Hey harani harani, yedim kırk kazan borani, hele dinleyin bakalım söyleyeceğim yalanı. Aferin desin ağalar, pek güzel desin paşalar. Hanımlar dinlesin hikâyeyi, kızlar etsin şikâyeti. Dinleyen alsın şeker tadı, dinlemeyeni..
Hey harani harani, yedim kırk kazan borani, hele dinleyin bakalım söyleyeceğim yalanı. Aferin desin ağalar, pek güzel desin paşalar. Hanımlar dinlesin hikâyeyi, kızlar etsin şikâyeti. Dinleyen alsın şeker tadı, dinlemeyeni dövsün kör kadı. Bu masalı uyduran bir tembel, sen de dinlerken yatıp yan gel…
Bir varmış, bir yokmuş, bir zamanlar yaşlı ve yoksul bir oduncu varmış. Karısından başka kimsesi yokmuş. Her gün ormana gider, odun keser, bu odunları satarmış. Odunların parasıyla da zar zor geçinirlermiş.
Bir gün tam odun keserken bakmış ki ormanın içinden bir koyun sürüsü geçiyor. ‘Bu da nedir?’ diye merak edip düşmüş sürünün peşine. Sürünün ne sahibi ne çobanı olmadığını görünce de, ‘Bu sürüden bir koyun tutup eve götüreyim,’ diye düşünmüş. Tam götüreceği koyunu seçerken, bir de bakmış ki sürüden bir koyun ayrılmış aykırı yöne doğru koşuyor. Hemen koyunun peşine düşmüş. Koyun gide gide bir kuyunun içine düşmez mi? Haydi oduncu da onun peşinden atlamış kuyuya. Kuyunun içinde su falan yokmuş. Bir kibrit yakıp bakmış ki çevresine, koyun kuyuda yatan bir kurdun yanında değil mi? Üstelik de kurt kör. Bu garip rastlantıyı düşüne düşüne çıkmış kuyudan dışarı. Kestiği odunları yüklenip kulübesine giderken de kendi kendine, ‘Kör kurdun kısmetini ayağına gönderen Tanrı benim de kismetimi ayağıma göndermeli,’ diye söyleniyormuş. Karısı onu her günkü gibi karşılamış. Odunu satmak için kasabaya gidip gitmeyeceğini sorunca, adam: “Kısmetimse ayağıma gelir,” diye o gün gördüklerini anlatmış. Sonra da, “Bugüne kadar çalıştım çabaladım, Tanrı artık kısmetimi ayağıma göndersin,” deyip yatmış yatağına. Karısının yalvarıp yakarması para etmemiş, adam bir lokma ekmek, bir yudum su için bile kalkmamış yataktan. Sonunda açlıktan susuzluktan koma gibi bir uykuya dalmış. Rüyasında da ak sakallı bir dede, “İstediğin kısmet falan yerdeki falan çayırda gömülü.” demiş. Oduncu uyanıp rüyasını karısına anlatmış. Karısı, “Aman gidip bakalım, gerçekse çıkaralım,” deyince de, “Kısmetimse ayağıma gelir,” demiş. Kadın, “Aman bir duyan olur, alan olur,” diye telaşlanınca da, “Kimse kimsenin kısmetini yiyemez,” diye yanıt vermiş. “Ben gidip çıkarayım,” demiş karısı. Adam ona da izin vermemiş. Karıkocanın çayırdaki kısmeti çıkarıp çıkarmama kavgası usul sesle başlayıp haykırmayla sonlanmış. Onlar böyle çekişirlerken bitişik kulübedeki karikoca da bu kavgayı dinliyorlarmış. Adamın karısına anlattığı rüyayı duyunca hemen kazma küreği kapıp çayıra gitmişler. Biraz kazınca da bir çömlek bulmuşlar. Sevinçle çömleği alıp evlerine getirmişler. Çömleğin kapağını açmışlar ki… İçi kıvıl kıvıl yılan, çıyan, börtü böcek dolu.
Çömleği kaptıkları gibi öfkeyle oduncunun bacasından içeri atmışlar. Sonra da oduncuyla karısının çığlıklarını beklemeye koyulmuşlar.
Oduncunun karısı: “Efendi, bizim bacadan içeri küt diye bir şey düştü,” demiş. Adam açlıktan yarı baygın, “Kalkmam, bakmam… Kısmetimse gelir ayağıma,” diye sayıklamış. Kadıncağız kalkıp gitmiş ocağın başına. Ne görsün ocağın içinde ışıl ışıl altın paralar… “Kalk efendi kalk… Kısmetin ayağına gelmiş. Ocağın içi altın para dolu…” diye haykırmış. Ama adam, “Kısmetimse ayağıma gelir… Hiç de kalkmam,” diye tutturmuş. O zaman kadın altınları eteğine doldurup getirmiş adamın yatağına. Adam ancak ondan sonra yataktan kalkmış. Tanrıya şükredip, ayağına gelen kısmetiyle rahat yaşamışlar karıkoca. Komşularıysa, bacadan attıkları yılan çiyanın nasıl olup da oduncuyu sokmadıklarını anlamamışlar…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.