Umut

“Ne yapmalıyım yerine, başıma ne gelecek diye sorulduğunda, yaşlılık başlamıştır” demiş bilge. Ne var ki bilgenin söylediği, genç-yaşlı bağlamının dışına taşıyor ve umut/Umutsuzluk; ütopya/distopya; eylem/eylemsizlik; beklenti/hiçlik, arasındaki çelişkili ilişkileri kapsıyor. ..

Umut
Yayınlanma: Güncelleme: 96 okuma

Ne yapmalıyım yerine, başıma ne gelecek diye sorulduğunda, yaşlılık başlamıştır” demiş bilge. Ne var ki bilgenin söylediği, genç-yaşlı bağlamının dışına taşıyor ve umut/Umutsuzluk; ütopya/distopya; eylem/eylemsizlik; beklenti/hiçlik, arasındaki çelişkili ilişkileri kapsıyor.  Umut kavramı, bu çelişik ilişkilerin tümünün merkezinde.

Gençliğin belirgin niteliği, eylem ve umuttur. Yaşlının umutsuzluğu, onun zaten varolan eylemsizliğini daha artırmazken, gencin umutsuzluğu, onu eylemlerinden alıkoyar ki, birey ve toplum için yıkım getirebilecek kadar kötü durumdur bu.  Günümüzdeki  gencin yaşadığı umutsuzluğun yıkıcılığı, yaşlının, “başıma şimdi ne gelecek” sızlanmasındaki umutsuzluktan kat kat fazladır kuşkusuz.

Bu kadar olumsuzluğun ortasındayken kara mizah yapar gibi umuttan bahsetmenin yeri mi şimdi” denebilir haklı olarak. Ama gene de,  arka planda birikmiş kimi düşünceleri merak ediyor insan.

Bilgiden başka sığınacak neyimiz kaldı! Umut sözcüğü, azımsanmayacak anlam yükü taşır; kökeni ve zaman içindeki yolculuğu ilginç. Frenkçede, umut‘a karşılık gelen sözcük ésperance oluyor;  içinde Roma’nın umut tanrısı Spes var; sözcük ondan oluşmuş. Spes, antik Yunandaki Elpis‘in (Elpida) eşdeğeri; Elpis gibi, sadece umudun değil, “acı çekme ile beraber olan”  umudun somut hali.

Söylencede, Tanrıların açılmasını yasakladıkları kutuda kalan son “şey” Elpis denen umutmuş.  Diğer “şeyler“, kötülükler olarak, meraklı Pandoranın kutuyu açmasıyla her yere dağılmış. Felaketi gören Pandora kutuyu kapatmış da, umut kutuda, bizde kalan son “şey” olabilmiş. Tanrılar ihtiyaçları olmadığı için, umutla ilgilenmemişler.  Sonuçta, Pandoranın eliyle kötülükleri saçmış olan tanrılar, insanlara sadece umudu bırakmışlar. Sonradan Hıristiyanlık öğretisine geçen, kötülük/acı çekme/umut söylemi, ésperance’ın içindeki  Elpis’in devamı olan Spes sayesinde günümüze taşınmış. Tarihin içinden günümüze güçlü bir gönderme!…

Bizde kullanılan umut sözcüğünün kökü ise, bambaşka yerden, Sanskritçe’deki Om’dan geliyor. Mantraların ve kutsal  sözlerin başında yer alan bu Om,  dilemek. beklemek koruyuculuk istemek anlamında. “Om Mani Padme Hum” da olduğu gibi,  inananların dilinde ve yüreğinde hâlâ yaşıyor.  Bizim coğrafyamızda /-mak eki alarak/ om-mak, ummak, um-u-t olmuş. Osmanlıcada ise, farsçadaki inceltilmiş şekline özenilerek, “ümmîd” olarak yer almış.

Umut, beklemenin arzuyla yapılanıdır. Arzulamadan  beklenene,  umut denmez.  Arzu ve umut karşılıklı etkileşirler. Hep daha iyisini, başka türlüsünü düşlemek; başka türlü bir şey kurgulamaya çalışmaktır, umut. İflah olmaz, naiflik midir? Yoksa, bardağın boş tarafına değil de, dolu tarafına bakarken, içinde ne olduğuna aldırmamak mıdır? İyimserliğin umut ile birlikteliği  zorunlu mudur? Bu  türden soruları felsefeciler ciddiye almışlardır.

Umutsuz sanılan durumda,  iyimserlikle de davranılabilir, kötümserlikle de. Ne var ki, “umudu yitirmek” ile “umutsuz olmak” farklı şeylerdir.   Umudu yitirmek eylemsizliği getirirken, umutsuz olmak, herşeye/ her sonuca hazırlanmış olmaktır. Tam da burada, filozof Marcel Gabriel‘in bize diyeceği vardır:  “Umut edilenin gerçekleşme olasılığının olmaması, umudu hükümsüz kılmaz“.  Mesaj açık.

Umut dediğimizde, bir başka filozofa da kulak vermek gerek: “Umudun filozofu” denen Ernst Bloch‘a. “Umut ilkesi” adlı hacimli eseri yazmış olan, muhalif Marksist Bloch:

 “Umut etmek, şimdiyi gelecekle büyütmedir, Umut, bir inanç, bir rüya ya da arzulu bir düşünce değil, eyleme devam etmemizi sağlayan şeydir;  belirsizlik karşısında hareket etme gücüdür” der. Sonra da, umudun “Belirsiz olan geleceğe, eylemlerimizle ve duruşumuzla karşılık verme; gelecek olanların ürküntüsünü ve üzüntüsünü savuşturma olduğunu” söyler, umudu bir “cesaret biçimi” gibi tanımlar. Ona göre “İnsan, geleceğin çökmesini, cesaretini bilgiyle birleştirerek engelleyebilir”. Umut ne bir yanılsamadır, ne de gerçeklerden kaçış aracıdır. “Umut gerçeğin yeterli olmadığını iddia etmektir“,  iyimser Marksist düşünüre göre.

Bu nedenle de, Sorbonlu yapay zeka profesörü, düşünür Laurence Devillairs,Umut etmekte utanılacak bir şey yok” demiş. Umudu kötü zamanlarda, güç veren kötülük karşısında bir direnç veren  bir  güç kaynağı ya da bir “motivasyon nesnesi” olarak tanımlayan Bloch, onu aynı zamanda, insanın insan olmasını sağlayan bir ‘dürtü’, bir ‘itki’ olarak anlamakta. Ama bir de  umudun “siyasallaştırılma” problemi var.

Umudun siyasallaştırılması, ya da siyasallaştırılmış umut, Bloch‘a göre “ütopya” dır. Ne var ki, politikanın sadece  algı yönetimiyle yürütüldü ortamlarda, Bloch‘un ütopya dediği şeyin, artık içi boşaltılmış.ucube kavrama dönüştürüldüğünü görmemek mümkün değil. Postmodern dönem ideolojisi, umudun sömürülmesinden başka nedir ki? Bloch‘un Ütopyası, bir postmodern distopyaya dönmedi mi?

Oysa,  Walter Benjamin, sosyal bilimcilerin/ politikacıların,  “geçmişin umut kıvılcımları”nı alevlendirme yetisine sahip olduklarını yazmıştı. Umudu bir motivasyon nesnesine dönüştürürken, güncele yüz çevirmeyen bir tarih anlayışı ile de, kötülük karşısında direnç kazanılacağını vurgulamıştı, düşünür; ve “yeter ki umut, pasifliğe yol açan iyimserlikten ayrılabilsin” diyordu. Umut’un, iyimser ya da kötümser ağırlıkta olanları için söylenmiş çok şey var. Düşünürler bunları birbirinden ayırarak incelemişler. Tek tek içlerine girmek zor.

Neyse ki, böylesi bir ayrımı netleştirmeyi kendine iş edinmiş Terry Eagleton gibi yazarlar var,  Onun “İyimser Olmayan Umut” adlı kitabı, bu yönden aydınlatıcı. Ama kitabın, isminden anlaşıldığı gibi, Bloch‘un Marksist iyimserliğini pek benimsemediğini not  etmek gerek. Umudun ne olduğunu, onun / iyimser/ kötümser/ siyasal/ olanını kısaca söyledik de, sizlerin  “bütün bunlar neye yarar” diye sorduğunuzu ve “bir eylem kılavuzu çıkmaz ki bulardan”  diye serzenişte bulunduğunuzu işitir gibiyim.

O halde önce,  Bloch‘u dilimize kazandıran Tanıl Bora‘ya kulak verelim:

Bloch, fakirin ekmeği olan umuda dikkat kesilir; o umut dünyasında boş hayal, yanılsama, avuntu olarak görülen motiflerin kaynaklarına, anlamlarına, çağrışımlarına bakmaya çağırır bizi. Oralara inerek, içlerine sızarak, bu imgeleri dönüştürmek mümkün olabilecektir ona göre. Böylece, umudu boş hayal ve kuru ekmek olmaktan çıkarmanın yollarını bulabileceğimiz, bulmamız gerektiği fikrindedir

Sonra da, varoluşçu düşünür Marcel Gabriel‘e kulak verelim:

Yalnızca kendine odaklanıp, ben seviyesinde kalmış bir umut, var olamaz; o ancak, kendimiz ve hepimiz için olursa umuttur“.

İçinde bulunduğumuz beter durum, en azından bize, bunu öğretmiş olmalı!

Prof. Dr. Orhan Arıoğul

KAYNAKLAR

Eagleton,T.  İyimser Olmayan Umut. Ayrıntı Yayınları 2015

https://dinceryurttas.wordpress.com/2018/07/04/elpis-tukenmeyen-umut/.

https://www.birgun.net/haber/ernst-bloch-ve-umut-ilkesi-uzerine-143322

https://docplayer.biz.tr/6653-Bir-umut-metafizigi-olarak-gabriel-marcel-felsefesi.html

https://www.philomag.com/articles/et-lesperance-dans-tout-c

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.