Popüler kültür, yukarıdakiler-aşağıdakiler

Kitle iletişim aygıtlarındaki hız, gelişme, durağanlık ya da devinim artık akılları durduracak düzeye vardı. Bireyselleşmenin, egemen kültür tarafından baskın hale getirilmesi, niteliksizliği, dar bakış açısı dayatmasını getiriyordu başlarda. Şimdi; dayatma,..

Popüler kültür,  yukarıdakiler-aşağıdakiler
Yayınlanma: Güncelleme: 81 okuma

Kitle iletişim aygıtlarındaki hız, gelişme, durağanlık ya da devinim artık akılları durduracak düzeye vardı. Bireyselleşmenin, egemen kültür tarafından baskın hale getirilmesi, niteliksizliği, dar bakış açısı dayatmasını getiriyordu başlarda. Şimdi; dayatma, biçimlendirme, toplum mühendisliğini de aşmış durumda.

Büyülü sözcük küreselleşmede sona gelindi. Yutturulan tarihin sonu palavralarını artık kimse yemiyor. Dünyanın tek jandarması olan ABD ile Batı’nın dayattığı ne varsa tel tel dökülüyor. Buna karşın dünya düzeninin, dengesinin oturması için daha zaman var. Bekleyip göreceğiz.

Artık her gece Master Chef izliyorum. Sevdiğimden değil de hanım izliyor da ondan. Zaten,  biz ezilen (!) erkeklerin sesini de bir duyan olur diye bu satırları karalıyorum.

Geçim derdinde olan, sınıfsal olarak ezilen kitlelerin birincil sorunu daha iyi yemek mi? Yemeğin tuzu, biberi, tadı mı? Durup düşünmek gerekir. Durdum düşündüm. Master Chef izliyorum bu yüzden a dostlar. Çöpü karıştırıp karnını doyurmak isteyen insanların olduğu, pazar kalktıktan sonra atılmış kırıntıları karıştırıp işe yarar nesne bulup da karnını doyurmak isteyenlerin bulunduğu zaman diliminde yaşıyoruz.

Çözüm umutsuzluk aşılamak yerine, kamucu, halkçı bir ekonomi ile kör çıkmazlardan sıyrılmayı gündeme alma zamanıdır artık. Çok gündemde ya  yerli ve milli olmak, işte size Cumhuriyet’in ilk yıllarında uygulanmış başarılı olmuş bir örnek. Altıok’dan biri hem de. Nasılsa herkes biraz Atatürkçü olmuş ya, hemen uygulamaya başlayalım Mustafa Kemal’in ilkelerinde sözü geçen bu yöntemi. Halkçı ekonomiyi, devletçi, kamucu bir yaşamı bugün değilse ne zaman baştacı edeceğiz.

Neyse dağıttım, uzattım. Master Chef’de gözlemlediğim konuyu aktarayım size. 3 şef yarışmacıların yemeklerine not veriyor.   Mehmet Yalçınkaya, Somer Sivrioğlu ve İtalyan Şef Danilo Zanna… Yarışmacılar kendi aralarında yarışırken karşılıklı konuşarak da bir savaşın içinde oluyor. Başarıp yukarı çıkanlar aşağıda yarışanlara sanki kendileri o aşamadan geçmemiş gibi kimi yakıştırmalar da yapmıyor değil. Son bölümlerin birinde Rizeli Mehmet ile yarışmacılardan birini (Sevim) nerdeyse parmakla gösterircesine aşağılayan Deniz, “Şöyle geldim, baktım, gidiyorum” diye bu yarışmacıları içine sindiremediğini söyledi.

Hep görmüşüzdür ya akademik yaşamdan gelmeyen ressamlar hem kıskanılır, aşağılanır ya, burda da meslekten gelmeyenler aşağılanıyor. Deniz bu iki yarışmacıyı içine sindiremiyor. Şaşırmak mı gerekir, bilmem?

Sevim, anlatımlarından iki çocuğunu tek başına büyüten, bir erkeğin haksızlığına uğramış bir kadın portre çizdi bana göre. Yemeği de bu iki çocuğuna pişirme dışında profesyonel anlamda yapmamış biri. Rizeli Mehmet de öyle. O da ailesine, yakınlarına yemek yapma dışında bir restoranda çalışmış biri değil.

İşte yukarıdaki biri Deniz, aşağıdaki iki kişiyi bu yüzden aşağılıyor. Mengen’de aşçılık okulu var artık ama Rize’de yok. Mehmet de bu okulu okumamış, bir dükkanda çalışmamış biri. Sevim de öyle. Sevim belli ki yaşamın tokadını yemiş, yedi ateşte sınanmış yaşamıyla iki çocuğuna kol kanat germiş bir anne. Bütün umudunu bu programa bağlamış gibi duruyor. Burada göze girerse iyi bir restoranda iş bulma umudu artacak. Dananın kuyruğu kopacakken gözyaşlarına boğulan Sevim’in yardımına Danilo Şef yetişti. Ona Bağdat Caddesi’nde açacağı restoranda işe alabileceğini söyleyerek yürekleri kazandı, yüreklere su serpti.

Aslında popüler kültürün köpürttüğü ünlü olma, ünlenme sevdası, fenomen olma güdüsü aynı sınıfsal konumda olan insanları, aralarındaki savaşta öğütüyor. Yine aynı sınıfta olan ve izleyenleri de ekran başına bağlıyor. Bağlarken de üretici bütün damarlarını kurutuyor. Kültürel etkinlikleri izlemenin bile yukarıdaki sınıfa özgü, onların satın alabildiği bir hizmet olması olağanlaşıyor giderek. Otur, izle, irdeleme, sakın ha tiyatroya gitme, opera-baleye gitme, dinletiden uzak dur, sergi salonlarını kapısını açma, kitap okuma, şiiri salt kent duvarlarından oku diyorlar.

Gençler evlere kapanmış, etkileşimli, kıtalararası atış yapabilen silahlarla sanal düşmanlara karşı savaşıyorlar. Kapı önlerinde oturan, gürültü yapınca büyüklerden zılgıt yiyen, kahve kültürünün yok edildiği, mahalleli olmanın, komşu olmanın ertelendiği bir zamanda nelerden sözediyorum ben de.

Umudu yitirmek mi? Umudu sanatla, kültürle canlandırmak mı doğru olan? Yukarıdakiler ne istiyor, aşağıdakilerin ne yaptığına bakmadan sıyrılıp tiyatro, konser salonlarını doldurmak okkalı bir yanıt olur mu bütün bu olup bitenlere?

Her şeyini yitir, umudunu ve neşeni asla!…

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.