Miyav vardı, miyav yoktu. Bir zamanlar iki kardeş vardı. Büyüğü tüccardı. Bir karısı vardı, çoluğu çocuğu yoktu ama çok malı vardı. Ne ki çok cimriydi. Küçük kardeşin ise iki oğlu..
Miyav vardı, miyav yoktu. Bir zamanlar iki kardeş vardı. Büyüğü tüccardı. Bir karısı vardı, çoluğu çocuğu yoktu ama çok malı vardı. Ne ki çok cimriydi. Küçük kardeşin ise iki oğlu vardı. Çok yoksuldu, avcılık yapıyordu.
Bir gün ormanda ışıl ışıl parlayan bir tüy buldu. Alıp ağabeyine götürdü. “Ağabey,” dedi, “bu tüyü al da bana bu akşamlık çocukları doyuracak bir şeyler ver.” Tüccar tüyü eline alıp evirdi çevirdi. Tüyün som altın olduğunu görünce hemen karısına seslendi: “Hanım, mutfaktan ekmek, yemek getir.” Sonra da elini cebine sokup bir altın verdi… Kardeşinin şaşkınlığını görünce, “Biliyor musun bu tüy hangi kuştan düştü?” dedi. “Eğer o kuşu getirirsen sana yüz altın veririrm.” Avcı bu söze çok sevindi. “Yarın ararım kuşu,” dedi. Sabah erkenden ormana gitti. Kuşu bulduğu yerde dolaşmaya başladı. Birden ışıl ışıl bir kuşun bir ağaçtan havalandığını gördü. Ağaca tırmanınca orada ışıl ışıl altın bir yumurta buldu. Yumurtayı hemen ağabeyine götürdü. Ağabeyi bu sefer ona altın yumurta için elli altın verip kuşu istediğini yineledi. Avcı iki günde kazandığı paradan çok mutluydu. Ormanda iki gün uğraşıp kuşu yakaladı. Hemen ağabeyine götürdü. Ağabeyi öyle sevindi ki, ona yüz altın ödedi. Ve kuşu kesip, karısına, “Bu kuşu pişir. Öğlende eve gelince hepsini ben yiyeceğim,” dedi.
Avcının tuttuğu altın kuş sihirliydi, onun ciğerini yiyen padişah olurdu. Katısını yiyen de her sabah yastığının altında bir altın bulurdu. Tüccar hem her gün yastığının altında bir altın bulmak, hem de padişah olmak hevesiyle karısının kuşu pişirmesini bekliyordu. Kadın da kuşu bir tavanın içine koyup kızartmaya başladı. O sıra tavaya iki küçük parça düşüverdi, katısıyla ciğeri. O sıra avcının çocukları okuldan dönüp amcasının karısından yemek istemek için mutfağa girdiler. Çünkü evlerinde kimse yoktu. Kızaran kuşun kokusu çok hoşlarına gitti. Tavadan iki küçük parçayı kapıp yutuverdiler. Sonra laf işitme korkusuyla kaçıp gittiler. Tüccarın karısı tavaya bakınca kuşun ciğeriyle katısının yok olduğunu fark etti. Hemen bir tavuk kesip eksik parçaları tamamladı. Tüccar da gelip altın kuşu yedi. Ertesi sabah yastığının altına baktı, altın yoktu. Tam o sıra kardeşi gelip, “Bu altını küçük oğlanın yastığı altında bulduk,” dedi. “Sizden mi çaldı acaba?” Tüccar hemen ne olup bittiğini anladı. Öfkesinden kardeşine, “Oğlun şeytanla işbirliği yapıyor,” dedi. “Hemen onu evinden kov.” Avcı, ağabeyine ona altın ödediği için çok güveniyordu. Hemen eve dönüp küçük oğlunu evden kovdu. Küçük kardeşinin ağlayarak gittiğini gören büyük çocuk da evden ayrıldı.
Tüccar, avcı kardeşine yeni avlar ısmarlarken, avcının oğulları bir şehre ulaştılar. Bir handa kaldılar, sabah handaki yastığının altında bir altın bulunca önce şaşırdılar, sonra bu altının küçük kardeşin yediği kuşun ciğeriyle bir ilgisi olduğunu anladılar. Şehre indik- lerinde büyük bir kalabalığın şehrin meydanında toplandığını gördüler. Ne olduğunu anlamaya çalışırken, bir kuş gelip büyük çocuğun başına konuverdi. Kalabalık hep birden alkışlamaya başladı. “Devlet kuşu yeni padişahımızı seçti,” diye bağrışıyorlardı. Çocuklar ne olduğunu anlayamadan kalabalık başlarına toplandı. Görevliler çocukları alıp saraya götürdüler. Bir süre sonra ikisinin de eğitimi tamamlanıp devlet işlerinde görev almaya başladılar. Küçüğün altını da bir yandan birikiyordu. Sonunda delikanlılar, anne ve babalarını köyden yanlarına aldırdılar. Babalarının avladığı büyülü kuş, oğullarının mutluluğunu sağlamış, hak yerini bulmuştu. Hep birlikte miyavlar gibi mutlu yaşadılar.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.