Mektubunu aldım. “Darılma ama” diye başlayışını doğrusu yadırgadım. Sen benim şakalarıma darılıyor musun ki ben seninkilerden incineyim. Bunca yıllık hukukumuz var. Sen beni harcayamayacaksın beni seni harcamayacağım da biz kimleri..
Mektubunu aldım. “Darılma ama” diye başlayışını doğrusu yadırgadım. Sen benim şakalarıma darılıyor musun ki ben seninkilerden incineyim. Bunca yıllık hukukumuz var. Sen beni harcayamayacaksın beni seni harcamayacağım da biz kimleri harcayacağız.
İsveç‘teki –senin deyiminle caanım– bir kongreyi yarıda bırakıp oyumu kullanmak için apar topar yurda koşuşumu iflah olmaz naivliğime veriyorsun. Naivliği, çoktan diyemeyeceğim ama, son yıllarda hayli yendiğim kuruntusundaydım. Ama yine de zarar yok. Beni öyle bil yine. Kendime karşın yine de öyleyimdir belki. Ne oldu sonunda? Senin tek oyun çok mu işe yaradı? İş olacağına varmadı mı? diyorsun. Yeni Milli Cephe Hükümeti Celilemiz, cem-i cümleye mübarek olsun, diyorsun.
Hatırlar mısın? Lisede iken Lucretius‘un bir şiirini ukalalık olsun diye Latincesinden ezberlemiştik. Suave mari magno turbentibus aequora ventis diye başlardı. Açık denizde çılgın rüzgârın coşturduğu dalgalarla pençeleşen insancıkları huzurlu bir kıyıdan seyretmek ne hoştur, diyordu şair. Senin mektubunu okurken sesinin tonunda böyle bencil ve sinsi bir mutluluk sezer gibi oldum. Bu da senin suç kompleksini unutturuyor, vicdanına bir avuntu sağlıyorsa, helal olsun. Devam et.
Gerçekten de yirmi yıldır huzurlu bir kıyıya yanaştın. Bugünkü seviyesine gelmesinde ne kendinin, ne babalarının hiçbir katkısı bulunmayan uygar ve konforlu bir ülkenin bütün nimetlerinden hazıra konup bol bol faydalanıyorsun. Bizler ise bağladığın yerde otluyoruz. Otlasak yine iyi. Lucretius‘un çalkantılı denizinde fındık kabuğu tekneleri ile çalkalanan zavallı denizciler mísali durmadan boğuşuyoruz. Daha ileri gitmek, daha üstün bir yere varmak için de değil. Sadece ve sadece daha geriye gitmemek, büsbütün boğulmamak için.
Evet huzurlu bir kıyıya demir attın, orda evlendin. Çoluk çocuk sahibi oldun. Oralılaştın. Ayıp olmasa oranın uyrukluğuna bile geçeceksin. Henüz geçmemiş olmandan ötürü Türkiye’ye bir minnet bile yükleyeceksin nerdeyse. Senin –bunda şaka yok– mükemmel beynin artık orası için işliyor. Doğululuğunu, pek tutulmayan bir milletin çocuğu oluşunu unutturan kafa yeteneklerin oluyor. O kafa yetenekleri ki onun yurdu yoktur. Batı, beynini sömürdüğü insanlara, kendi uyruklarına sağladığı konfordan pay verip gönül alır. Sen de şimdi dert üstü murat üstüsün. Araban, yazlığın, kışlığın, çiftliğin, hafta sonu evin, yaşamını sevimlileştiren hobilerin, oyalantıların var. Kesen, bir tüketim toplumunun bütün oyuncaklarını edinebilmene olanak sağlıyor. Allah versin. İçinden “Bir insan ki kafası işler. Gerçekleri sezer, bir insan ki yaşamını yeni bir doğrultuya doğru değiştirme yürekliliğini ve iradesini gösterir, bir insan ki arkasındaki köprüleri yakar, işte böyle benim gibi başarıya varır” diyorsundur muhakkak. Sonra da arada bir eski köyünde ne olup bittiğine şöyle bir boş çeyreğinde o köyün gazetelerine şöyle bir göz atarak öğrenmek lutfunda bulunuyorsun. Kendi tutulabileceğin bir hastalığa senin yerine tutulmuş olanlara acır gibi. Sonra da eski dostlarını olgun bencilliğinin son verileriyle hiç değilse aydınlatmak tenezzülünde bulunuyorsun.
Evet sevgili dostum. Sade ben değil, milyonlarca insan oy vermeyi adam yerine sayılmak ve demokrasinin alfabesindeki ilk yurttaşlık borcu bellediğimiz için apar topar sandıklara koşup oyumuzu attık. Oyları bir işe yaramadı dediğin o milyonlar oylarını niye CHP’ye attılar?
Belki bu partinin inanmış fanatikleri oldukları için, belki de benim gibi CHP’li olmadıkları halde bugün piyasada programına can ve gönülden katılabilecekleri başka bir partinin yokluğunda onu Milliyetçi Cepheye kıyasla ehven-i şer saydıkları için. Bunu da niye yaptık? Sonradan içimizde bir ukde kalmasın diye. Koşup oy vermek, sonra da oy verdiği tarafın şansını yitirdiğini görmenin verdiği üzüntü başkadır. Dışarda her şeye ilgisiz kalıp, ayağına üşenip sandık başına gitmeyip –yine senin deyiminle– olacağına varan olaylara seyirci kalmanın insanın içinde bırakacağı vicdan tortusu başkadır. Birincisinde hayıf vardır. “Çalıştık ama kâr etmedi” duygusu vardır. İkincisinde sadece kaytarma vardır. Benden atlasın da nerde patlarsa patlasın, bencilliği vardır. Bu seni rahatsız etmiyorsa ne mutlu sana. Nirvanaya varmışsın demektir. Böylece bir vicdan huzursuzluğu birçok insanı olduğu gibi beni de çok rahatsız ederdi. Bizler henüz o senin ilgisizlik aşamana eremedik. Bu gidişle ereceğe de benzemeyiz. İnsan, istese de, içinde yaşadığı topluma Lucretius‘un huzurlu felsefe kıyısından bakamıyor. Denizde çırpınanlara elinden geldiğince yardım etmeye çalışıyor.
Sen bunları huzurlu bir kıyıdan dudağının bir ucunda pipon, öbür ucunda çarpık gülümsemen seyredip duracaksın. Esenlikte daim ol. İyi yaşamaya bak. Konforlu yaşamaya bak. Onlar gibi görünmeye, onlardan olmaya özen. Bol kazan, bol tüket. Mutluluk sence neyse ona uygun yaşa. Senin gibi beyin göçüne kalkacakları güzel örneğinle körükle.
Biz naivler, biz ilkel bir duygusallıkla köylerine bağlı olanlar burada sokaklara dökülmüş çöpler arasında, lağım kokan denizler çevresinde, yolsuzluklar, zorbalıklar, serseri kurşunlar, haksızlıklar, demagojiler ortasında yine birbirine benzeyen kahırlı günlerimizi tüketmeye çalışacağız. Küçük yaşamımızı birtakım güncel küçük umutlar ve umutsuzluklarla renklendirmeye çalışacağız. Ama sana hiç gıpta etmeden. Bak buna yüzde yüz emin olabilirsin.
Hoşçakal dostum. Yine tatlı mektuplarını beklerim.
24 Temmuz 1977
Haldun Taner
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.