Soyut resimlerdeki renk, form düzeneklerinin birbirine benzer olması hususu hep kafa karıştırır. İzleyiciler haklı olarak başka sanatçıların resimlerine veya birbirine benzediği için bir tereddüt yaşarlar. “Falancanın resimlerine benziyor” derler. Ya..
Soyut resimlerdeki renk, form düzeneklerinin birbirine benzer olması hususu hep kafa karıştırır. İzleyiciler haklı olarak başka sanatçıların resimlerine veya birbirine benzediği için bir tereddüt yaşarlar. “Falancanın resimlerine benziyor” derler. Ya da görsellerden yola çıkarak dijital çıktılara yani bilgisayar görüntülerine benzetirler.
Kimi resimler için de canlı organizmaların mikroskobik görsellerine benziyor gibi çok çeşitli benzetmeler yaparlar. Sanatçıları en çok strese sokan da bir başka sanatçının resimlerine benzetilmektir. Bu yüzden sanatçılar arasında da “Önce ben yaptım, o benden çaldı veya kopyaladı” gibi tartışmalara ya da savunmalara sıkça rastlanır. Bu benzeme konusu çok önemlidir ama nedense bu konu sanat dünyasında pek işlenmez. İşte ben bu yazıda, bana da sıkça sorulan bu benzerliklere ve bu yüzden oluşan tezatların veya karmaşanın nedenlerine değineceğim.
Önceki yazılarda sanatta temsiliyeti açıklarken harflerden örnek vermiştim. Gerçekten de harfler benzetmesi modern resmin durumunu çok güzel açıklıyor. Aynı zamanda izleyicinin modern resmi anlayamamasının nedeni için de iyi bir benzetmedir. Önce “harf” kelimesinin tanımını yapayım. Harf; konuşma dilindeki sesi temsil eden simgesel şekillerdir. Harfler konuşulan dildeki düzene, dilsel yapıya uygun sıralanırlarsa anlaşılır. Onun için rastgele sıralanmış harfleri tanırsınız ama anlamlandıramazsınız. Onlar sadece harflerdir.
Aynı harfleri tanıdığımız gibi soyut resimdeki şekilleri de, renklerini de biliriz. Yani ister geometrik, ister başka şekilleri olsun görüntüleri neye benzerse benzesin hepsini tanırız. Kısaca resimdeki görsellerin neden orda olduklarını, neyi temsil ettiklerini bilmesek bile hem renkleri hem de şekilleri (biçimsel formları) tanırız. Çünkü bu şekillerin, renklerin, desenlerin zaten zihnimizde yerleşik bir içerikleri, anlamları vardır ve bu nedenle onları tanırız, biliriz. Öyleyse sorun nedir? Neden soyut görselleri anlamayız ve bu benzerliklerden kafamız karışır? Bunun cevabı basittir. Tıpkı harfler örneğindeki gibidir. Biz, dilimizi yazarken Latin harfleri kullanırız. Bu harfleri kullanan birçok dil vardır. Eğer bu harfler bilmediğiniz bir dilde ise, örneğin Almanca ve ya Fransızca bilmiyorsanız bu dillerdeki yazılarda harfleri tanırsınız, bilirsiniz ama anlamazsınız. Sorun, bu harflerin bilmediğiniz bir dilde yazılmasıyla ilgilidir.
Sanatta dil ise, sanatçının üslubu yani renk ve formlardan oluşmuş bir dildir. Bu dil, ya sanatçının kendi yargıları ve hayat görüşleri doğrultusundaki düşüncelerini aktarmak için yine kendisi tarafından oluşturulmuş bir aktarım dilidir. Ya da adına ekol denilen kendisinden önce oluşturulmuş bir aktarım diline uygun çalışmıştır. Dolayısıyla eserlerdeki görsel unsurlar, birbirine veya başka bir sanatçıya ya da sanat dışı görsellere benzeyebilir. Bunun önemi yoktur. Önemli olan eserdeki görselin bir dili temsil ediyor, bir şey ifade ediyor olmasıdır. Böyle olduğunda izleyici anlamasa da tıpkı bilmediği yabancı dildeki bir yazı gibi o dili bilen birisi tarafından açıklanabilir olduğuna güvenebilmelidir. Tabi bu durum içeriği olan sanat eserleri için geçerlidir, normaldir ve pek sorun yoktur. Asıl sorun içeriksiz, yani makul bir izahı olmadığı için anlaşılmayan resimlerdedir.
Sanatta içeriksizlik, 1950 yıllarında başlayan ve günümüzde de yaygın kullanılan yöntemdir. İçinden gelindiği gibi yapmak ve “Ne görüyorsan o” şeklinde açıklanan yapıtlar veya bilinçdışı ve rastlantısal iddiasıyla ama rastgele oluşturulmuş renk ve desenler içeren yapıtlar bu yöntemlere örnektir. Ancak, bu tür yapıtlar sanat ile ilişkilendirilemez. Çünkü sanat, insan beyninin duygusal bir uygulamasıdır. İlkel dönemlerinden beri devam eden, bir içeriği, bir anlamı olan önemli bir uğraşıdır. Aslında içeriksizlik, insan beyni için ve tavrı için son derece aykırı bir durumdur. Çünkü içeriği olmayan “Sadece kendisini temsil eder, sanat, sanat içindir” şeklindeki bağımsızlık yalnızca doğayla ilgilidir. Yani elma elmadır, ağaç ağaçtır gibi değerlendirmeler doğadaki varlıklar içindir. Zira doğada amaç veya anlam yoktur. Her şey kendi doğal şartlarına göre oluşmuş ve gelişmiştir. Evrim böyle işler.
Ancak insan beyni kendi dışında var olan, var saydığı her şeyi anlamlandırır. Bu insanın çevreye uyum sağlaması için gelişen zorunlu bir yöntemdir. Anlamlandırırken de zorunlu olarak bir içerik oluşturmakta ve kaydetmektedir. Örneğin elma için, elma faydalı, tatlı, mayhoş, lezzetli gibi elmayla ilgili bilgileri kaydeder. Bu kayıta kendi deneyimlerini ve beğenip beğenmeme gibi duygusal durumlarını da ekler. Böylece elma gördüğünde ya da bahsedildiğinde, bu kayıtlardan onu hatırlar ve ona göre karar verir. Duygusal beyin, yaklaşık dört yüz milyon yıldır özellikle memeliler türü ortaya çıktığından beri bu yöntemle hareket eder. Kısaca ilgilendiği her şeyi içerik bilgisi ve duygusal olarak anlamlandırır.
Bu bilgileri vermemin nedeni, sanatı tanımlarken veya uygulamalar için öyle “Sanat, sanat içindir. Kendinden başka temsiliyeti yoktur, içerik gerekmez.” vb. şeklindeki felsefi jargonlu öneriler, argümanlar insan beynindeki sanat kavramıyla taban tabana zıttır. Bu tür yapıtların arkasından sanat eseri kavramını kaldırın ne olacağını görürsünüz.
Sonuç olarak hep dediğim gibi “Soyut resim, sanatın üst boyutu, hatta olmazsa olmazıdır.” Ama bu şekildeki izahlarla ve uygulamalarla değil. Gelecek bölümlerde çok enteresan ayrıntılara gireceğim.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.