Polonyalı Aforizma yazarı S. Lec çoğu şeyin adı koyulamadığı için yapılamadığını söyler. Ne var ki tersi de yanlış değildir bu sözün. Ýapılamadığı için adı konmamış pek çok şey. vardır. Hatta..
Polonyalı Aforizma yazarı S. Lec çoğu şeyin adı koyulamadığı için yapılamadığını söyler. Ne var ki tersi de yanlış değildir bu sözün. Ýapılamadığı için adı konmamış pek çok şey. vardır. Hatta derim ki yapılıp başarıldığı halde, adı açık kalmış da pek çok şey de bulunabilir aranırsa.
Oysa bir yerde gerçekleşen bir olayın başka bir olayla bağlantısı mutlaka bulunur. Aydınlanma döneminde pozitif bilimin yolunu açmıştı bu anlayış. Günümüzün fizik bilimi ise, bunu, maddenin süregiden devinimiyle açıklayan , evrensel boyutta işleyecek bir gerçek haline getirdi. Artık buna dayanarak, “evrenin herhangi bir yerinde, evrendeki diğer her olaya bağlı olmayan hiçbir olay yoktur” diyebiliyoruz. Rönesansın, insan aklını yücelterek” aklın evrenselliğinden söz etmesini, duygusallıktan öte, daha nesnel biçimde anlıyoruz artık.
O zamanlar, Da Vinci, insandaki evrensel aklının örneği gibiydi. Bu yakıştırma bizi hep gururlandırdı, ne var ki onun önemli bir yönünü göz ardı etmemize yol açtı.
Bilimsel bilgilerin, aralarındaki bütünsellik; sanat dallarının kendi içindeki bütünselliği; sonra da bilim ile sanatın birlikteliği felsefenin konusu olarak kaldı uzunca süre. Oysa bunlar Da Vinci‘nin ürettiklerinin temeliydi. Belki de onun kendinden sonrakilere vasiyetiydi.
Birçok farklı yönün birlik içinde olduğunun kabul edilmesi doğu ve batı mistisizminde. hep yer alır. Ama Da Vinci mistik değildi. Onun bütünleştiriciliği doğru okumak gerekir.
Modern dönemde bilim-sanat bütünlüğü üzerinde duran kişi, Jacob Bronowski (1908-1974) adlı Polonya kökenli bir İngiliz matematikçi, biyolog ve bilim tarihçisidir.
Bronowski, bilim, tarih, sanat, kültürel antropoloji, edebiyat ve felsefe alanındaki bilgilerini, tek bir kumaşta örmeyi hedeflemişti. Onun bilim anlayışı bilimin tarih, kültür, edebiyat ve sanatlarla bağlantılar kurmasını öneriyordu.
Bronowski‘nin görüşüne göre gerçekler ve hayal gücü, yaratıcılık ile beraber hem bilimin, hem de sanatın temelidir; bu temel, sanatçı ile bilim insanını kültürel olarak birbirine bağlar. Ve böylesi sanat ve bilim birlikteliği, insani değerler hakkında çok şey öğretir
Onun, bizde de yayınlanan “Science and Human Values” adlı kitabı, bilim pratiğini zora sokan engelleri önleyebilecek değerleri ortaya çıkarmaya yardımcı olmayı amaçlar; aynı zamanda, şefkat, nezaket, hoşgörü, insan sevgisi için gereki olan bilim-sanat birlikteliğinin değerlerini ortaya koyar.
Batıda kimi Üniversitelerde kurulan Bronowski kulüpleri, onun görüşlerini eğitime yansıtmak için oluşturulmuştu bir zamanlar.
Bilimin ve sanatın geçmişlerine baktığımızda, içlerinde adı tam konmamış ama, sonradan büyük etki yaratmış, görüş bütünleşmelerine rastlanır. Bunların her biri de ayrı ayrı incelenmeyi hak eder.
Benim bakmak istediğim öykü Schoenberg ile Kandinsky‘ninkidir: Müziğin ve soyut resmin buluşmasının öyküsü!.
Buluşmadaki kişiler, Zweig‘in deyimiyle “Yıldızların parladığı an“ı yaratacak olanlardır.
Öncesinde Kandinsky , sinestezi, yani duyuların birbiriyle ilişkili olduğu, bir duyuyu uyarmanın, aynı anda diğer duyuları da etikleyeceği fikrininn etkisi altındadır: Sesler gibi, renklerin de, ruhtan gelen bir titreşimden kaynaklanan “duygusal tepkileri çağrıştıran ve derin bir etkiye sahip bir içsel ses“e sahip olduğuna inanmaya başladığı dönemdir bu, Kandinsky nin.
Müzikte ise, 20.yy başları, sanatçıların müzikte uyum, düzen, simetri gibi kavramları aşmaya çalıştıkları dönemdir. Yeni bir çağın başladığından söz edilmektedir.
Bir temel sesin aynı anda başka sesler doğurması ve bu yeni seslerin oluşturduğu akorların bağlanmaları mantığı çerçevesinde geliştirilmiş olan, klasik armoni artık değiştirilmelidir!.
Böyle bir ortamda Schoenberg, devrim niteliğindeki yeni bir armoni kavramı ortaya koyar. Ona göre tonal tek bir merkezi veya anahtarı olan tonal denen müzik yerine, artık birden fazla merkezi olan müzik yaratılmalıdır. Bu müzikteki harmoni, yalnızca derece olarak diğerinden farklı olacaktır. Besteci, tek bir ton merkezli beste yapmaktan vazgeçtiğini açıklarken, geleneksel armoni ile çelişen bu tutumunu “uyumsuzluğun kurtuluşu” olarak tanımlar. “Atonalite“dir bu.
Schönberg besteleri yanından resim de yapmaktadır. Viyana sanat çevresinden ressam dostları vardır (Munich’de olduğu için Kandinsky aralarında değildir). Onların sergilerine katılmakta; ressam arkadaşları da Schönberg‘in konserlerini izlemektedir Ne var ki,. bestecinin ressam arkadaşları, onun sanatsal eğilimleriyle kendi resim eğilimleri arasında, adını açıkça koyabildikleri bir paralellik kurabilmiş değillerdi. Bağlı oldukları Blaue Reiter sanat akımı da soyut eğilimleri öncelemiyordu zaten.
Sanatsal zihinlerin bir araya gelişleri, 2 Ocak 1911 Pazartesi, Schönberg‘in müziğinin konserine katıldıklarında meydana gelir. Gabriele Münter, Alexej von Jawlensky, Marianne von Werefkin, Franz Marc ve o sıra Viyana’a olan Kandinsky, ilanını gösterdiğim konserde buluşurlar.
Yıldızların parladığı yer, işte o konser salonudur!. Konser, hem Kandinsky hem de Franz Marc üzerinde büyük bir etki yaratır. Kandinsky küçük deftere (16X14cm) konser ortamını betimleyen karalamalarını yapar iki gün sonra da atölyesinde bunun büyük tablosunu tamamlar.
Bu olağanüstü tabloyu bitirdikten iki hafta sonra, Kandinsky 18 Ocak 1911’de besteciye mektup yazar ve: “Sevgili Profesör size yazdığım için lütfen beni bağışlayın. Konserinizi ilk kez dinledim. Büyük zevk aldım. Beni elbette tanımıyorsunuz çünkü genel olarak pek bir şey sergilemiyorum. Viyana’da sadece bir kez SecessIon’da sergi açmak için bulundum. Bu da yıllar önceydi Ancak, çabaladığımız alanda, düşünce ve duygu tarzımız o kadar çok ortak noktaya sahip ki, empatimi ifade etmekten kendimi alamıyorum. Müzikte, o çok özlenen belirsiz formların, kendi yapıları içinde bağımsızca yer alarak, gelişmeleri, bestelerinizdeki seslerin her birinin kendi bireysellikleri ile bağımsız olarak varoluşları, tam da benim resimlerimde bulmaya çalıştığım şeylerdir” der.
Kandinsky daha sonra yazdıklarında, müziğin yapısı gereği, zaman akışı içinde icra edilmesi gibi bir üstünlüğü olduğunu, ama resmin de kendime özgü benzersiz gücünün olduğunu ileri sürecektir. Ona göre müziğin yapamayacağı şeyi, yani izleyiciye eserin tüm içeriğinin aynı anda hissettirilmesi, ancak resmin başarabileceği bir iştir. Sinestezinin etkisiyle olacaktır bu.
Tonal müziğinin hiçbir izine yer vermeyen, kromatik ses skalandaki notlarının birbirinden bağımsız olarak işlev gördüğü Schoenberg kompozisyonları gibi, Kandinsky de resimlerinde, her renk tonunun kendi özgürlüğüyle, kendi renk skalasında var olmasını sağlayacak bir teknik kullandı Bunu,tablolarındaki renk lekeleri arasında açık renk alanları bırakarak gerçekleştirdi.
Kandinsky, izlediği konserdeki Schoenberg müziğini, damıtılmış, zamandışı etkisi güçlü, görsel bir imgeye indirgeyerek betimledi..Onun “Konser Izlenimler III” adlı tablosu, soyut resmin aralanan giriş kapısı gibidir. Somutun, soyut ile anlatımıdır, ya da daha doğru ifade ile, soyut ile somutun birliğidir, bütünlüğüdür. Bu yönüyle tablo, biraz daha yakından bakılmayı hak eder .
Resmin karalamalarının konser sırasında mı, sonrasında mı yapıldığını bilmiyoruz. Çok küçük olmaları konser sırasında yapıldığını düşündürebilir. Sanatçı, konseri tam anlamıyla tasvir etmeye çalışmak yerine, olayı daha derin, daha duygulu bir şekilde yansıtmaya çalışmıştır. Eskizlerde koyu olarak betimlenen büyük alan piyanodur. Diğerleri piyanist ve öteki sanatçılardır.
İlk eskizden farklı olarak, ikincisi açıkça tabloya daha yakındır. Düz bir yüzey üzerinde yüzen formların ana hatlarından başka bir şey yoktur. Seyirciler, üstünkörü daireler ve eğrilerle belirtilmiştir.İki geniş sütun, konser salonunun mimarisine atıftır belki de. Perspektif eksikliği görüntüyü düzleştirmiştir, ama aynı zamanda müzikal genişlik duygusunu etkili şekilde artırmıştır.
Eskizlerdeki temel görünüm tabloda da vardır. Etrafı saran, sanatçıya göre müziği temsil eden sarı renk alanındaki seyirciler, kavisli siyah çizgilere, alizarin serpihtilerine, çeşitli mavilere, yeşillere, kadmiyum ve ultramarin lekelerine indirgenmiştir.
Kandinsky, siyah piyanoyu tepede daha kavisli yere koyar ve ona, merkezin sol alt tarafında gruplanmış dinleyicilerden yukarıya, resmin sağ üst köşesine doğru, bir yay şeklinde uzanan, güçlü bir diyagonal itme verir.
Yüksekte görünen ve kompozisyon açısından çok güçlü konumdaki siyah piyano artık, sesi veren bir enstrüman olmayı aşmış, sesin kendisi olmuştur. Soyut resim, 20 yüzyılın boyunca hep var oldu. Hiç geri itilmedi. Önemli sanatçılar tarafından kullanıldı. Öne çıktığı dönemleri oldu.
Schönberg‘in Atonal müziği için söz söyleyebilecek yetkinlikte olsam, benzer güncelliği sürdüremedi derdim. Günümüz Konser salonlarında ne kadar çalınıyor bu müzik?. Benzer şeyleri onun resimleri için de, söylerdim. Arkadaşları besteciyi, resim de yaptığından, kendi sanat akımları içinde yer almasını istemiş olabilir. Ama, kabul görmedi bu çabaları. Bugün, ne Blaue Reiter, ne ekspresyonist ne de başka akımlar içinde Schoenberg resimlerine rastlanabilir. Akademik bir konudur onun resimlerini inceleme bugün.
Onun müziği, soyut resmin doğuşunda kuşkusuz etkiliydi. Tuhaftır ki etki, kendi müziğinin kendi resmiyle bütünleşmesi üzerinden değil de, Kandinsky’nin resmi üzerinden oldu.Ne var ki bu bütünleşme, Bronowski‘nin söylediği, bilimin sanatla buluşturulmasının ilk ayağı olabilecek, sanatın sanatla bütünleşmesiydi gene de.
Herman Hesse, ne güzel anlatacaktır bu ütopyayı “Boncuk Oyunu” romanında..
Ne yazık ki ütopyalar hep yarım kalıyor; ve tamamlanmalarını bekliyorlar adlarını alabilmek için.
Prof. Dr. Orhan Arıoğul
KAYNAKLAR
Kandinsky Compositions The Museum of Modern Art, New York; First Edition (July 15, 2002)
Schöenbeng, Kandinsky, and the Blue Rider. Esther da Costa Meyer, Fred Wasserman Scala Publishers Ltd. London 2003
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.