Kullandığımız kimi sözcükleri yakından tanımamız, hem yaşamakta olduklarımızı daha derinden anlamamızda, hem de, güncel olanla gerçek olanı kıyaslamada yardımcı olur bize. Şu “Normalleşme” sözcüğüne bakalım. Yerine kullanabileceğimiz nicesi varken, yaygın..
Kullandığımız kimi sözcükleri yakından tanımamız, hem yaşamakta olduklarımızı daha derinden anlamamızda, hem de, güncel olanla gerçek olanı kıyaslamada yardımcı olur bize.
Şu “Normalleşme” sözcüğüne bakalım. Yerine kullanabileceğimiz nicesi varken, yaygın kullanım için onu seçmişiz. Fransızcadaki Normal‘den türetmişiz. İ. Z. Eyüboğlu Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü‘nde Normal için, “kökü latince Norma’dan gelir, ancak halk kökenini, kökensel anlamını bilmez” gibi bir not koymuş nedense. Başka sözcükler için böyle bir nota gerek duymamış.
Norma, Latincedeki gönye anlamındaki normalis sözcüğünden geliyor. “Kural/ ilke anlamındaki” sözcük, “Norm” adıyla Fransızcaya 13. Yüzyılda Floransalı Brunetto Latini‘nin kullanımından sonra girmiş. Norm‘u olan, ya da, bir norm‘a uygun olan anlamındaki “normal” sözcüğü, 1750 den; normallik anlamındaki “normalitė” sözcüğü 1842‘den; kural değeri taşıyan anlamındaki “normatif” sözcüğü, 1862‘den; kullandığımız normalleşme sözcüğüne en yakın gelen “normalisation” sözcüğü Fransızcaya 19. Yüzyıldan sonra girmiş.
Kökeni neresi olursa olsun, aldığı sözcüklerden yeni türetmeler yapmadaki kıvraklığı Türkçenin çarpıcı özelliklerinden biri. O nedenle Normalleşmeyi önce dilbilimce dillendirmeli!.
Türetmeleri, dilimizdeki ‘-ek-‘lerle yapıyoruz. Yabancı bir dilbilimci “Türkçeyi bilmek eklerini bilmektir” demiş ya… Normal sözcüğünü almışız, ona, ad ya da sıfat olan sözcük gövdelerinde eylem gövdesi kurmaya yarayan ‘-le-‘ ek‘ini katıp, önce eylemlilik kazanırmışız. Av-avlamak, belge-belgelemek gibi normal-normallemek olmuş.
Sonra onu, dönüşlü çatıya çevirmede kullandığımız ‘-n-‘ eki ile birleştirerek ‘le,lan‘ biçimi üzerinden, kül-küllenmek; can-canlanmak; av-avlanmak; belge- belgelenmek; örneklerindeki gibi normal‘i normallenmek sözcüğüne eriştirmişiz.
Bir sonrasında, ‘-le-‘ ekini, dönüşlü çatı kurma görevinde kullanılan ‘-ş-‘ ekiyle birleştirerek ‘laş/leş’ biçimi üzerinden; yepyeni bir sözcük gövdesi yaratmışız. Fosil-fosilleşme; kireç- kireçleşme gibi; normal de normalleşme oluvermiş.
Bilmem dikkatinizi çekti mi? Bu son aşamada kullandığımız ‘-ş-‘ nin fazladan bir marifeti var. Eylem gövdelerine giren ‘-ş-‘ eki, eylemdeki kavramın birden çok özne tarafından meydana getirildiğini çağrıştırıyor. İşteş çatı kurarak yapıyor bunu. ‘Normalleşme‘nin, bireysel olmayıp ortaklaşa gerçekleştirilecek iş olduğuna gönderme yapılıyor (bakışma, koşuşma görüşme…gibi) Oysa, Frenkçedeki “Normalisation” sözcüğü, böylesi ortak çabayı çağrıştırmaz.
Dilimizin bu türetken marifetlerine rağmen, kullanageldiğimiz “Normal” sözcüğü için, yerine göre daha uygun düşecek eş anlamlı pek çok sözcük olduğu hatırlanmalı (Olağan, alışılmış, mutat, bilinen, sıradan, tabii, bermutat, rutin..vb) Ve de, bana sorarsanız “normal” sözcüğü günlük yaşamda olabildiğince kısıtlı kullanmalı!
Ne var ki günlük dilde çok yaygın kullandığımız normal sözcüğünü bilimle, yani ölçülebilen değerlerle ilişkili olarak kullanacaksak, dikkat etmemiz gereken şey var. İstatistik kavramlar. İstatistik diliyle normal dediğimiz şey, bir veri kümesinin ortalamasıdır. Pozitif bilimler için olduğu kadar, sosyal bilimler için de geçerlidir ortalamalar.
Sosyal bilimde normatif anlamıyla, norm‘lar, davranışımızın ölçüldüğü standartlardır. İstatistikden gidersek, “normal davranış” dediğimiz şey, herhangi, bir davranış için sosyal norm‘a dönüşür. Etik söz konusu olduğunda bu norm, “uyulması beklenen sosyal norm” olacaktır.
Ölçülebilenler olarak toplanan veriler, istatistiğin temeli olan, bilinen, çan eğrisi grafiğinde gösterilir. Normal dediğimiz şey, çan’ın asılacağı sapının bulunduğu yerdir (medyan). Diğer veriler “normalden sapmış” dediğimiz verilerdir. Bunların “Aşırı sapmış” olanları, çan eğrisinin kenarlarında yer alırlar. Normallik, tüm eğriyi ortadan düşey olarak iki eşit parçaya ayıran çizgidir. Burası medyanın en sık rastlandığı alandır (mod)
Sosyal bilimlerde normalliğin böylesi istatistik dil ile ifade edilmesinin olumsuz yönü, norm‘lara uymayanların marjinalleştirilmesidir. Ama çan‘ın, mod ile medyan konumundaki tokmağı, kenarlara çarpmadıkça da ses vermez. Normalliğin sosyal bilimlerin bu bağlamında yapılacak tanımı, kavramın göreceliğini ve keyfi olarak değiştirilebilirliğini ortaya koyar.
Oysa, toplumsal değişimin, normal standartlartlardan sapan kişilerce gerçekleştirildiğini; sanatçıların normal dediğimiz, ana akım dışında kaldıklarında daha yaratıcı olduklarını, hatırlamak gerekiyor. Bu nedenle: Normal olan nedir? Neden bir kişi için normal olan, bir diğerine anormaldir? Normallik standartları kültürel açıdan uygun mu? Neyin normal olduğuna kim karar veriyor? türünden sorular, olaya sosyal bilimler bağlamında bakıldığında sorulması gerekenler oluyor.
Pozitif bilimlerde ise, normal olma meselesinde istatistiğin yol açtığı ikirciklilik, sosyal bilimlerdeki kadar belirgin değildir. Sosyal bilimlerde daha veri toplarken iş karışmaktadır. Sayısallık kalıbına zoraki sığdırılmış veriler, arkalarında istatistik desteği olsa bile, yorumlarda hep zorluk çıkaracaktır. Oysa Fizik, kimya gibi pozitif bilimlerde sayısal kesinlik aranır. Bilimdeki nesnelliğin gereğidir bu.
Ne var ki, böylesi kesinliğin benzerine biyolojik bilimlerde / tıp dahil / pek rastlanmaz. O nedenle normalliğin tanımı, örneğin hekimler için /normal olanla değil hep patolojik olanla ilgilendiklerinden/ kolaydır. Buna karşın, normalin ne olduğu meselesi felsefeciler için ciddi tartışma barındırır.
Örneğin,felsefeci Georges Canguilhem (kangileem okunur), canlı organizmayı fizik/kimya kurallarıyla çalışan bir makineye indirgeyecek düşünüşe/kurgulamaya hep karşı durur. Gerekçesi, “canlı organizmanın içinde yaşadığı çevreyle ilişkisi nedeniyle bu çevrede başarılı bir şekilde hayatta kalabilmesi; canlı organizmanın kendini oluşturan parçalarının toplamından daha fazla bir şey olduğu“dur. Ona göre, fizikseI/kimyasal denge, canlı organizmaların özgünlüğü bağlamında, yaşamın karmaşıklığını açıklamada yetersizdir. Bu görüşünü, tıpta ve biyolojide normalliğin doğası ve anlamı, tıbbi bilginin üretimi ve kurumsallaşmasına ilişkin kapsamlı araştırmasında ortaya koyar. (“Normal ve Patolojik” adlı eser bizde de yayınlandı)
Canguilhem: “Patolojik olan şey, normalin bir türü olarak anlaşılmalıdır; anormal olan, normal olmayan şey değil, başka bir normal olandır; biyolojik standartlar , canlının sadece çevreyi yansıtmasıyla değil, organizmanın kendisinin de değerler ortaya koymasıyla çıkar; bu da, biyolojik normatiflik dediğimiz şeydir” der.
Onun bu görüşleri, daha sonra M. Foucault‘yu da etkileyecektir. “Deliliğin tarihi“, “Kliniğin doğuşu” kitapları bu etkiyi yansıtır. Peki sizce doğru cevap alabilme olasılığı nerededir? İzini sürdüğümüz şu Normalleşme‘nin günümüzdeki kullanımına bakarak, sosyal bilimler bağlamındaki soruları mı sormak gerekiyor, yoksa pozitif bilimlerdeki gibi sayısal değerlerin ne anlama geldiğini daha titiz değerlendirmemizi sağlayacak soruları mi?
Sosyal varlıklar olarak normal’imizin ne olması gerektiği konusunda tümüyle anlaştık mı? Anormal dediğimiz şimdiki durumu normalleştirme, “eski normal“e mi dönmektir; yoksa “yeni normaller” yaratma mı? Türdeşlerimizin doğanın bir parçası olarak, kendi evrim takvimlerinde zaten gerçekleştirmiş oldukları normallere, /filozofun dediği biyolojik normatiflik anlamında/ patolojik adını biz mi yakıştırdık?
Patolojik ya da anormal dediğimiz durum, aslında normalimiz olmasın?…
Gerçekten, doğada patolojik olan bir şey var mı?
Bugünlerde filozofun dediklerine pek kulak asmasak mı yoksa?
Çıkan sorular zor da…
Prof. Dr. Orhan Arıoğul
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.