Karıncayı Tanırsınız: Cevdet Kudret

Edebiyata şiirle girdi. “Yedi Meşale“ciler arasında yer aldı. Oyunlar yazdı. İlk romanı Sınıf Arkadaşları 1942’de yayımlandı. Tek parti dönemine rastlayan öğretmenliğini Havada Bulut Yok adlı romanında (1958) anlattı. Karıncayı Tanırsınız..

Karıncayı Tanırsınız: Cevdet Kudret
Yayınlanma: Güncelleme: 180 okuma

Edebiyata şiirle girdi. “Yedi Meşale“ciler arasında yer aldı. Oyunlar yazdı. İlk romanı Sınıf Arkadaşları 1942’de yayımlandı. Tek parti dönemine rastlayan öğretmenliğini Havada Bulut Yok adlı romanında (1958) anlattı. Karıncayı Tanırsınız (1976), bu roman üçlemesinin son cildiydi.

Cevdet Kudret 1907’de İstanbul’da doğdu. İÜ Hukuk Fakültesi’ni bitirdi (1933). Kayseri ve Ankara Atatürk Liselerinde, Devlet Konservatuarı’nda öğretmenlik yaptı; İnönü (Türk) Ansiklopedisi’nde çalıştı. Demokrat Parti iktidara gelince öğretmenlikten ayrılmak zorunda kaldı. Takma adlarla lise edebiyat kitapları ve incelemeler yayımladı; avukatlık yaptı, Türk Dil Kurumu’nda ve Bilgi Yayınevi’nde çalıştı. Şiir (Birinci Perde), oyun (Tersine Akan Nehir, Rüya İçinde Rüya, Kurtlar, Danyal ve Sara, Yaşayan Ölüler, vb), öykü (Sokak) ve romanlar da yazan Cevdet Kudret, daha çok edebiyat tarihçisi ve incelemecisi olarak tanındı. Bu alandaki başlıca yapıtları şunlar: Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman, Dilleri Var Bizim Dile Benzemez (1966), Karagöz (3 cilt, 1968-70), Ortaoyunu (2 cilt, 1973 – 1975; TDK Bilim Ödülü), Bir Bakıma (1977), Örneklerle Edebiyat Bilgileri (2 cilt, 1980), Benim Oğlum Bina Okur (1983), Kalemin Ucu (1991). Cevdet Kudret’i 10 Temmuz 1992’de yitirdik.

Cevdet Kudret

1940’larda yazdığı hikâyeleri derleyen Sokak (1974), klasik hikâyeciliğimizi çağdaş edebiyatımıza bağlıyordu. Günümüzde bu yapıtlarının yeterli ölçüde tanındığı söylenemez. Genç kuşaklar Cevdet Kudret’i titiz bir edebiyat tarihçisi ve incelemecisi olarak tanıyor. Onu roman ve hikâyeden koparıp bu alana yönelten, “aydın kırımı“nın bir sonucu olan “geçim derdi“:

Ben yavaş çalışan bir adamım,” diyor. “Bir roman üzerinde çalışmak birkaç yılı alır. Bunun geliri evimin geçimini sağlayacak düzeyde olmadığı için, onu bırakıp başka alanlara yöneldim. Çünkü Demokrat Parti, iktidara gelir gelmez beni öğretmenlikten ayrılmak zorunda bıraktı. Hayatımı yazılarımla, başka işlerle kazanmak durumunda kaldım. Gördüm ki edebiyat insanı geçindirmiyor. Bu arada takma adlarla okul kitapları yaptım, Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman gibi okullara seslenen kitaplar yaptım.”

Cevdet Kudret-Karagöz

Hikâye ve romanı bıraktı ama, ilk cildi 1965’te, ikinci cildi 1967’de, son cildi Kasım 1990’da yayımlanan Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman’la bu türlerin yüz yıllık gelişimini gözler önüne serdi. Kitabın hazırlanış serüvenini şöyle anlatıyor;

1964’te başladım. Hikâye ve romanımızın 1859’dan 1959’a yüz yıllık gelişimini anlatma amacı güdülmüştü. İlk iki cildi hazırladım; Varlık Yayınları bastı. Yaşar Nabi, üçüncü cildin de olması gerektiğini anlayınca bir mektup yazdı. ‘Satılması zor,’ dedi. ‘Çünkü Tahir Alangu’nun Cumhuriyet dönemi için üç ciltlik bir kitabı var, satışı iyi değil.’ Ben de ‘Pekâlâ, burada keselim’ dedim. Ama benim kitap satıldı. Bir yıl sonra Yaşar Nabi, ‘Üçüncü cildi hazırladın mı?’ dedi. ‘Hayır’ dedim, ‘başka işlere başladım. Onu yapmadım ve artık yapamam.’ Bir bakıma işime de yaradı. Çünkü yaşayan yazarlardan da söz etmek gerekiyordu. Bunların bir kısmı dostlarımdı. Oysa ben tarafsız kalma, sosyal konularda da tarafsız olma yöntemini uygulayan bir kişiyim.”

Cevdet Kudret-Karıncayı Tanırsınız

Cevdet Kudret, edebiyatçının bir fizikçi gibi çalışması gerektiği görüşünde:

Fizikçi nasıl taşın düşme hızı Türkiye taşları için daha hızlıdır, Fransız taşları için daha yavaştır diye düşünmezse, edebiyatçının ya da sosyal konularla uğraşan yazarların da tıpkı böyle davranması, elden geldiğince tarafsız kalması yöntemini benimsediğim için, Cumhuriyet dönemini yazmamak biraz da işime geldi. Sevdiğim kişilerin taşını daha erken, sevmedikleriminkini daha geç düşürmek isterdim.”

Üçüncü cildi geçen yıl bir trafik kazası sonucu evde dört ay kapalı kalınca hazırlıyor. Her üç kitapta da ölçütü, Türk hikâye ve romanını temsil edecek kişileri ve yapıtları seçmek. Biraz da, yararlanabilecekleri derli toplu bir kaynak bulunmadığını düşünerek, okulları ve üniversiteleri gözönünde bulunduruyor.

Cevdet Kudret-Kitap

Edebiyatımızın gelişmesinden söz açılınca, ilk ürünlerin verildiği Tanzimat döneminden çok kısa bir süre (yirmi beş yıl) sonra Halit Ziya’nın Aşk-ı Memnu romanına geçilmesini “dikkate değer bir olay” diye niteliyor Cevdet Kudret: “Namık Kemal’in İntibah’ının ilkelliğinden Aşk-ı Memnu’un olgunluğuna nasıl atlamış edebiyatımız? Bu, Halit Ziya’nın kişisel yeteneğine bağlanabilecek bir olaydır. Yoksa yirmi beş yıl içinde o ilkellikten bu olgunluğa ulaşmak, her edebiyatta mümkün değildir. Bizim edebiyatımızda da… Aşk-ı Memnu, roman tekniği bakımından mükemmelliğini hâlâ korumaktadır.”

Kitabının Cumhuriyet dönemini, daha doğrusu 1923-1959 yıllarını yansıtan son cildinde 17 yazarı (S. Ertem, B.S. Kunt, S. Ali, S. Faik, S. Ağaoğlu, Z. O. Saba, K. Tahir, İ. Tarus, K. Bilbaşar, S. Kocagöz, O. Kemal, A. Nesin, H. Taner, O. Akbal, N. Meriç, Y. Kemal, F. Baykurt) ele alıyor.

Cevdet Kudret03

Bunları seçerken, önceki ciltlere göre, daha da zorlanmış olmalısınız,” diyorum. “Çünkü dışarda kalmış pek çok yazar var. Sözgelimi A. H. Tanpınar, Rıfat Ilgaz…”

Gerçekten zorlandım. Bir kere, bu dönemi temsil edecek kişileri seçmek gerekiyordu. Kitabın hacmi de sözkonusuydu. Bu bakımdan, en kalburüstü olanlarını seçme yoluna gittim. O dönemi temsil eden daha pek çok iyi yazar bulunduğu halde, acıya acıya, birçoğunu alma olanağını bulamadım. Ahmet Hamdi Tanpınar’ı fazla şişirdiler gibi gelir bana. Benim anlayışıma göre, hikâye ve romanın şairanelikten uzak olması gerekir. Oysa Ahmet Hamdi gerek nesirlerinde gerek romanlarında şöyle

düz bir anlatımla anlatmaz. Hep şairane sözler etmeye çalışır, şairane cümlelere bayılır. Şiirle nesri birbirinden ayırt etmez. Şair Ahmet Hamdi şiirlerinde nasıl bir mecaz yüklü anlatım kullanıyorsa, nesirlerinde de aynı şeyi kullanmaya heves etmiştir. Bu beni rahatsız ettiği için hiç değinmemeyi yeğledim. Huzur romanı çok övüldü. Fakat ben övdükleri kadar bulmadım. Alamadığım öteki yazarlar içinde çok sevdiklerim, beğendiklerim olduğu halde, devrin temsilcisi olmadıklarını düşünerek onları almadım. Köy Enstitüsü’nden yetişen yazarların temsilcisi olarak Fakir Baykurt’u seçtim. Ötekilere ne yazık ki fazla yer ayıramadım. Mizah hikâyesi bakımından Rıfat Ilgaz’ı almak isterdim. Aziz Nesin’i alınca artık onu alma olanağı bulamadım. Nezihe Meriç, devrini temsil ediyordu. Bütün hanım yazarların görevini de ona yüklemiş oldum.”

Bu noktada “hanım yazarlar“dan söz açmak gereğini duyuyor Cevdet Kudret:

Dördüncü cildi yazma imkânım olsa -ki, yazmayacağım- hanımlara büyük yer vermek , Füruzan, Nazlı Eray, Sevgi Soysal gibi yazarları almak gerekir. Daha pek çok hanım yazar yetişti. Bunların hepsi üzerinde elbette durulmalıdır. Daha öncekiler birtakım piyasa romanları yazmakta idiler. Güzide Sabri ile başlıyor bu iş. Mükerrem Kâmil Su, Muazzem Tahsin, Kerime Nadir… Bunların piyasa romanları üzerine Behice Boran, Adımlar dergisinde çok esaslı bir inceleme yapmıştır. O dönem yazarları arasında Peride Celal sonradan ciddi romanlar yazdı. Son olarak Ada adlı küçük bir romanını okudum, gerçekten güzel bir eser.”

Cevdet Kudret-Nedim

Hikâye ve romanımızın yüz yılda aldığı yolu değerlendirirken “büyük bir aşama gösterdiğini” söylüyor:

Dediğim gibi, Halit Ziya, yirmi beş yılda Namık Kemal’i çok gerilerde, hatta bir yüzyıl geride bırakmıştır. Ondan sonraki gelişmeler de aynı şekilde olmuştur. Cumhuriyet dönemiyle hikâye ve romanımız en parlak devrine ulaşmıştır. Bugün bir Sait Faik, bir Orhan Kemal, bir Yaşar Kemal zor ulaşılacak yüksekliklere ulaşmış yazarlardır. Nitekim Yaşar Kemal bir ara Nobel ödülüne aday gösterilmişti, vermediler. Ama sonradan verdiklerini okuyorum da… 1960’tan sonra yetişen yazarlar içinde de gerçekten büyük değerler var. Edebiyatımızın daha da ileri gideceği kanısındayım. Çünkü edebiyat, inşaat gibi, tuğla tuğla üstüne konarak yükselir. Yeni yazarlarımız elbette bu binayı daha da yükseltecekler.

Edebiyat öğretiminde geniş ölçüde metinlere yaslanılması görüşünden yola çıkarak mı kitapta incelemeleri sınırlı, örnekleri uzun tutmuş Cevdet Kudret?

“Evet,” diyor. “Yöntemim, söylediğim sözleri, öne sürdüğüm iddiaları örneklerle belirtmektir. Bir şey söylüyorsam, onu mutlaka bir belgeye dayamak ihtiyacını duyarım. Bu ise doğrudan doğruya o yazarın eserleriyle ortaya çıkabilir. Hiçbir kural önceden konamaz. Kurallar metinlerden, metinlere göre doğar. Edebiyat öğretiminde de, dilde de böyledir. Önce kuralları konup, sonradan dil ya da edebiyat yapılamaz. Onun için, önce kaynakları verip kuralları oradan çıkarma yöntemini uygulamaya çalıştım. Aldığım her metnin üstünde de ufak açıklamalar yaparak bunu belirtmek istedim.”

Açıklamalar yaparken eleştirel yargılar da verdiği söylenebilir mi?

Evet, eleştirel yargılara gittim. Lehinde olduğum kişilerin olumlu yanlarını, lehinde olmadığım kişilerin olumsuz yanlarını belirtmeye çalıştım. Bu arada… Örneğin Aziz Nesin’in Saçkıran adlı bir romanı vardır. Pek yaygın değildir. Tahir Alangu, bunun Aziz Nesin’in en kötü eseri olduğunu söylemiştir. Ben bunun tam tersini öne sürdüm, en iyi eserlerinden biri olduğunu gene örneklerle belirtmeye çalıştım. Sanırım Tahir Alangu’nun yargısı dolayısıyla Aziz Nesin o eser üzerinde yeniden çalışmamış ve ikinci, üçüncü… baskılarını yaptırmamıştır. Öte yandan, ben edebiyatta dile önem

veririm. Çünkü edebiyat bir dil sanatıdır. Dilde sürçmeler varsa, en yakın dostlarımın eserlerinde bile böyle bir şey gözüme ilişmişse, onları belirtmekten geri durmamışımdır. Hep eleştirel gözle bakmışımdır. Ama kendimi bir eleştirmen olarak görmem, bir edebiyat tarihçisi olarak görürüm. Edebiyat tarihçisi gözüyle birtakım eleştiriler yapmış olabilirim.”

Cevdet Kudret-Yunus Emre

On yazarı ele alsanız, her birinin en aşağı beş kitabını inceleseniz, elli kitabı okuyup değerlendirmeler yapmak, parçalar seçmek zorundasınız… Epey güç bir çalışma… Bu bakımdan, 1959 sonrasında yetişen romancı ve hikâyecilerimizin kendilerinden öncekilerden ayrıldıkları noktalara ilişkin soruyu şöyle cevaplıyor Cevdet Kudret:

Kendimi tam anlamıyla 1959 sonrası edebiyatını incelemiş saymıyorum. Onun için, bu karşılaştırmayı yapmakta yetkili bulmuyorum. Bir okuyucu olarak izledim, incelemeci olarak ele almadım. İçlerinde çok sevdiklerim de oldu. Ama değerlendirme yapmak istemem.

Ya kendi romancılığı? Cevdet Kudret’in roman ve hikâyeden kopuşunun nedenlerinden yukarda söz etmiştik. Üç romanı (Sınıf Arkadaşları, Havada Bulut Yok, Karıncayı Tanırsınız) üzerine de şu değerlendirmeyi yapıyor:

Ben, biyografik romanla başladım işe. 1914’ten 1945’lere kadar getirdim. Birbirini tamamlayan, ayrıca her biri bağımsız birer cilt olan üç roman yazdım. Böylece Türk toplumundan otuz yıllık bir kesit vermek istedim. Hatta bu tarz romanlara, yazmadım, söylemedim ama ‘kesit roman’ diye bir ad taktım kendi kendime. Uyguladığım roman tekniğinde kendimce yapmak istediğim şey şu: O zamana kadar olaylar tek kahramanın üstünde örülür, tek kahramanın serüveniyle roman biterdi. Ben ise asıl

kahraman Süleyman’ın çevresinde toplumun türlü kişilerini vermeye çalıştım. Bu fikri de Gogol’un ünlü romanı Ölü Canlar’da uyguladığı teknikten aldım. Bilirsiniz, Ölü Canlar’da roman kişisi, çeşitli çevreleri dolaşır; başka başka kişiler verilir. Ben de o tekniği benimseyerek Türkiye’ye uygulamaya, o vesileyle çeşitli çevreleri vermeye çalıştım.”

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.