Hoşnut kalınmayan işlerin kerameti kendinden menkul sorumluları için söylenen bir ifade var. İstenmese de bazen insanın dilinin ucuna geliyor. “Felsefe, felsefecilere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir“, “Ekonomi, ekonomistlere bırakılmayacak kadar..
Hoşnut kalınmayan işlerin kerameti kendinden menkul sorumluları için söylenen bir ifade var. İstenmese de bazen insanın dilinin ucuna geliyor.
“Felsefe, felsefecilere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir“,
“Ekonomi, ekonomistlere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir“,
“Sanat, sanatçılara bırakılmayacak kadar ciddi iştir“, kalıbındadır bu ifade.
Her durumda kullanılır; ve de uzmanına bırakılamayacak işler saymakla bitmez. Bazen küçümseyici ve alaycı gibi olsa da her zaman düşündürücüdür. Gerçeğin en azından bir yüzünü yansıtır.
Medyaya, Bilim üniversitelere bırakılmayacak kadar önemli bir iştir dedirtecek türden haber düştü geçenlerde.
Bir Üniversitemiz “Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış” başlıklı kongre düzenlenmiş. Altıncısıymış.
Açılışını yapan din büyüğümüz, “insanlığın ve bilhassa gençliğin soru ve sorunlarına rehberlik edecek sunumlar, hakikat arayışını sabote eden yaklaşımlar karşısında gençliğe ufuk kazandıracak tebliğler çıkacağına inanıyorum.” ifadeleriyle kongreden beklentilerini belirtmiş.
Kongreye katılanlar da bu beklenti doğrultusunda: “Bilim dünyası yaklaşık iki yüzyıldır ateizmi esas alan bir ideolojinin tesiri altında. Bu ideoloji sahipleri, kâinattaki bütün varlıkları tesadüfen ve rastgele tabiatın kendi kendine meydana getirdiğini belirtmektedir. Evrim konusu hiçbir bilimsel veriye dayanmayan, bilimsel araştırmaları kabul etmeyen, özellikle kromozom ve genler hakkında dahi herhangi bir bilgiye sahip olmayanların, bilimsel verilerden yoksun bir şekilde tamamen ideolojik bir bakış açısıyla yüzyıllardır insanlara dikte edilmektedir”. “Kainatın ve insanın yaratılışını anlamada bütüncül düşünceye ihtiyaç var”, “Yani maddenin yanında mananın da dikkate alınarak bilimin metotları çerçevesinde yaratılış hakikatinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Kongrelerin öncelikli hedefleri arasında bilim ve inanç merkezli bir farkındalık oluşturmak gelmektedir” gibi görüşler ileri sürmüşler.
Önceki Kongrede ise “İnce ölçü ile tanzim edilen kâinat bir yaratıcıyı gösteriyor. Seküler-laik bilim ve ders kitaplarındaki gizli tehlike. Seküler pozitivist inanç temelli evrim fikrinin dogmalaştırılarak dayatıldığı” sonucuna varılmış.
Gelin görün ki Kongrelerin adındaki “Uluslararası“, “Bilimler“, “Işık“, “Yaratılış“, sözcüklerinin bir araya getirilmesiyle başlayan sorun var.
Önce, uluslararası olan bilimler mi, yaratılış mı sorusu akla takılıyor
Herhalde bilim olmamalı diye düşünüyor insan; çünkü bilim değil uluslararası, uluslarüstü olmayı da aşan, evrenin her yeri için geçerli bir kavram. O halde “Uluslararası Bilimler” ifadesiyle, yaratılış kavramı hem “bilimler“in arkasına gizlenmiş oluyor; hem de kongrenin pozitif bilimler dünyasının kongresi olduğu aldatmacası ustaca oluşturuImuş oluyor. Ama kongreye katılan “Uluslararası bilimciler” kimler olduğu pek belli değil. Gerçekten katılmışlarsa bu kişilerin, “inançları yaratılıştan yana olan bilimciler” ya da başka ifadeyle “inançlı bilimciler” olduğu akla geliyor.
Oysa İnanca inananlar ile bilime inananların yolları, günümüzde artık kesişmiyor olmalıdır. Ne de olsa iki tarafın aklıselim sahipleri çoğunluktadır çünkü. Gene de postmodern dönemimizin kimi gayretkeşleri onların yollarını önce çakıştırıp, sonra onlara arabuluculuk yapmayı kendilerine görev edinmişlerdir. Bir zamanların ortaçağına özlem midir bu?
Yaratılış daha çok evrimin antitezi imiş gibi dolaşıma sürülmüş kavramdır. Oysa pozitif bilimin gündeminde yaratılış diye bir konu yoktur. Hiç de olmamıştır.
Ne var ki, Varolmamışlık kavramıyla baş etmenin zorluğundan olsa gerek, yaratılışçılık kendine antitez olarak yaratılmamış olmayı yani “hiçliği” değil de, evrim‘i seçmiştir.
Oysa, bilimin kendi antitezini hangi yöntemle nasıl oluşturduğu bellidir. Üstelik bilimsel gerçeklerin, ancak aksi kanıtlanıncaya kadar doğru kabul edilebileceği temel ilke olarak kabullenilmiştir. O, kendi antitezinin bilimsel olmasını arar. Doğru yöntemle ortaya konmuş ise, yeni gerçekler eskilerin yerini alacaktır.
Buna karşın Yaratılışçılar, kendi inançlarını kutsarlar ve evrimin kendilerininki gibi, bir inanç, bir kabullenimden başka bir şey olamayacağını tekrarlar dururlar. Hipotez, kuram denen şeyler onlar için, bilimsel olarak çözülmeyi bekleyen sorunların çözülebilmesi amacıyla ortaya atılmış yol haritası değil, keyfe göre uydurulmuş bir söylem anlamındadır.
Evrimin bir kuram olduğu ifadesi doğrudur. Doğrulayacağı veya yanlışlayacağı hipotezleri olduğu içindir bu.
Evrimin bir inanç olduğu ifadesi ise yanlıştır. Inancın, doğrulayacağı yada yanlışlayacağı bir hipotezi bulunmaz çünkü.
Evrim inanç gibi durağan değil akışkandır; genişlerken kendisi de evrilir.
O nedenle Yaratılışın antitezi evrim olamaz; evrim’in antitezi de yaratılış olmadığı gibi evrilmemek hiç değildir.
Bunu görmek için canlılığın ne olduğuna bakmak yeter. Maddenin, entropi artışı da denen düzensizliğe, enerji harcayarak karşı koyabilme yeteneği kazanmış şekline canlılık diyoruz. Canlının geçici olarak sahiplendiği bu yeteneği kendinden sonraki türdeşlerine aktarırken, zaman içindeki değişim yolculuğuna da evrim diyoruz. Gezegenimizde 4 milyar yıldır bazen yavaşlayıp bazen hızlansa da, hep devam süreçtir canlının evrimi. Cansız maddenin evrimini /Abiyogenez/ bir tarafa bırakırsak, basit ifadeyle evrilmeyecek olana canlı demiyoruz. Sadece madde diyoruz. İşte bu canlı evrimindeki işleyiş kurallarını bilim ilmik ilmik çözüyor, bunu yaparken ona yeni kanıtlar bulma yolunu hep açık tutuyor.
Herkesin bildiği bu yalın gerçeğe rağmen, yaratılışçılar kendi tezlerine desteği, niçin bilimsel bulguları reddetmede ve evrim kuramını yok saymakta arıyorlar dersiniz?
Yaratılışçıların dayatmalarına ısrarla devam etmelerinin bir anlamı, bir amacı olmalı.
Bu amaç sadece, “İnancı bilim ile bezeme” olmasa gerek.
Hatta bu amaç, inanç bilim katına çıkarılamadığı için, “bilimi inanç düzlemine indirme” de olmasa gerek. Tarihte çok denendi bu. Aşıldığında aydınlanma çağına erişilmişti.
Ne var ki bizdekilerin. kongrelerinde hâlâ Einstein, Said i Nursi ile beraber sahne alıyor, “Evrim denen dogma“, kromozom gen gibi “şeyleri” bilmeyenlerce uydurulmuş cahillikler olarak yaftalanıyor. Oysa yaratılışçılığın fikir babaları, temeli bizimkilerin kullandığı eski sürümden pek farklı olmasa da yeni yaratılışçılık ya da akıllı tasarımcılık dedikleri buluşlarını piyasaya sürdüler. Evrim de dahil bilim dünyasında ne varsa hepsini paranteze alıp, “Bilim öyle diyorsa evrim vardır ve gerçektir çünkü bu, akıllı tasarım tarafından düzenlenmiştir” hikmetini dünyaya müjdelediler.
Bu buluş, modernizmin(aydınlanma dönemi) lanetlemesi temelinde kurulmuş postmodern dediğimiz dönemin ana akımına uygundu. Kimi yönleriyle yeni ortaçağa benzetilen içinde bulunduğumuz dönemin ruhu, aydınlanma zamanlarından kalan Darwinciliği deforme edip kendi anlayışına denkleştirmeye çalıştı. Genellemeci olduğu için aydınlanma dönemini karalayan postmodern dönem, pek sevdiği “her şey her şeyle gider” kolaycılığıyla yaptı bunu. Sahiplendiği yeni Darwinciliği, yaratılışcılığın devamıymış gibi tanıtıma soktu. Oysa kastedilen yaratılışçı yeni Darwincilikden farklı olarak Bilimsel Yeni Darwincilik, evrim kuramının olgusal ve bilimsel gerçeklik kazanmasına neden olmuştu. Yaratılışçıların yeni diye pazarlamaya çalıştığı Darwinciliğin de Bilimsel yeni Darwincilik İle hiçbir ilişkisi zaten yoktu. Bunlara bakarak, Akıllı tasarımcılığa, Darwinciliğin eskisi-yenisi üzerinden sürdürülen dilbazlıklarin ürünü demek sanırım yanlış olmaz
Sonunda kavram karışıklığına, aldatmacılığa, bulanıklığa son noktayı koyan gene bilim oldu.
Artık bilim dünyasında, “Hayatın kökenine dair akıllı tasarım ve diğer tüm iddiaların, deneysel olarak test edilemeyecekleri, hiçbir tahminde bulunamayacakları ve kendi yeni hipotezlerini yaratamayacakları için bilim olmadığı” ilan edilmiş durumda.
Ama gelin görün ki akıllı tasarımcılık, zemin bulduğu yerleri boş bırakmamakta kararlı. Ülkemizde bu işi için üniversitelerimizi seçmiş; yani bilimin sözcüsü olması gereken yerleri. Bir zamanlar akıllı tasarımcılar, anavatanlarındaki eğitim kurumlarından evrim konusunu yasaklatmaya çalışmışlardı. Açılan davaları kaybettikleri için başaramadılar.
O nedenle, tasarımın evrimsel mi, akıllı mı olması gerektiği meselesi bir yana, yaratılıcılığın kendisinin başlı başına incelemeye değer olgu olduğu gözden kaçmamalı derim. Günü geldiğinde konu, belki hukukumuzun bile dikkatini çeker.
O zamana kadar, Aktif Politikacıların, Siyaset bilimcilerinin, Politik psikiyatri uzmanlarının Eğitimcilerin, Ulusal ya da Küresel stratejistlerin, Sosyal bilimcilerin, Sosyal psikiyatrlari uzmanlarının, İletişim bilimcilerin, Felsefecilerin, kendi alanlarından yaratılışçılık için söyleyecekleri olmalı. Bunlar kuşkusuz, akıllı tasarım denen maskenin ardındaki yüzü daha iyi ortaya koyacaktır. Sorun ne kadar beklenebileceği ve beklerken nelerin yitirileceğidir.
Bizim için ivedi iş, Akıllı tasarımdaki, tasarımı ve aklı doğru okumamiz ve gereğini düşünmemizdir. Savsaklamamız, bizi ortaçağ vebası gibi üniversitelerimizde dolanıp duran bu bulaşın kaçınılmaz sonucuna götürecektir.
Gelecekte, “Bir zamanlar Bilim, üniversitelerimiz düzeyine indirilemeyecek kadar ciddi konu idi ama biz fark etmemiştik” diye yakınmamız işe yaramayacaktır.
Kendi yeni ortacağımıza biat etmekten başka seçeneğimiz de kalmamış olacaktır o zaman.
Prof. Dr. Orhan Arıoğul
KAYNAKLAR
https://www.cumhuriyet.com.tr
Said Nursi’nin övüldüğü Uluslararası Bilimin Işığında Yaratılış Kongresi, 6. kez toplandı
https://nap.nationalacademies.org/catalog/6024/science-and-creationism-a-view-from-the-national-academy-of Sciences, 1999
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.