak çağrılmıştı. Beş yıldır toplantılara çağrılmayan Türkiye Dışişleri Bakanı neden çağrılıyordu?
Dışişleri Bakanlığımız AB’nin çağrısını AB’nin Türkiye ile bir “diyalog arayışı(!)” olarak değerlendirerek “olumlu karşılamıştı(!)” AB ise gene “egemen, eşitlik temelinde iki devletli çözüm”ü rafa kaldırmayı dayatıverdi.
4 Haziran 1878’de Sultan Abdülhamid ile İngiltere arasında imzalanan ve aynı yıl 12 Temmuz’da Kıbrıs’ın İngilizler tarafından işgaline yol açan “Kıbrıs Konvansiyonu (Cyprus Convention)”ndan bu yana Kıbrıs’ın Türklerden arındırılıp Rum/Yunan adası haline gelmesi adım adım gerçekleştirilmeye çalışıldı.
Emperyalizm, o zamandan bu yana İngilizlerin, “Havuç ve sopa (carrot and stick)” dedikleri taktiği uygulamaya devam etti.
Türkiye’nin teslimiyetçi tutumuyla Kıbrıs konusuna ne bir çözüm gelmiş ne de KKTC üzerindeki kısıtlamalar, baskılar ambargolar kalkmıştır.
Rum/Yunan yanlıları kara propagandalarını her alanda kararlılıkla yaymakta, Türk düşmanlığında sınır tanımamaktadır. Gerçekleri ters yüz eden filmler yapmakta kitaplar yazmaktadırlar.
Biz de gerçekleri yazmaya, duyurmaya, göstermeye çalışıyoruz. KKTC’nin tanınması için elimizden geleni yapıyoruz.
20 Temmuz 2024 Kıbrıs Barış Harekatı’nın 50. yıldönümünde KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar ve Danışmanı Prof. Dr. Ata Atun’un önsözleriyle yayınlanan “Bir Daha Asla – Yavruvatan’da Türk Soykırımı“ isimli kitabımızda esas olarak yabancı kaynaklara dayandık. Yabancıların tanıklıklarını sunduk. Bunlar arasında Kıbrıs’ta ilk görev yapan BM Barış Gücü’ne bağlı İsveç askerlerinin Komutanı ve Kıbrıs isimli bir kitap yazmış olan Albay Jonas Waern, Kıbrıs’ta görev yapan İsveçli polislerden, “İsveç Polisi Kıbrıs’ta” kitabının da yazarı Komiser Paul Holmberg, “Kıbrıs’ta BM Gözetiminde Türk Soykırımı” kitabının yazarı İsveçli Teğmen Willy Lind, İngiliz Hukukçu Milletvekili Michael Stephen, “Kıbrıs’ta Soykırım” kitabının yazarı İskoçyalı Gazeteci Yazar Harry Scott Gibbons’u sayabiliriz.
Kitapta görüşlerine yer verdiğimiz diğer önemli bir kişi de Stockholm Akdeniz Müzesi Kıbrıs Bölümü Sorumlusu Marie-Louise Winbladh’dır. Winbladh bu görevde otuz yıl çalışmış, Kıbrıs’ta kazılara katılmış, Yunanistan’da bulunmuş, Kıbrıs konusunda pek çok kitap yazmıştır. İsveçli kadın arkeolog Winbladh aynı zamanda bir Yunan ile evliydi. Yunancayı da anadili gibi konuşuyor. Yunan kocasından bir de oğlu var.
Marie-Louise Winbladh kitaplarında yalnız arkeolojik kazıları anlatmıyor. Kıbrıs’ın ve Rumlar dahil Kıbrıslıların Anadolu’nun parçası olduğunu da belge, bilgi ve DNA araştırmalarıyla açıklıyor. Winbladh otuz yıl boyunca Rum ve Yunan meslektaşları ve siyasetçileri tarafından nasıl aldatıldığını, anılarıyla anlatıyor. Bunları da aktardık.
Winbladh’ın şu sözü her şeyi özetliyor: “Otuz yıl Yunan/Rum propagandasına kanmışım.”
Sözün özü, aslında gerçekleri bilen söyleyen namuslu Batılılar da var. Bunların tanıklıklarını çok iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Başta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti görevlileri ve yetkilileri olmak üzere hepimize gerçekleri anlatmak ve KKTC’yi tanıtmaya çalışma görevi düşüyor.
Bülent Ecevit ile Kıbrıs Barış Harekatı’nın 15. Yıldönümü nedeniyle bir söyleşi gerçekleştirmiştik. Sayın Bülent Ecevit daha o zaman Türk hükümetinin KKTC’yi tanıtmadaki zaaflarına dikkat çekmiş; Türkiye’nin Kıbrıs konusunda kararlı olması gerektiğini vurgulamıştı.
Bülent Ecevit’in otuz beş yıldır dikkate alınmayan kısa ve kesin çözümü şu:
“Bütün iyi niyeti gösterdik. Bir sonuç alamadık. Artık bizim sorumluluğumuz ortadan kalktı. Kıbrıs Türkleri kendi kendilerini yönetiyorlar. Rumlar ne zaman bir anlaşmaya hazır olursa onlar gelsinler, “biz hazırız” desinler”. (5)
O kadar…
ABDULLAH GÜRGÜN
Gazeteci – Yazar
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.