Schopenhauer,”Bellek, her şeyi bir araya getirir ve onlardan gerçekte olduklarından daha güzel bir resim üretir” demiş ya, sanatın iki farklı ürününü bu umuda kulak vermiş olacaklar ki, gelip belleğime yerleşti…
Schopenhauer,”Bellek, her şeyi bir araya getirir ve onlardan gerçekte olduklarından daha güzel bir resim üretir” demiş ya, sanatın iki farklı ürününü bu umuda kulak vermiş olacaklar ki, gelip belleğime yerleşti. José Saramago‘nun “Ölüm Bir Varmış bir Yokmuş” adlı kitabı ve Arnold Böcklin‘in “Keman çalan Ölüm ile Otoportre” adlı resmi şimdilerde benim konuklarım. Roman postmodern dönemde, resim ise yüz yıl önce resim sanatının sembolizm denen döneminde dünyaya bırakılmışlar. Metin, ekfrazislerdeki gibi görseli betimlemek amacıyla yazılmış değil, o nedenle, insanın davetsiz konuklarına bir şeyler bulup buluşturmadaki kaygısına benzer bir kaygı, metin ile resim arasında kurulacak ortaklıktan anlamlar çıkarma arayışında insanı kaplıyor.
“Bir varmış bir yokmuş” deyimi masallarımızda hoş bir başlangıç için kullanılır. “Ertesi gün hiç kimse ölmedi“yle başlayan, aynı ifadeyle de biten bir metnin için bu kapak adı pek şık düşmüş. Ne var ki, eserin özgün adı biraz farklı. Kullanılan “les intermittences” sözcüğü, içinde bulunulan süreçteki kısa araları tanımlıyor. Sahneler arasında çalınan müzik, anlamındaki İntermezzo gibi.
Bu durumda “Les Intermittences de la mort– “Ölüme Aralar(çoğul) Verilmesi“, ya da “Ölümün Kısa Araları“- adları kitabın özgün adına daha yakın. Ama mişli geçmişsiz “Ölüm Bir Var Bir Yok” da uygun düşer. Açma-kapamaya benzer bir yinelemeyi çağrıştırdığı için…
Hemen belirtmek gerekir, ölüm sözcüğü eserin hiçbir yerinde umutsuzluğu, korkuyu ve hüznü hatırlatmıyor. Tam tersi ona sevimli bir kişilik yükleniyor; işlerini savsaklaması ile de, o adı bilinmeyen ülke insanlarının başına gelenler, tekrar ölüm denen “kişiyi” aranır bile yapıyor.
Metinde kullanılan üst dil yardımıyla, “nasıl yani”lere, “gerçekten böyle mi olurdu“larla cevap niteliğindeki olaylar, âdeta parantez içine alınarak kurgulanmış. Yazarın anlattığı her olay “yani demek istiyorum ki” ile başlıyor gibi.
Örneğin, ülkede ölümlerin kalkmasına acil çözüm bulunmasını isteyen ilk kurum kilise olmuş. Çünkü, ölümler biterse “yaratılış” inancı ortadan kalkmış olacak, din de kiliseyle beraber çökecektir.
Ölümün kalkması, primlerin ödenmeyeceği için sigorta şirketlerini batıracaktır.
Yaşamların sonuna gelindiğinde, –adına ölümsüzlük dense de– aslında ölüm halinin sonsuza kadar devam edeceği kâbusu, huzur evlerinin, hastanelerin giderek de tüm toplumun karabasanı olacaktır.
Metinde ölümlerin kalkması üst dilinin açmış olduğu parantez içinde, çare arayışlarının getirdiği karmaşalar da unutulmamış. Yazar, “yani demek istiyorum ki“lerini farklı okumalara açık tutmuş. Siyaset veya sağlık kurumları bağlamında, ya da din bağlamında okumalar yapabileceğimiz metin sunmuş.
Her okuma, yazıya dökülmeyi bekleyen yeni metinler gibidir. Bu nedenle olsa gerek, yazar bizim için geçerli olanın kendisi için de geçerli olacağını düşünmüş ki, baştaki (fantastik-distopik- ironik) anlatılarının devamı olarak, daha farklı bir okuma gerektiren, öncekinden daha da fantastik anlatı eklemiş.
Kitabın ikinci bölümü diyebileceğimiz bu kısımda, güzel bir kadın kılığındaki ölümün, bir sanatçıya olan aşkı, gene bir üst dil olarak, yazarın vurgulamak istedikleri için kullanılmış.
Ne var ki Yazar, kadının tutkusunun, bu çello sanatçısına mı, yoksa onun çaldığı esere mi olduğu yorumunu bize bırakmış.
Bu arada, metninde sanat dediğimiz olayı temsil etme işi için, Bach’ın Çello süitlerinin seçildiğini hatırlamada yarar var.
Saramago‘nun bu tercihi, –metinde kurguladığı fantezi üzerinden müziğe gönderme yapması– edebiyat bilimcilerinin ekfrasis dediği işe benziyor. Bach’ın çello süitleri – yani sanat- yaratılmıştır ve artık ölümsüzdür. Sanatçı ise –Çellocu-, sevgilisi ölüm ona bir süre zaman tanımış olsa da, ölümlüdür.
Sarago‘nun, sanatçının ölümlülüğü ile sanatın ölümsüzlüğü arasında kurduğu ilişkili karşıtlık, Böcklin resminde de var. Arnold Böcklin, sembolizm dönem ressamı. Otoportreleri ve ölüm temasıyla yapılmış resimleri müzelerde yer alır. “Ölüler Adası” adlı resmi için yazdığı bir mektubunda “… öyle bir durgunluk hissi yaratmalı ki, resme bakmakta olan kişi kapı çalındığında irkilmeli” demiş. Ressamın tablosu için söylediklerinden Saramago‘nun ölüm görünümündeki güzel kadınını anımsamamak mümkün mü?
“Veba” adlı resminde Ölüm, elinde bir tırpan tutmakta ve bunu herkesi kendine benzetmek için acımasızca savurmakta.
Saramago daki tırpan bir kenarda beklemekte; ölüm ise odasında oturmuş listedekilere mektuplar yazmaktadır. Kapısı çalınanların irkildiği mektuplardır bunlar. Ressamın dediği gibi.
Diğer otoportrelerinden farklı olarak Ressamın “Keman çalan ölüm ile otoportre” adlı resmi anlam yönünden ötekilerden ayrılır. Yorumlara da açıktır bu eser.
Otoportreler genellikle aynaya bakılarak yapılır. Bu da herhalde öyle yapılmış. Ressamın bir bezle fırçasını temizlemiş olmasından resmini bitirdiği ya da çalışmasına ara verdiği söylenebilir. Paletteki boyalar, sanatçının yaptığı resmin, gördüğümüz otoportresi mi ya da başka resimi mi olduğunu ele vermez. Bakışı tuvalinden bize doğru kaymıştır. Hatta bizim de gerimizde bir yerlere, sanki bir boşluğa bakıyor gibidir.
Otoportrelerde varoluşsal gariplik göze çarpar genellikle. /Ressam-özne/, /nesne-aynaya/ bakar ve gördüklerini, özne-nesne bileşimi olarak, Böcklin’in yaptığı gibi bize aktarır. Ama Böcklin, Sembolist anlam taşıyıcısı olarakbir de ölüm simgesini de resmine eklemiş.
O nedenle Ressam dikkatini, baktıklarına değil de sanki kulağının dibinde söylenenlere toplamış gibidir.
Ölüm figürü ne anlatmaktadır sanatçıya?
İşine ara verip kendisine ve kemana kulak vermesini mi istemiştir; bununla da sanatçının değil de sanatın ölümsüzlüğünü mü, teselli edercesine hatırlatmaktadır ona?
Kemanın kalan son teli sanatçının yaklaşan sonunu çağrıştırır gibidir. Bu alegorik “son” imgesi, geniş anlamda “süreç olarak sanat“ın sonsuzluğu içinde bir ara veriştir daha çok. Ressam işini tamamlamış fırçasını temizlemiştir. Sahneden çekilmeye hazırdır. Sanat eseri ise doğmuştur ve Saramago’daki Bach suitleri gibi ebedi olacaktır; sanat da kendi yoluna başka sanatçılarla devam edecektir zaten.
Saramago‘daki Ölüm figürü kadın, ölüm davetiyesini bir türlü veremediği sanatçı sevgilisinin daha yaşamasını kuşkusuz istemektedir. Ama ölüme sadece bir ara veriliştir bu istek. Kitabın özgün adı da onu çağrıştırıyor zaten: Ölüme (belki de sanat için) ara verişler.
O halde ressamın sembolist imgelerle kurguladığı görsellik ile Saramago‘nun bir üst dil kullanarak kurguladığı metin arasında bir tür ekfrastik ilişki olduğunu ileri sürmek çok abartılı olmayacaktır. Metin görseli doğrudan değil de (öyle olsaydı tam bir ekfrasis metni diyecektik) kullandığı üst dil aracılığıyla betimliyor.
İki tarafın da anlamca birbirine koşut oluşunu belirleyen ise “ara veriş“lerdeki anlam benzerliğidir.
Böcklin’in gerisinde duran ölüm figürü ile yaptığı göndermenin, Saramago‘nun sevimli kıldığı ölüm tiplemesi ile yaptığı göndermeden farkı yok.
Sanat eserlerinin zamandan mekandan ve onları üretmek için kullanılan araçlardan bağımsız olarak birbiriyle ilişki içinde bulunduğunu gösteren bir örnek değil mi bu?
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.