Bir zamanlar yaşlı bir kral vardı. Bu kral çok sevdiği güzel kızını bir kralın oğluyla nişanlamıştı. Kral, kızının düğününü göremeden öldü. Annesiyle sarayda yalnız başına kalan prensesin evlenebilmek için nişanlısının..
Bir zamanlar yaşlı bir kral vardı. Bu kral çok sevdiği güzel kızını bir kralın oğluyla nişanlamıştı. Kral, kızının düğününü göremeden öldü. Annesiyle sarayda yalnız başına kalan prensesin evlenebilmek için nişanlısının ülkesine gitmesi gerekiyordu. Prensesin düğün eşyaları hazırlandı. Yanına da hizmetçisini kattılar. İkisine de birer at hazırlandı. Prensesin atı, Fallada adlı konuşabilen bir attı.
Yol hazırlıkları bitmişti. Prensesin annesi, parmağını kesip akan üç damla kanını mendiline damlattı ve kızının terliklerinin içine yerleştirdi. Onu kızına verirken bu terliklerin onu kötülüklerden koruyacağını söyledi.
Prenses annesinin verdiği terlikleri ayağına giyip elini öperek yola koyuldu. Uzun bir süre yol aldıktan sonra prenses susadı. Atını durdurup hizmetçisine çok susadığını, önünden geçtikleri dereden biraz su getirmesini söyledi. Hizmetçi kız:
–İnip kendin iç, dedi. Sen bana artık emir veremezsin. Saraydan uzaklaştık. Benim hizmetçiliğim de orada kaldı.
Prenses çaresiz atından inip dereye gitti. Su içerken kan damlalı terlikleri konuştu: – –Annen bu olanları duysaydı yüreğine inerdi...
Prenses suyunu içip atına bindi. Hiçbir şey de söylemedi. Bir süre daha yol aldılar. Prenses bir su başında atından inip hem serinlemek hem de su içmek için su kenarına gitti. Prenses terlemişti. Giysilerini çıkarıp bir kenara bıraktı. Suyunu içerken terlikleri ıslanıp kan damlaları silindi. Hizmetçi olanları görmüştü. Buna çok sevindi. Çünkü o da terliklerin sihirli olduğunu biliyordu. Şimdi onlardan kurtulmuştu. Prenses su başında serinlerken hizmetçi kendi elbiseleriyle onunkini değiştirdi. Suyun başından dönen prenses Fallada‘ya binmek isteyince hizmetçi kız onu durdurdu.
–Bundan böyle Fallada’ya ben bineceğim, sen de benim atıma bineceksin dedi. Artık prenses benim, hizmetçi de sensin.
Böylece yola koyuldular. Yolda hizmetçi prensese:
–Bu olanları sarayda kimseye söylemeyeceksin, dedi. Sonra karışmam!
Yalnız Fallada bütün olanları biliyordu. Hizmetçi kız, sarayda prens tarafından bir prenses gibi karşılandı. Prensle yolculuğun nasıl geçtiğini konuşurlarken küçümser bir tavırla prensesi gösterip,
–Hizmetçime bir iş verirseniz sevinirim, dedi. Prens de prensese bakmaya gerek bile görmeden:
–O bence kaz kümesine yakışır, dedi. İyi bir kaz çobanı olabilir.
Prenses kılığındaki hizmetçi kız, Fallada‘nın her şeyi görüp bildiğini ve anlatabileceğini düşünerek saraydan uzak bir yere götürülmesini istedi. Bu konuşulanları gerçek prenses de duymuştu.
At bir seyis eşliğinde götürülürken prenses atı götüren adama dedi ki:
–Ben burada kaz çobanlığı yapacağım. Atı çok uzaklara götürme. O benim can yoldaşımdır. Ara sıra görebilirsem iyi olur. Bunları söyledikten sonra adamın eline bir kese altın sıkıştırdı. Seyis, Fallada‘yı prensesin sabah akşam geçerken görebileceği yerdeki bir ağaca bağladı. Kaz çobanı prenses, kazlarıyla önünden geçerken at da konuştu:
–Ah benim sevgili kraliçem, kara bahtli prensesim. Eğer anneniz kaz çobanlığı yaptığınızı bilseydi üzüntüsünden yüreğine iner, ölürdü.
Prenses yoluna devam edip bir çimenliğe geldi. Burada saçlarını çözdü. Tam tarayıp örecekken yanındaki kaz çobanı delikanlı saçlarını okşamak için yanına yaklaştı. O zaman prenses altın sarısı saçlarını savurarak çobanın şapkasını uçurmasını istedi. Bir rüzgâr çobanın şapkasını uçurdu. Çoban şapkasının peşinde koşarken prenses de saçlarını rahatça tarayıp ördü. Ertesi gün de aynı şey oldu. Kaz çobanı bu işe hem kızdı, hem de kızdan korktu. Prense:
–Ben bu kızla birlikte çobanlık yapmam. Çok garip şeyler yapıyor, dedi. Gördüklerini olduğu gibi anlattı.
Prens, onun işini sürdürmesini buyurdu. Ertesi gün kendisi de onları izlemeye başladı. Kız, saçlarını çözüp ördü, çobanın şapkası uçtu. Ardından gidip atı Fallada ile konuştu. Prens, bütün bu olanları görüp duydu. Hemen ortaya fırladı:
–Burada neler oluyor, biri bana bunu anlatsın, dedi.
Prenses konuşmak istemedi. Prens ne kadar sıkıştırdıysa da para etmedi. O zaman: –Madem bana anlatmak istemiyorsun, şu duvarın arkasına geçip olanlanı orada anlat, dedi.
Prenses, duvarın arkasında her şeyi bütün açıklığıyla bir bir anlattı.
Her şeyi öğrenen prens, kimseye bir şey söylememesini tembih ederek kızı yanına alıp saraya döndü.
Düğün günü, prens bir yanına sahte prensesi öteki yanına gerçek prensesi oturttu. İki kız da çok şık giysiler içindeydi. Gözü kendisinden başka kimseyi görmeyen hizmetçi kız, yanında oturan prensesi tanıyamamıştı bile. Düğün şöleninin ortasında prens:
–Şimdi bir bilmece soracağım, dedi. Değerli bir şeyi elde etmek için efendisini aldatana ne yapılır?
Ardından prensesin başına gelenleri ad vermeden anlattı. Sahte prenses prensin gözüne girmek için soruyu herkesten önce yanıtladı:
–Öyle biri, en büyük cezayı hak etmiş demektir.
Prens:
–Ben de öyle düşünüyorum, diyerek yanında oturan hizmetçi kızı işaret etti.
–Bunu hemen zindana atın! diye buyurdu.
Böylece prens de gerçek nişanlısı ile evlenerek uzun yıllar birlikte mutlu bir ömür sürdü.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.