Yaşadığınız yerlerin geçmişini bilmem merak eder misiniz? Ya da, bir zamanlar kimlerin yaşadığını, nasıl yaşadıklarını düşler misiniz? Zaman denen filmini geriye doğru sarmak; film karelerine tek tek, sonra da hareketli..
Yaşadığınız yerlerin geçmişini bilmem merak eder misiniz?
Ya da, bir zamanlar kimlerin yaşadığını, nasıl yaşadıklarını düşler misiniz?
Zaman denen filmini geriye doğru sarmak; film karelerine tek tek, sonra da hareketli olarak bakmak, size ilginç gelir mi?
Bunun yaşamınıza olumlu şeyler katacağını düşünür müsünüz?
O halde soralım.
Ne kadar geriyi düşleyebilir siniz?
On yılları mı?
Yüz yılları mı?
Bin yılları mı
On bin yılları mı?
Örnek olsun diye. 80’li yıllardan beri, yaz ayları geldiğim şu Reşadiye yarımadasından bahsedeyim. Benzer düşünce akışını siz de başka yerler için yapmalısınız.
Bin yıllar önceki adı: Dorya (Dorların) yarımadası. İlk kez Dor’ların geldiği yazılmış tarihte, çünkü.
Bizim bulunduğumuz yer, yarımadanın en dar yerini geçip, Knidos yönünde, tırmanmanız gereken dağları aşarak denize tekrar kavuştuğunuz yer. Sonrası düzlük. Bulunduğumuz yere, dağlardan süzülen sabah güneşi yavaş yavaş yayılır. İlkin ışığın eriştiği yerlerdeki ağustos böcekleri cırcıra başlar. Gölgedekiler ise güneşin kendilerine gelmesini beklerler. O nedenle, her gün, önce hafiften, sonra giderek artan kreşendo bir böcek cümbüşü, sabahların sessizliği üstünde patlar buralarda.
Burası ana karadan gelip uçtaki Knidos‘a gitmek için geçilebilecek tek yerdir.
2500 yıl önceki koca Pers ordusu da tam buradan geçti, o nedenle. Dağlardan indikten sonra ne kadar keyiflenmiş olduklarını düşünmemek elde mi? Ne var ki Knidos‘a kadar daha epey çetin yol ve Knidos‘ta konuşlandıktan sonra da, savaşacakları Helen ordusu olacaktır önlerinde.
Bu macerayı yaşamış insanların geçtiği yerde, şimdi bizler keyif sürmekteyiz. Bundan da utanmıyor olmamız , onların bizden hesap soracak durumda olmamalarından mı? Bizim ölüme yürüdüğümüz yerlerde siz ne hakla…
Onlar, bu kadarlık hatırlanmayı hak etmiyorlar mı sizce? Neler gördüler, neler yaşadılar, geride bıraktıkları kimlerdi?…
Film rulosunu geriye sarıp, Perslerden önceki bin yıl önceki karelerine bakarsak tarihçilerin, “Deniz kavimleri göçü” dediği olayın yaşandığını görürüz bu bölgede. Açlık, sadece orduları değil, yürüyerek gelen kadın, çoluk çocuk, yaşlı, genç, herkesi yollara düşürüp, Çanakkale boğazını aştıktan sonra buralara kadar sürüklemiş. Mısır’a, yani buğday‘a erişmek için!
Felaket olmuş sonları! Savaşmak için buralardan topladıkları insanları. Mısır‘ daki savaşta kendileriyle beraber telef etmişler. Mısır belgelerinden tanıyoruz buraların insanlarını. Mısır‘ın katliamından canını kurtaranlar Fenike kıyılarına atmışlar kendilerini. Denizciliğe, o tarihten bin yıl önce başlamış Fenikelilere katılmışlar. Grek dilinin örnek alacağı alfabeyi kullanmaya başlamışlar.
Tarih, ağırlıklı olarak geleceğe ait ders çıkarmak için yazılmış gibidir. Bu dersin, genellikle ve öncelikle hep hep siyasi, olması istenmiştir. Ancak ders alındığı söylemek mümkün mü?
Örneğin göçler, hep olmuş bu bölgede. Bugün de oluyor. Sonuç?
Tarih, türümüzün birbirini tüketmelerinin tarihi gibi değil de, bireylerin günlük yaşamını, acılarını, yaşadıkları felaketleri, sevinçlerini, korkularını, başarılarını, başarısızlarını, bize eriştirecek, bizi savaşlar yerine öncelikle bunlarla duygulandıracak tarzda kaleme alınsaydı keşke! Daha “insanca” olmaz mıydı bu?
Size de, ilginç gelmez miydi bu okumalar?.(Tarih arka planlı sıradan romanlardan bahsetmiyorum)
O zaman, kendimize çeki düzen verme şansımız biraz daha fazla daha fazla olmaz mıydı ?
Neyse ki, F.Braudel ve Annales okulu, tarih kaleme almada bir rota değişikliği yaptı da, incelenen tarih dilimi iklim, doğal felaketler, tarım vb.olaylarla birlikte, daha önyargısız yazılmaya başlandı. Ancak Annales‘cıların ürettikleri tezlerin genel kabul görmesi için henüz erken gibi. Anladığım kadarıyla “birey” de, henüz yeterince gündeme girmiş değil, bu inceleme yönteminde.
Yeri gelmişken Braudel‘in tüm kitaplarının (Akdeniz, başta olmak üzere) çok ufuk açıcı olduğunu ifade etmenin yanında, bireyin sorunlarının en kapsamlı incelendiği eserin, Marksist tarihçi G.Thomson’un Tarih öncesi Ege kitapları olduğunu söylemiş olayım.
Yaşadığınız yerde kimler yaşamış, şöyle bir bakmak bile, sizi nerelere götürüyor!
Gene yeri gelmişken, bizim buralar için bir şeyler okuma kararı verirseniz yazılanların Annales okulu disipline bağlı olarak yazılıp yazılmadığını sorgulayın derim. Aksi halde okuduklarınız, Ege‘yi Helen uygarlığına alkış tutma dışında bir şey vermeyecektir size.
Makarayı geriye doğru sarmaya devam edip, bu kez Deniz Kavimleri göçü‘nden önceki, bin yıla gidersek: Tek bir kültür hakimiyeti değil, bir ortak kültürün varlığı çıkar bu kez karşımıza, buralarda. İçinde, Mısır, Fenike, Girit eşit oranda yer alır bu ortak kültürün. Hayran olunan Helen uygarlığının ilk izlerinin görülmesinden Bin Üçyüz Yıl öncedir bu dönem. Denizlerde ve kıyılarda Lineer A ve B alfabesi kullanmaktadır.
Bizim Reşadiye yarımadası civarında Karyalılar yaşarmış o zamanlar. İçerilerden kopup sahillere gelmişler. Savaşçı insanlarmış.. Mısır ordusunda paralı asker olarak bile çalışmışlar. Zaman olmuş denizlere açılmışlar. Helen koloniciliğinden bin yıl önce, kendi koloniler kurmuşlar, yaşanacak yerlerde.
İki tarafı keskin “Karya baltası“, MÖ iki binli yıllarda Girit‘te çıkmış örneğin, Girit‘in Minos öncesi dönemidir bu.
Ne var ki, bizim Karyalılar kendi anayurtları sahillerinde, Helen kolonilerinin kurulmasına engel olamamışlar ve yavaş yavaş sindirilip kültürlerini yitirmişler.. Ondan sonra da, batı Anadolu İyonya olarak anılır olmuş zaten. Yarımadamız civarındaki Bybassos, Hygassos, Kastrabos, Thyssanos vb adlar o dönemin hatıralarıdır.. Helen‘leşmiş eski Karya yerleşimleridir bunlar. Peki önceki adları?
Şimdi sorarım. Bizler anmasak, kim anacak Karyalıları?
Onların Helenleşmeden önceki yazılarını bile çözemedi isek, kimin ayıbı bu?
Birkaç bin yıl daha gidersek önce Neolitik‘e gireriz. On binlerden sonra da, önce geç Paleolitiğe.
Sonra (ya da öncesi diyelim) da Paleolitiğin derinliklerine doğru gideriz. Bilgilerimiz gibi,düşlerimiz de artık pek erişemez oralara.
Ne var ki, Jules Verne’in Dünyanın Merkezine Seyahat,’ı gibi bir inişte, en azından şunu biliriz: türdeşlerimiz, kendilerini “biz” yapacak her şeyi geliştirmeye çalışmaktadırlar o derinliklerde!
Evrile evrile!
Bilgi aktarımının milisaniyelerle yapıldığı günümüzden, gerilere baktığımızda Yüzyıllar yavaşlığında yürüyen bu bilgi aktarım işlemi, sakın ola küçümsenmemeli. Bizler için çabalayan türdeşlerimiz için, saygı hayranlık, minnettarlık sözcükleri dışında söyleyeceğimiz bir şey bulmak zordur.
(Tam da burada yeri gelmişken, o dönem insanı anlatan (benim dağarcığımdaki tek eser), Jack London’un Ademden önce kitabını anmadan geçmeyeyim.)
Sizin yazılı tarih içindeki kahramanlarınız, kim olursa olsun, on binlerce yıl gerideki paleolitik türdeşlerimizle kuracağınız duygudaşlık bağı, onları gerçek kahramanlar olarak sevgiyle hatırlamanızı kolaylaştıracaktır..
Bu hatırlamanın size faydasına gelince: kendinizi, evrim yasalarının nesnelliği içinde, çok daha geniş pencereden, yepyeni biçimde algılamanız olacaktır. Kendinizi başkalarının penceresinden değil, kendi pencerenizden okumak, içinizdeki, sizin olan,”insan”ı büyütecek ve onu anlamanızın, daha çok sevmenizin yolunu açacaktır. Duygudaşlık kurduğunuz Paleolitik türdeşiniz, evrimin, yani değişerek canlı madde haline gelmiş cansız maddenin, bu kez de canlılık içinde değişmesinin mucizelerini hatırlamanıza yardım edebilecek tek kişidir.
İnanın ve güvenin ona…
“Evrim kardeşliği” sevgisi görkemli bir duygudur.
Tadın göreceksiniz!
Prof. Dr. Orhan Arıoğul
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.