Kuşak çatışması mı, efendi-uşak çatışması mı?

Toplumsal gelişim ve değişimlerin neden sonuç ilişkilerini araştırdığımızda, neleri esas almalıyız? Dikkatimizi, o toplumdaki sınıfsal nitelikteki üretim ve paylaşım ilişkilerine ve bununla bağlantılı tarihsel ve kültürel yapıya mı odaklarız; yoksa,..

Kuşak çatışması mı, efendi-uşak çatışması mı?
Yayınlanma: Güncelleme: 55 okuma

Toplumsal gelişim ve değişimlerin neden sonuç ilişkilerini araştırdığımızda, neleri esas almalıyız? Dikkatimizi, o toplumdaki sınıfsal nitelikteki üretim ve paylaşım ilişkilerine ve bununla bağlantılı tarihsel ve kültürel yapıya mı odaklarız; yoksa, kapitalist sistemin belirlediği, modern çağda durmadan yenilenen tüketim kalıpları ve modalarla yaratılan kuşaklar arasındaki görünüşteki, biçimsel farklılık ve çatışmalara mı?

Günümüzde emperyalist sistemin neoliberal, postmodern egemen anlayışı, kitlelerin dikkatini, sınıfsal ekonomik çelişmelerden ve buna bağlı üst yapısal ideolojik ve kültürel çatışmalara dayanan saflaşma ve ayrışmalardan uzak tutmak istemektedir. Dikkatleri üzerine çekecek yeni bir gerçek dönüştürme (post truth) aracı bulmuş gibi görünüyorlar. Sınıf siyaseti yerine, dönemsel kimlik siyaseti. Böylece toplumsal gelişim ve değişimi, yalnızca ve yalnızca kuşaklar arasındaki çeşitli moda ve davranış farklarına, beklenti, istek ve  gereksinimlerden doğan ve yapay kimlikler yaratma planlarının bir ürünü olan fikir ayrılıklarına ve çatışmalara indirgenmektedir. Kuşak çatışmaları, etkili üst yapı unsurlarından biri olmamasına rağmen, ana unsur olarak ön plana çıkarılmakta, ama ekonomik ve sınıfsal ilişkilere dayanan temel değişim dinamiklerine etkisiz eleman muamelesi uygulanmaktadır.

Bunun için de, belirli ve farklı tarihsel dönemler icat edilmekte ve bu belirli zaman dilimlerinde dünyaya gelen kuşaklar için de, o dönemleri yansıtan kısmen kurgusal, kısmen popülist, kısmen de yapay zeka ürünü kültürel kimlikler ortaya konmaktadır. Dikkate alınan yegane ölçüt, söz konusu tarihsel dönemlerin kitle iletişim araçları ve medyanın yaygınlık ve teknolojik gelişmişlik durumları ve bu durumlara bağlı olarak dönem kuşakları arasında meydana gelen popüler kültür farklılıklarıdır. Ortalama on beş yirmi yıllık periyodlardan meydana gelen bu kuşak dönemleri neoliberal Batıcı düşünce yapısı tarafından belirlenmekte, Asyalı, Afrikalı ve Güney Amerikalı kuşaklar da Batıcı düşünce yapısı tarafından kabul edilmiş olan bu kuşak kalıplarına, daha doğrusu ”moda”lara doğrudan dahil edilmektedirler.

Neoliberal postmodern düşünce, dünyadaki 1940’lardan 2020’lere  ulaşan toplumsal-kültürel gelişimin temeline, kuşaktan kuşağa oluşan, görünüşteki biçimsel değişiklikleri ve bunların her yeni kuşağın davranışlarında meydana getirdiği sözde farklılıkları yerleştirir. Ancak bu farklılıklar kapitalist sistemi temelden sorgulayan farklılıklar değildir; tam aksine burjuvazinin can alıcı ihtiyacı olan ”yenilik”ler, yani modalar yaratarak, kitlelerde sürekli bir tüketim ihtiyacı oluşturulmaktadır. Ve özünde aynı nitelikleri taşıyan mallar, küçük değişiklerle ve yeni kılıflarda, en ince ve ”estetik” biçimlerde reklam mekanizmasında devreye sokularak, pazarlanmış olmaktadır.

Bu ”yenilikler” ve ”yenilikçi kuşaklar” teorisiyle, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Batı merkezli ”refah toplumu”nda sürekli ”atılım”, ”değişim” ve ”yenilik” halinde olan kuşaklara, farklılaşan popüler özellikleri sayesinde gelişen, yenilikçi, mutlu, becerikli ve geleceği parlak bir üst modeli oluşturdukları (!) bir dünya masalı anlatılmıştır. Her türlü metanın yeni bir üst modeli üretildiği gibi, bunun en büyük garantisi de bir üst model kuşaklardır, bu kuşakların da sürekli olarak bir üst modeli üretilecektir! Siz, yeter ki daima, her türlü metanın bir üst modelini tüketin!..

Kuşaklar çatışması mı, sınıflar ve ideolojiler çatışması mı?

Anlatılan bu masalda, örneğin, bütün kuşak dönemlerinde, hiçbir güvenceye sahip olmadan köle vasıflarında çalıştırılan çocuk işçilerin yeri yoktur. Yerin yüzlerce metre altında maden ocaklarında, tersanelerde, fabrikalarda, dökümhanelerde, gökdelen tepelerinde, tarlalarda, kimyasal işletmelerde can ve iş güvenliği olmadan, sağlık önlemleri alınmadan, zaman mefhumundan uzak, asgari ücretle karın tokluğuna iş bulduğuna sevindirilerek, çalıştırılan işçi ve memur kitlelerinin yeri yoktur. Dünyada elde edilen ekonomik gelirin yüzde sekseninin dünya nüfusunun yüzde beşi arasında paylaşıldığının, milyarlarca insanın yetersiz beslenme koşullarında, açlık sınırında, hayatta kalma mücadelesi vermesinin yeri yoktur. Bu masalda, aynı zamanda, neoliberal ekonominin gözü dönmüş bireysel kâr hırsı için tereddütsüzce katledilen tarım alanlarının, ormanların, akarsu ve göllerin, oksijenin, doğadaki tüm canlıların da yeri yoktur.

Yenilikçi, yaratıcı, öncü, ilerici, akılcı kavramları gibi, toplumcu gerçekçi bir anlatımda nesnel karşılıklarını bulabilecek olan kavramlar, neoliberal postmodernist anlayışta ancak insanların gözlerini boyamak ve aldatmak amaçlı, dikkatlerini sistemin kirli çıkarlarına uygun hedeflere yöneltmek için kullanırlar. Üçüncü dünya ülkelerinde ise, bu yanılsama ve tuzağın daha da etkili olabilmesi için, söz konusu cazibeli kavramların, kitlelerin kolayca anlaması da istenmediğinden, özellikle innovatif, kreatif, progressif, smart gibi Batılı karşılıkları kullanılır.

Kısacası, tüm dünyada, toplumsal ekonomik ve kültürel gelişmemizin nedeni; bir sonraki kuşağın, bir önceki kuşağa göre daha ”innovatif”, daha ”kreatif”, daha ”progressif” kültür kodlarına sahip olmasına, gelişen teknolojiye bağlı medya nedeniyle de daha ”smart” bilinç yapısına sahip olmasına dayandırılır; ya da daha doğru bir terimle ifade edecek olursak, indirgenir. Bu yaklaşımda, ”nesnel koşulların öznel bilinci belirlediği” değil de,” öznel bilincin toplumsal yapıyı belirlediği” şeklinde idealist gerici bir düşünce egemendir.

Elbetteki yaşanılan dönemdeki teknolojik gelişmelerin ve dönemin, medya-iletişim teknolojisindeki gelişmelerin, kültürel yaşamda göz ardı edilemez bir etkisi olacaktır. Ancak her şeyi sadece teknolojik yenilik ve modalara bağlı bir kuşak çatışmasına indirgemek ve bu kuşakları oluşturan insanların, sırf ortak doğum tarihleri nedeniyle, aynı astrolojik burcun özelliklerini taşıyanlar  gibi ele alınması, kuşkusuz bilim dışı büyük bir yanılgıdır. Hepimizin bildiği bir örnek verecek olursak; ünlü şair Can Yücel (1926-…) ve politikacı Turgut Özal (1927-…) aynı dönem kuşağın insanları olmalarına rağmen, geçtiğimiz en az yüz yıllık süreçteki hiçbir kuşak farkı, aralarındaki karşıtlığı açıklayamaz. Ya da aynı tarihlerde doğmuş, mülkiyetsiz bir tarım işçisiyle, onlarca köy arazisini mülkiyetinde barındıran bir toprak ağasını ya da onlarca fabrikasında yurtdışından çeşitli markaların montaj temsilciliğini almış işbirlikçi bir sanayici düşünün; bu insanları, ait oldukları kuşağın hangi ortak düşünce ve davranış paydasında birleştirebiliriz? Birbirinin akranı olan radikal dinciler, sosyalistler, ırkçı milliyetçiler, liberaller, vd. nasıl bir ortak kuşak özelliğinde buluşabilirler? Peki, bizi, neoliberal ideoloji ve siyasetin kuşakçılık indirgemesi  ve çarpıtması yaptığı düşüncesine götüren veriler nelerdir?

Neoliberal ideolojinin kuşaklar teorisinin arkasındaki gerçek amaç

İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından gelen ve 1965 yılına kadar sürecek olan kuşak Baby Boomer (bebek yani nüfus patlaması) kuşağı olarak adlandırılmıştır. Tüm dünyadaki ve Türkiye’deki 68 kuşağı da, 70’li yılların devrimci kuşağı da, bu kuşak içinden romantik bir yaklaşımla ve ayrıcalıklı bir konumlandırma ile bu boomer kuşağı içinden ayrılarak tanımlanmıştır. Eşitlikçi, adaletçi, paylaşımcı bir düşünce yapısını ilke edinmiş bir kişi olarak, her neyin mücadelesini verirse versin, daha sonra da nasıl dönüşümler göstermiş olursa olsun,  aynı dönem içinde yaşamış, belirli bir grup insanı, gerek dünyada, gerekse yurtta, ayrıcalıklı olarak bir kuşak tanımlaması içine sokmayı, hem kişisel düşünce yapıma hem de bu yazının genel düşünce yaklaşımına uygun olarak görmemekteyim. Bu yüzden gerek ”68 kuşak tanımlaması”na, gerekse ”devrimci kuşak tanımlaması”na karşı yaklaşımım, diğer kuşak tanımlamalarına olan kabullenmeyici yaklaşımımın aynısıdır.

Ancak gerek ”68 kuşağı”, ”gerek 27 Mayıs kuşağı ve gerekse 1920 ya da ”Cumhuriyet Devrimi kuşağı” veya edebiyatta ”40 kuşağı” gibi, yaşla ilgili ortaklıktan çok toplumun kaderini etkileyen ve siyasal-ideolojik niteliği ağır basan düşünce ve eylemleri, atılımları gerçekleştiren kadroları ve onların toplumda, hatta dünyada yarattıkları etkiyi tanımlamak için de zaman zaman kuşak tanımı kullanılmıştır. Bu tür adlandırmalar, içeriğinden ve niteliğinden de anlaşılacağı gibi ideolojik ve sınıfsal tanıma girer. Bu nitelikli kuşak tanımını dünyadan ve tarihten örneklerle çoğaltabiliriz. Örneğin, Fransız Devrimini gerçekleştiren ve onu benimseyerek yaşayan “1790’lar kuşağı”, Paris Komünü’nü yaşayan “1871 kuşağı”, Ekim Devrimini gerçekleştiren ve yaşayan kuşak ya da Çin’de “Kültür Devrimi kuşağı” gibi…

İdeolojik, siyasal ve kültürel nitelikli ve işlevli, uygulayan ve yaşayanlara toplumsal bir kimlik de kazandıran bu kuşak gerçeği, zamanla toplumsal bir saygınlık ölçütü olunca, örneğin 68’in, Dev-Genç’in temsil ettiği Tam bağımsızlık ilkesine o gün de bugün de karşı çıkan kimileri ikiyüzlüce, sadece yaş ortaklığını kullanarak ve kıraldan çok kralcılık yaparak, herkesten çok 68’li görünebiliyor. Ayrıca, nesnel bir bakışla, kuşak tanımı, aynı şekilde gerici veya karşıdevrimci niteliğiyle topluma ve tarihe damga vurmuşlar için de yapılabilir. Örneğin, “Gorbaçov kuşağı”, “Hitler kuşağı”, küreselci Neocon kuşağı”, “12 Eylül” veya “Özal kuşağı” gibi.

Özellikle sanat ve edebiyatta kuşak adlandırmaları çok daha anlamlıdır. “Romantik edebiyat kuşağı”, “İzlenimci kuşak”, Sembolist kuşak”, “dışavurumcu kuşak”, “Dadacı kuşak”, “Geçeküstücü kuşak” vb, vb…

Neoliberal Neocon kuşağın şişirilmiş ve parlatılmış marifetleri

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, gerek oluşan yıkımı toparlayacak iş gücü ihtiyacı, gerekse tarımsal ve sınai atılımlar ve bunların sonucu meydana gelen kısmi bir ferahlama, Avrupalı nüfusa artış olarak yansımıştır. Neoliberal anlayışa göre, ”Boomer kuşağı” temsilcilerinin, savaş, yıkım ve yokluk yaşamış bir önceki kuşak olan “Sessiz kuşak” tarafından yetiştirildikleri için, tutumluluk ve üretime değer veren, kanaatkar, barışçıl, ”özgürlükçü ve dayanışmacı kültürel değerlerle donatılmış”, iş odaklı, otoriteye saygılı, ”müteşebbis ruhlu” ve örgütçü yapıdaki insanlardan oluştuğu ileri sürülür. Kapitalizmin sadece üretici ve tüketici insan ihtiyaçları açısından toplumdaki gelişme ve değişmeleri önemseyen burjuva sosyolojisi insanların özellikle yaşlılıklarını sorunsuzca yaşayabilmek için gençliklerinde iyi çalışmaları gerekliliğinin, teorisini yapar ve bir yaşam stratejisi olarak bunu önerir.

Bu teorinin en önemli ideolojik operasyonu, 1980’lerde “küreselleşme olarak uygulamaya konan karşı devrim sürecinin etkin öznelerinin teorisini yapmasıdır. Daha sonra “Neocon” olarak adlandırılan ve sınıfsal niteliğinden özellikle koparılmış olarak sunulan, ya da daha doğrusu burjuva niteliği gizlenen bu kuşak, dünyada etkili olmaya başladığı 70’li ve 80’li neoliberal ve postmodern ideolojik ve kültürel dönüşümlerin öznesi yapılmıştır. O yıllardan sonra sanayide ve bayındırlıkta “daha özgürlükçü”(!) değerlerde yaşanan bütün gelişmeler ve atılımlar, işte bu (yeni ve daha piyasacı, daha açgözlü, daha sosyal devlet karşıtı ve daha saldırgan) kuşağın az önce saydığımız özelliklerinden ve onların gelişen görsel işitsel ve yazılı medya desteğiyle birlikte bilgiye daha kolay ulaşabilmesinden ileri geldiği iddia edilir.

1965 ile 1980 yılları arasında doğan kişiler X kuşağı olarak adlandırılırlar. Bu kuşağın çoğunluğu büyük savaşı görmüş “Sessiz kuşak”, kısmen de Boomer kuşağı tarafından yetiştirilmişlerdir. Kendilerinden önceki Boomer’a göre, teknolojiden, medya iletişiminden çok daha erken ve çok daha fazla faydalanmışlardır. Kendilerinden önceki kuşakta mevcut olan otoriteye saygı ve kanaatkarlık bu kuşakta da etkisini devam ettirmektedir. Ama önceki kuşağı teknolojk yeniliklere kapalı olarak görürler. Daha eğitimli olan ve iletişim araçlarını iyi kullanan bu kuşak, en başta son derece bireyci, narsist ve para kazanma konusunda çok hırslıdır. Bu ana özellikler, öz saygısı daha yüksek, iş motivasyonu yüksek, bireysel becerilere, bireysel ödüllere daha fazla önem veren ama kariyerleri için işbirliğine ve işe bağlılığa dayalı eylemler içinde yer almayı seven, daha sonuç odaklı, ırklar ve cinsiyetler arası farklara daha saygılı, dünyanın çok çarpıcı bir değişim ve dönüşüm dönemine girmiş olduğunun farkına varmış ve yeni dünya düzeninde kendine yer arama, edinme bilinci oluşturmuş bir kuşak tanımlamasıyla perdelenir. İşte 90’lı ve 2000’li yıllardaki gelişmelerin de ”X kuşağının bu özellikleri nedeniyle gerçekleştiği” iddia edilir. Bu durum ise, gelişmeyi, bir kuşağın biyo – sosyo – kültürel özelliklerine indirgemek ve post modernist yaklaşımın biyopolitik söylem kalıpları içinde sıkışıp kalmak anlamına gelir.

1980 ile 2000 yılları arasında doğan bireylerden oluşan kuşak Y kuşağı (Generation Next) olarak adlandırılmıştır. Bu kuşak da, kuşak teorisyenlerine göre, çoğunluğu Boomer ‘ın ve kısmen de X kuşağının  yetiştirdiği, ebeveynleri diğer kuşaklara göre daha eğitimli, rekabetçi ve donanımlı bir kuşaktır. PC, GSM ve internet, sosyal medya teknolojilerindeki devrimi kendilerinden önceki kuşaklara göre çok daha erken ve çok daha güçlü olarak yakaladıkları için çok daha donanımlı bir kuşak olarak kabul edilir, ama bu durumun sadece çok gelişmiş Batı ülkeleri ve yine çok gelişmiş birkaç Asya ülkesi için geçerli olacağı görmezden gelinir.

Artık büyük savaş ve yıkımları etkisini kaybetmiş, yerini daha coşkulu, daha çevre alternatifli ve daha kaliteli bir yaşam tutkusu almıştır. İş seçicilikleri artmıştır, otoriteye itaat ve sadakat zayıflamıştır. Büyük ölçüde küreselci-neoliberal ideoloji ve projelerle şekillendirilen, ve bu ideolojinin sınıfsal beklentilerine göre bazı özellikleri bilinçli bir biçimde abartılan ve yüceltilen bu kuşağın, örneğin, girişimcilik ruhları ve başarı odaklılıkları kendilerinden önceki kuşaklara göre çok daha yüksek olduğu iddia edilir. Neoliberal değerlendirme ve tanım kalıplarına göre, Y Kuşağının ilgi alanlarını, çevreyi ve arkadaş gruplarını bu daha kaliteli yaşam odaklı olmaları şekillendirmektedir. İş ve yaşam dengesi onlar için çok önemlidir.

Neoliberal yalanların ve sahteliklerin en çok etkisinde kalan Y Kuşağı, Teknoloji ve iletişimdeki gelişmelerin bütün kıtlık, fakirlik, sağlık, eğitim ve çevre sorunlarını çözeceği yanılgısı içindedirler. Bu yüzden teknolojideki gelişmelere çok önem vererek kendileri de bu gelişmenin içinde olmayı hedeflemektedirler. Yine neoliberal eorilere göre, ırklar ve cinsiyetler arası fark diye bir kavramları yoktur, ama sınıfsal farklılık ve sınıfsal mücadele diye de bir değerleri yoktur. Bakış açıları daha küreselcidir. Şirket içi proje uyum programları, fikir atölyeleri, beyin fırtınaları, kaynaşma toplantıları, çalışanların iş sürecine katılımı vb. “yenilikçi” yöntemlere açıktırlar, bürokrasiyi sevmezler, informel ilişkileri tecih ederler. 2000, 2010  ve 2020 li yıllardaki gelişmelerin nedeni de ideolojik bir yanılsama olarak ”Y kuşağının bu özellikleri”ne bağlanacaktır.

“Z Kuşağı” üzerine kurgular ve masallar

2000 ile 2015 yılları arasında doğan bireylerin oluşturduğu kuşak da Z kuşağı olarak adlandırılıyor. Bir diğer adı da “milenyum kuşağı”dır. Neoiberal postmodern yaklaşım tarafından bu kuşak, insanlığı üçüncü bin yıla taşıyacak olan teknolojik gelişmelerin ve ”özgür düşünce”nin, (Ama elbette ki burada özgür düşünce derken, aslında üzeri örtülü olarak ifade edilmek istenen, neoliberalizmin yolunu açacak ve kesintiye uğratmadan devamlılığını sağlayacak olan liberal düşüncedir) ”başlangıç kuşağı” olarak yüceltilip parlatılıyor.

İnsanlar yaşamlarını sürdürebilmek için doğal gereksinimlerini gidermek zorundadırlar. İnsanların hayatlarını maddi doğanın nesnel koşulları belirler. Doğal gereksinimlerini gidermek için de sürekli olarak yeniden üretmek zorundadırlar. Üretimin üç önemli ana unsuru vardır. Birincisi hammadde, ikincisi iş gücü, üçüncüsü ise üretim araçlarıdır. Mülkiyetçi sistemlerde bu üçlüye bir de ”pazar”ı ekleyebilirsiniz. İşte bir toplumu sağlıklı olarak dengede tutan yegane koşul;  bu üç artı bir toplumsal üretim sacayağının, ait olması gereken kişilerin elinde olmasıdır. Tarih dediğimiz süreç ise, bu üç artı bir sacayağına sahip olma mücadelesinden başka hiç bir şey değildir. Tarih sürecinde rol alan bütün insanlar, köleler, rahipler, komutanlar, din adamları, krallar, tüccarlar, çiftçiler, işçiler, meslek erbapları, sanatçılar, filozoflar, yazarlar, şairler, işsizler, hepsi ama hepsi bu hammadde, iş gücü ve üretim araçlarının kime ait olacağı mücadelesinde bilinçli veya bilinçsiz olarak, isteyerek ya da istemeyerek taraf olurlar, doğrudan (aktif) veya dolaylı (pasif) eylemlerle mücadele verirler ve tarih sürecinin ya da tarih felsefesinin bir parçası haline gelirler.

Dolayısıyla tarihsel analizlere yaklaşımda göz önüne alınacak ana unsur, kuşak farklılıkları, kuşak çekişmeleri gibi insanların yaşadıkları döneme ait, popülerleştirilmiş bireysel ve öznel niteliklerinden ziyade, hammaddenin, iş gücünün, üretim araçları mülkiyetinin hangi sınıfların elinde olacağı, hangi sınıfların pazar oluşturup hangi sınıfların bu pazarın kontrolünü elinde tutacağı sorunudur. Maddeci diyalektik görüş, tarihin analizini işte bu somut koşulları esas alarak yapar; dönemsel, çevresel ve kültürel değişim (mutasyon) faktörlerini de dikkate alarak spiral, döngüsel ilerleme ve yaşamı yeniden üretme biçiminde ortaya koyar. Doğu-Batı çatışmaları, laik-anti laik, ilerici – gerici, eski-yeni kuşak çelişkileri, maddeci diyalektik yaklaşımda, üst yapısal-kültürel değişim faktörleri kapsamında dikkate alınır. Oysa egemen kapitalist ideolojilerin bir dalı olan postmodernist yaklaşımlarda, bu çelişkiler, özellikle, tarihsel süreci oluşturan ana faktörler olaral gösterilir.

Tarihsel Maddeci Diyalektik görüşte, insanın ve çevresinin, maddi ve kültürel olarak kendini yeniden üretmesi olarak ortaya konan görüş, mülkiyetçi (kapitalist) görüşte, artı değerin, kâr’ın yeniden üretilmesi olarak kabul edilir ve bu yeniden üretim  sonsuza kadar asla değişmeden tekrarlanacak bir döngü olarak teorileştirilir. Egemen kapitalist ideolojinin kalemşörleri bu döngüyü, dünyanın varlığından bu yana değişmeyen ve değişmeyecek olan bir ”böyle gelmiş böyle gider” anlayışı olarak empoze ederler. En büyük teminatları da her geçen dönemde yepyeni teknolojik bilgilerle donatılmış olan, her daim sorgusuz sualsiz mülkiyetin hizmetinde olacak olan taze güç, her aşamada hin oğlu hince sistemin çarklerina uygun bir biçimde yeniden ve yeniden şekillendirilen yeni kuşaklardır.

Sonraki kuşakların, önceki kuşaklarla yaşadığı, sosyo ekonomik ve teknolojik faktörlerin farklı olmasından kaynaklanan kültür çatışmalarında, çatışmayı sonraki kuşağın kazanması, egemen neoliberal düşünce anlayışı tarafından, tartışmasız atılımcı, ilerlemeci bir başarı öyküsü olarak sunulur. ”Çatışmayı daha önceki kuşağın veya kuşakların kazanması durumu da, en önemli geri kalmışlık nedeni” olarak yansıtılır. Ve sırf bu mekanik ve düz ilerlemeci burjuva mantığı sonucu, çoğu zaman, birleşik aklın, dayanışmacı ruhun, toplumculuğun, bireyciliğe, bireysel atılımlara karşı zafer kazanması, sanki bir geri gidişmiş gibi gösterilir ve örneğin Cumhuriyet’in ilk on beş yılı ”geri gidiş dönemi” olarak gösterilir. Bireycileşme, özel girişimcilik, piyasacılığın toplumcu atılımlara karşı zafer kazanması da sanki bir ileri gidişmiş gibi yansıtılır. Bu mantıkla ”1950’li yıllar veya günümüzde AKP dönemi “bir ileri gidiş dönemi” olarak örneklendirilir.

Arada bir gündeme gelen bölgesel savaşlar, ekonomik krizler, buhranlar, açlıklar, kıtlıklar, toplu ölümler, çevresel felaketler, pandemiler çok önemli önemli olmayabilir, ama post modernist biyopolitik yaklaşımda önemli olan Z Kuşağı ve ondan beklenenlerdir. Z Kuşağı kuramcılarının büyük yanılgısı, hatta kutsalı ”Çokluk”tur. Onlara göre, Z Kuşağı, bütün biyo-kültürel varlığıyla, geleceğimizin parlak bir atılımcı başarı öyküsüdür!.. Şüphesiz ki, Z Kuşağı bu öyküyü, ilerde kendisinden sonra gelecek ve  “Z’den daha becerikli” olacağı şimdiden ilan edilen ”Alfa kuşakları”na devrederken, böyle bir sanal/yapay kuşak icat eden neoliberal efendiler de, kendi ”uşaklarına”, Z’nin öyküsünü, mutlu bir kuşak masalı olarak anlatacaklardır. İşte bütün mesele, dünyanın, artık masal dinleyecek halinin kalıp kalmadığıdır.

Ümit Şenel

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.