Bilimle bağlantılı olan her ne varsa yönü doğrudur. İçine, sanatın değerlerini katmış olma koşuluyla! Sanatın, başka canlılarda rastlanmayan insana özgü, etkinlik olduğu bilinir. Bilim için de farklı değildir durum. Hep ..
Bilimle bağlantılı olan her ne varsa yönü doğrudur. İçine, sanatın değerlerini katmış olma koşuluyla! Sanatın, başka canlılarda rastlanmayan insana özgü, etkinlik olduğu bilinir. Bilim için de farklı değildir durum.
Hep merak ederim, evrim şansını yakalayabilselerdi, diğer insan türleri biz Sapiensler gibi bilimi geliştirebilecek çapta zihne sahip olabilirler miydi? Çok da uzak gibi görünmez bu olasılık bana. Ne de olsa, onlar da çevrelerindeki dünyayı algılayacaklar, gizemini çözmeye çalışacaklar, kendi işlerine yarayacak bilgileri biriktirip kullanacaklardı. Böylelikle belki de bilim dediğimiz etkinliği zorunlu olarak yaratacaklardı.
Ama sanatı yaratabilecekler miydi?
Bilinmez!
Sanat, biz Sapienslere özgü iş gibi sanki..
Başlangıcımızda, bilgi biriktirirken sürdürdüğümüz eylemimizi sanattan ayırmamıştık. Sanat da bir bilgi türüydü çünkü. Her türlü bilgiyle beraber elde ediliyor ve kullanılıyordu. Ne var ki, bilgi birikimimiz arttıkça, hem bilgi türlerini birbirinden ayırmaya başladık, hem sanatı diğer bilgi türlerinden. Belki de hepsini beraber yürütecek kapasitemiz olmadığındandı bu ayırma. Şimdilerde ise, ürkek ürkek ayırdıklarımızı yan yana getirmenin yollarını arıyoruz.
Neden? Bilimin kusurlarını onarmak için. Jacob Bronowski, 60’lı yıllarda bu bağlamdaki düşüncelerini popüler ortamda açıklarken, “abakus ve gül” metaforunu kullanmıştı. Abakus bilimdi, matematikti; gül sanattı, güzellikti. Ona göre beraber bulunmaları gerekiyordu bilimin ve güzelliğin.
Yazar Herman Hesse 40’lı yıllarda yazdığı, sonradan kendisine Nobel kazandıran, “Boncuk Oyunu” adlı ütopyasında aynı konuyu benzersiz bir duyarlılıkla işlemişti.Geniş anlamda bilim kavramı ile gene geniş anlamdaki sanatı birlikteleyen görüşler, Herman Hesse‘yi gözardı ederlerse yetersiz kalırlar..
Schoenberg müziğinin, Kandinsky‘nin soyut sanat fikirlerini berraklaştırımasıyla gelişen müzik-soyut sanat ilişkisine önceki yazımda değinmiştim. Bu kez ona, Hesse‘nin yazdığı “Boncuk Oyunu” kitabındaki görüşleri de katmak gerekiyor. Ama bir de, “Boncuk Oyunu“nun ütopya olmayanı, gerçek olanı var. Konservatuar eğitiminde kullanılmış.
19. yy. ortalarında Köln Müzik Akademisi’nde kemancı Bastian Perrot, Abaküs benzeri bir mekanizmanın üzerindeki tellere cam boncuklar astı. Teller müzik portesine ve aralıklarına, boncuklar ise müzik notalarına karşılık geliyordu. Alet, öğrencilerinin belleklerini ve yaratıcılıklarını geliştirmek için tasarlanmıştı. Öğretmenin seçtiği boncuğun temsil ettiği tonal değer üzerinden, öğrencinin yeni müzik düzenlemeleri yapması istenir ve bunlar bellek egserzizi olarak tekrarlanırdı.
Bach‘ın, yakın kalıplardaki müzik cümlelerini, farklı tonlarda tekrarlayarak oluşturduğu füglerine benzetilebilir bu durum. Ressamın aynı resim konusunu farklı renk dizileriyle, farklı tonlarla işlenmesi de aynı türden çabadır. Belki de besteci Schöenberg‘in, ressam Schoenberg olarak farklı renklerle ve tonlarla tekrarladığı portreleri de böylesi bir iştir!
Boncuk oyunu,tekniğinin Schoenberg müziğinin kuramsal altyapısını oluşturan, Avusturyalı besteci ve müzikolog J.M.Hauer tarafından da benimsenip geliştirildiği bilinir. Schoenberg de, kromatik ölçeğin 12 notasının tümüyle beste yapma yöntemine, bu zemini kullanarak geçti.
O halde, ütopya olmayan boncuk oyununu, soyut resmin, hatta soyut sanatın temelinde rol almıştır dememiz yanlış olmaz. Bu noktadan sonra, teknik olarak kullanılmış boncuk oyununu, kavram olarak ütopya düzeyine çıkaran, ve bunu bilimi, sosyal yapıyı içine alacak bir kavram şekilde zenginleştiren Hesse‘ye sıra gelmelidir. Onun Boncuk Oyunu adlı kitabında, insanlar ütopik ülke Kastilya‘da kendilerini ve toplumlarını yüceltmek için akla ve meditasyona dayalı çok üst düzey bir oyun olan boncuk oyunu oynamaktadırlar.
Bu oyun, ülke değerlerini, bilim ve kültür değerleriyle harmanlayarak, özellikle müzik ve matematiğin katkısıyla zenginleştirerek oynanan soyut bir oyundur. Mükemmeli aramanın, ve adeta saf bir varoluşa erişmeyi hedefleyen mistisizmin simgesel sergilenme biçimi gibidir.
Kuralların ve mekanizmaların nasıl olduğu eserde ayrıntılı olarak anlatılmasa da, cam boncuk oyununda insanlar, müzikal bir cümle, felsefi ya da sanatsal bir düşünce gibi temaların taşıdığı değerleri geliştirmeye yoğunlaşmışlardır.
O güne kadarki tüm insan birikiminin bir tür sentezini yapmaya çalışmaktadırlar, adeta.
Oyun ilerledikçe, tarafların ileri sürdüğü temalar arasındaki ilişkiler daha derinlikli ve daha çeşitli hale getirilmeye uğraşılır.
İstenen budur aslında.
Ustalığın ölçütü de bu derinliktir.
Yapılan boncuk oyunu yarışmalarda müzik, matematik, sanat arasında en derinlikli ilişkileri kurabilen taraf kazanır ve ödüllendirilir..
Üstat mertebesindekiler, sentez ile elde edilen bu değerleri, hem topluma taşımaktan, hem de, sonraki yarışmalarda bunların daha da geliştirilmesinden sorumludurlar.
Hesse ütopyasında, sanat ve bilimin birleştirilmesi amaçlayan çabaların, toplumları yücelteceğini anlatmak istemiştir.
Ama ütopyalar, erişilmek istenen yeri gösterse de, yolu yöntemi bulma işi insanlara kalacaktır. O nedenle Hesse, oyunun sadece elitlerin değil, toplumdaki her bireyin, kendi gelişimleri için de oynamasını ister. Bunun eğitiminin nasıl olması gerektiğini anlatır.
Gelin görün ki gerçek dünyada Hesse‘yi anlamaktan uzaktayız.
Yazarın ana dilinde bile, boncuk oyunu anlamındaki “Glasperlenspiel” sözcüğü, somut bir amacı olmayan, düşünsel, sanatsal ve edebi çabaları betimlemek için, kısa bir süre kullanılmış??.. (Neyse ki sözcük, bugün aynı şeyi çağrıştırmıyor.)
Köln Müzik Akademisi’nde kullanılan abaküs blazer aletin etkisi modern sanatın temeline kadar uzanabiliyorsa, oradan da Hesse‘nin ütopyasında yer alıyorsa, bilim filozofunun “abaküs ve gül” metaforuna kulak vermek gerekir. Bronowski bilimin kendi değerlerini doğru kurabilmesi için, önce sanatın değerlerinin doğru algılaması, sonra da bu değerleri yapısına katmasının gerekliliği üzerinde ısrarla durur..
Şimdiye kadar, sanat duyarlılığından uzak tutulan bilim anlayışının örneklerini ve sonuçlarını gördük, hâlâ da görmeye devam ediyoruz. O halde toplumların, bilim-sanat karşıtlığının değil de, birlikteliğinin önemini, sadece ütopyalar dünyasında düşlemek adına değil, yaşadığımız gerçek dünya adına da algılaması gerekiyor. Sanatın değerleri, bilimin etik değerleri arasında yer almazsa, bilimin giderek çirkinleşeceğinden ürkmez mi insan? Sanat duyarlılığını yapısına katmış bir bilimin, toplumu yukarı taşıyacağından kim kuşku duyar!
Evet bu bir ütopyadır!
Hemen erişemesek de, erişmenin yolunu yöntemini aramanın bile değerli olduğu bir ütopya!.
Prof. Dr. Orhan Arıoğul
KAYNAKLAR
https://en.m.wikiquote.org/wiki/Jacob_Bronowski
https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=663010570423037&id=520171514706944
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.