Sima Masal masal incidir. Masalım birincidir. Masal masala benzer. Masal söyleyen şeker ezer. Şeker şerbet ezilir, çarşı pazar gezilir. Yoruldum geze geze. Olamadım hiç geveze. Anlattılar öğrendim, soranlara anlattım. Bu..
Sima Masal masal incidir. Masalım birincidir. Masal masala benzer. Masal söyleyen şeker ezer. Şeker şerbet ezilir, çarşı pazar gezilir. Yoruldum geze geze. Olamadım hiç geveze. Anlattılar öğrendim, soranlara anlattım. Bu masalı da herkese dinlettim. Siz de dinleyin şimdi.
Bir zamanlar çocuksuz bir kadın varmış. Öyle çok severmiş ki bebekleri, bir servi dalını bebek gibi kundaklayıp kucağında dolaştırmaya başlamış. “Ah çocuğum ağlıyor! Vah bebeğim huysuzlandı!” diye konuşmasını başta oyun sanmışlar. Ama işi gücü bırakıp yalnızca bu servi dalıyla uğraştığını görünce kadını alıp hastaneye götürmüşler. Kadın uyuyunca da servi dalını atıvermişler. Kadın hastanede iyileşedursun, masal bu ya, dalın düştüğü yerde bir servi büyümüş. Ağaç gümüştenmiş, kozalakları altın. Bu görülmemiş güzellikteki ağacı bir gün bir şehzade, yani padişah oğlu görmüş, ağacın dibine ordusuyla kamp kurmuş. Sabah olunca çadırındaki eşyaların yerinin değiştiğini, tabaktaki meyvelerin yenildiğini görüp şaşmış. Ertesi gece uyumamaya karar vermiş. Gece yarısı çadırın tepesinden beyaz elbiseli, siyah saçlı bir güzel kız inmiş, eşyaları karıştırmaya, meyveleri atıştırmaya başlamış. Şehzade de kızı bileğinden yakalamış. “Kimsin sen?” demiş. “Gümüş servinin kızıyım,” yanıtını vermiş kız. Kız bütün gece şehzadeyle arkadaşlık etmiş. Sonra, “Gün doğmadan servi anama dönmezsem annem bana kızar,” deyip gitmiş. Servi ananın kızı her gece şehzadenin çadırına gelip gün doğmadan ayrılmış. Bir gün şehzadeye babasından kendini geri çağıran bir mektup gelmiş. Delikanlı, gümüş servinin kızına, “Benimle saraya gelir misin?” diye sormuş. Kız, “Ben annemden ayrılamam,” yanıtını verince de babasının mektubunu anlatmış. Şehzadeyle kız gece boyunca konuşmuşlar, ayrılacakları için ağlaşmışlar ve yorgunluktan uyuyakalmış kız. Şehzade çadırını kurulu bırakıp sabah yola çıkmış. Kızcağız uyanmış ki şehzade gitmiş, güneş de doğmuş çoktan. Hemen gümüş serviye koşmuş, “Benim gümüş servi anacığım bağışla beni, al koynuna,” demiş. Ama ağaç açmamış koynunu. Kız da şehzadenin çadırından üstüne bir şeyler giyip düşmüş yola. Yolda bir çobanla elbiselerini değiştirip erkek kılığına girmiş. Bir süre sonra da şehzadenin ordusuna yetişmiş. Şehzade, kızı bu elbiselerin içinde tanıyamamış ama ondan hoşlanmış, hemen sormuş: “Nerden geliyorsun çoban?”
“Altın kozalaklı gümüş serviden.”
“Söyle çoban ne gördün?”
“Ne gördümse ben gördüm, çadırı kurulu gördüm, kaftanı dürülü gördüm. Servi kızı ağlar gördüm.”
Şehzade bu yanıttan da anlamamış çobanın kimliğini. Ama onu yanından ayırmaz olmuş. Hep soruyormuş: “Söyle çoban ne gördün?” diye. Aldığı yanıtla da ardında bıraktığı genç kızı anımsayıp hüzünleniyormuş. Sonunda padişah, şehzadeye artık evlenmesi gerektiğini bildirmiş. Şehzade Servi Kız‘ı düşünüp evlenmek istemediğini söylemiş… Ama padişah dinlememiş oğlunun itirazını. Şehzade, çoban sandığı Servi Kız‘ı çağırtıp, “Çoban bu sefer sen dinle derdimi,” deyip, anlatmış Servi Kız‘a sevgisini. Sonra sormuş, “Söyle çoban ne gördün?” diye. O zaman Servi Kız çoban başlığını çıkarıp, uzun saçlarını göstererek açıklamış kimliğini.
Sonrası düğün dernek, çalgı çağnak… Onlar ermiş muradına, biz çıkalım Hasan Dağı‘na.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.