El nazik, gül ondan nazik. Altın bilezik takmayan kıza yazık. Altın bilezik var altından değerli. O bileziği takan kıza derler hünerli. Hüner sözde olmaz özde olur. Sanma yalnız kızda olur. Hüner..
El nazik, gül ondan nazik. Altın bilezik takmayan kıza yazık. Altın bilezik var altından değerli. O bileziği takan kıza derler hünerli. Hüner sözde olmaz özde olur. Sanma yalnız kızda olur. Hüner emek ister, insan yemek ister. Hünerle emek, bir bereketli ekmek… Emeksiz hüner, ne gök beğenir ne yer. Kimse bilmez yoksullar ne yer ne içer. Kimini emek doyurur kimini hüner. Hem emeği hem hüneri olan yoksul sayılmaz. Hünersiz ve emeksiz yaşayan zavallıdır, parayla malla zenginlik olmaz. Lafla pilav pişse, deniz kadar yağı ben veririm. Masal anlatmak laf değil hünerdir, bildiririm.
Bir zamanlar, bir köyde bir öksüz kız yaşarmış. Anasını babasını küçük yaşta yitirmiş. Bir komşu kadın alıp büyütmüş onu. Kilim dokumasını, iplik eğirmesini, dikiş dikmesini, nakış işlemesini öğretmiş. Sonra da, “Kızım en güzel bilezik, bir işi bilmek, ekmeğini kim- seye muhtaç olmadan kazanmaktır,” demiş. “Çalışmaktan, ekmeğini kazanmaktan utanma.” Kızcağız, ana bildiği bu komşu teyzeyle birlikte çalışıp, yaşamaktan mutluymuş ama bir gün kadıncağız da ölüp gitmiş.
Kızcağız artık bir başına yaşıyormuş. Köydeki delikanlıların aklı zengin kızlarla evlenmekte olduğundan, kimsenin aklına bu kızla evlenmek gelmiyormuş. Çünkü onun varı yoğu bir kulübe, bir çıkrık, bir de iğnesiymiş. Kızcağız bu duruma pek üzülmüyormuş. Bir gün ülkenin kralının oğlu ülkeyi gezmeye çıkmış. Aslında kendisine bir eş arıyormuş. Delikanlının yoksul biriyle evlenmesine yasalar izin vermiyormuş, varlıklı yani zengin kızların şımarıklığına da prens dayanamıyormuş. O da ‘hem yoksul hem varlıklı bir kız‘ bulmak için dolaşıp duruyormuş.
Sonunda bizim öksüz kızın köyüne gelmiş. Karşılaştığı ilk kişiye: “Köyde hem yoksul hem varlıklı kızın evini gösterir misiniz bana?” demiş. Adam, prense, “Ne demek istediğinizi anlamadım ama en zengin kızın evi köyün ortasındaki konak, en yoksul kız da köyün sonunda ormana yakın bir kulübede yaşıyor,” yanıtını vermiş. Prens önce köyün ortasına sürmüş atını, bu sırada köyün en zengin kızı giyinmiş, süslenmiş, kapı önünde oturuyormuş.
Prensi görünce yerinden kalkmış, içeri hizmetçilerine seslenmiş içecekler getirmeleri için. Sonra prense selam vermiş. Prens sürmüş atını köyün sonuna. Hemen bulmuş yoksul kızın evini. Yemyeşil bir bahçenin ortasında tek göz bir kulübeymiş. Prens açık pencereden bir göz atmış içeri, eski ama tertemiz giyimli güzel bir kızcağızın çıkrıkla uğraştığını görmüş. Kızın güzelliği öyle şaşırtmış ki bizim prensi, ayrılamamış pencerenin önünden. Kız bir ara başını kaldırınca işinden, delikanlıyla göz göze gelmiş. Ve utançtan, şaşkınlıktan pespembe kesilmiş. Bir güle benzemiş böylece. Başını yine eğmiş önüne.
Prens de kızın güzelliğiyle şaşkın, ormana doğru sürmüş atını. Kız bakmış ki aklı gördüğü delikanlıda, iplik eğiremiyor, gidip açmış pencereyi. Bakakalmış prensin atını sürüşüne… Sonra onu büyüten kadının söylediği bir türkü gelmiş aklına:
“Çık dışarı çıkrık, çık dışarı
Getir bana güzel yari...”
Kız bu sözleri söyler söylemez sanki bir sihir yapılmış gibi çıkrık fırlamış kızın önünden, vurmuş kendini prensin gittiği yola. Kızcağız şaşmış bu olaya ama, “Bari kilim dokuyayım,” demiş, mekiğini almış eline. Ve söylemeyi sürdürmüş o eski türküyü:
“Doku mekiğim güzel güzel kilimi
Getir bana alıp canım yarimi...”
Bu sözler biterken daha, mekik de fırlamış kızın elinden. Kapı eşiğinden başlayıp bir kilim dokumaya başlamış. Evin kapısından orman yoluna uzanan bu kilimde çiçekler, kuşlar canlı renklerle nakışlanıyormuş. Kilimin dokunmaya başladığı anda çıkrık yetişmiş prense. Prens ardından ‘çıkıtık tıkıdık‘ gelenin kimliğini merak edince ne görsün, genç kızın çıkrığı. İplikler de altın. İpliği izleyerek dönmüş geri yavaş yavaş. O sırada kızcağız eline iğneyi alıp dikiş dikmeyi denemiş. Türküsünü de sürdürüyormuş:
“Güzel iğnem gümüştür, altındır nakışları
Gelsin yarim içeri, aç iğnem kapıları.”
Masal bu ya, iğne de kızın elinden kurtulup bir anda yeni örtüler, perdelerle donatmış evi. Tam o sırada prens çıkrığın altın ipini izleyip evin önüne gelmiş, o şaşırtıcı kilimin üstüne basarak içeri girmiş. Kız yepyeni, ışıl ışıl eşyaların ortasında, eski giysileriyle bir yaban gülü gibiymiş. Güzel ve yalın. Prens, “Benim aradığım hem en yoksul hem en varlıklı kız sensin,” deyip, sarılmış kıza. Sonra atının arkasında götürmüş saraya. Evlenip mutlu olmuşlar.
Çıkrık, mekik ve iğne önce sarayın hazine dairesine konmuş, şimdi de müzede duruyormuş, görenler söyledi.
Düşünün bakalım, iğne, çıkrık ve mekik sihirli olmasa da prens bu çalışkan ve güzel kızı beğenmez miydi? Gökten düşen bütün elmalar bu bilmeceyi çözene.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.