Bu öyküyü Marco Polo‘nun gezilerini anlattığı kitabında okudum. Olay 1268 yılında geçiyor. Kubilay Han Japonya‘nın zenginliğini duyarak burayı da topraklarına katmaya karar verir. Bu konuda iki komutanını görevlendirir. Bunlar büyük..
Bu öyküyü Marco Polo‘nun gezilerini anlattığı kitabında okudum. Olay 1268 yılında geçiyor. Kubilay Han Japonya‘nın zenginliğini duyarak burayı da topraklarına katmaya karar verir. Bu konuda iki komutanını görevlendirir. Bunlar büyük bir donanmayla yola çıkarlar. Okyanusu geçip Japonya‘ya ayak basarlar. Önemsiz bir iki yeri ele geçirdikten sonra aralarında anlaşmazlık başgösterir.
Günlerden bir gün güçlü bir fırtına ortalığı altüst eder. Bunu gören komutanlar hemen gemilerine binip oradan uzaklaşırlar. Denize açıldıklarında fırtına hızını arttırır. Dalgalar gemilerin boyunu aşar. Bu arada gemilerin birçoğu kıyıya sürüklenip kayalara bindirir.
Askerlerin pekçoğu da büyük bir rastantıyla küçük bir adaya sığınırlar. Gemileriyse parçalanıp batmıştır.
Fırtına dinince komutanlar, gemilerin parçalandığı bu adaya gelir. Amaçları askerlerini toparlamaktır. Ama onca askeri kalan gemilerle geri götürmek olanaksızdır. O zaman subaylarla kendi yandaşlarını alıp götürürler.
Geri kalanları küçük adada bırakırlar. Bunlar otuz bin kadardır. Komutanlar Kubilay Han‘a adada otuz bin kişiyi bıraktıklarını söylemezler.
Bunu gören Japon hükümdarı, donanmasıyla ordusunu hazırlayarak adaya sığınmış olan otuz bin askerin üstüne yürümeye karar verir. Gereken buyruğu komutanlarına verir:
–Fırtına dindi. Kubilay Han’ın askerlerini tutsak etmeliyiz. Adaya saldıracağız. Gemiler, otuz bin askerin sığındığı küçük adaya yelken açar.
Bu sırada adada bulunan Kubilay Han‘ın askerleri büyük bir öfkeyle komutanlarına lanetler yağdırmaktadırlar. Bu arada uzaktan gemilerin adaya yaklaştığını görürler.
Hemen bir gözcü çıkarırlar. Gözcüler çok geçmeden adaya yaklaşan gemilerin düşman gemileri olduğunu, onları tutsak etmeye geldiklerini bildirirler.
Bunun üzerine adadakiler adanın öteki kıyısına giderler. Bir de gelenlere oyun hazırlarlar. Oyun şöyledir: Düşman gemilerden karaya çıkınca onlar usulca gemilere yaklaşıp onları ele geçireceklerdir.
Gözcülerini bırakıp adanın öteki kıyısına çekilince çevreye yayılarak saklanırlar. Çok geçmeden gözcüler haberi ulaştırır:
–Düşman karaya ayak bastı. Bizim bulunduğumuz yöne doğru ilerliyor.
Bunun üzerine adadaki askerler iki koldan bir kıskaç gibi gemilerin bulunduğu kıyıya doğru ilerlerler. Gemilerde bir iki nöbetçiden başka kimse kalmamıştır. Öteki bütün askerler onların peşine düşmüştür.
Fırsat bu fırsattır diyerek gemileri ele geçirip binerler. Vakit geçirmeden hükümdarın sarayının bulunduğu büyük adaya doğru yelken açarlar.
Hükümdarın sarayının bulunduğu adaya varınca başkente saldırırlar. Kentte çocuklarla kadınlardan başka kimse yoktur. Kenti koruyan pek az asker vardır. Askerler bayrak açıp kente doğru yürürler. Bayraklarının dalgalandığını gören halk hükümdarlarının döndüğünü sanıp kentin kapılarını ardına kadar açarlar. Böylece Kubilay‘ın askerleri kenti kolayca ele geçirmiş olurlar.
Olay çabuk duyulur. Hükümdarın da küçük adada askerleriyle kaldığı haberi yayılır. Öteki kentlerdeki halk gemilerle hükümdarın yardımına koşar.
Hükümdar, kentinin ele geçirildiğini öğrenince öfkeden çıldırır. Askerleriyle kenti kuşatır.
–Kuş bile uçurtmayacaksınız, diye buyruk verir.
Kuşatma yedi ay sürer. Kubilay Han‘ın askerleri bu süre içinde kenti var güçleriyle savunurlar. Bir yandan da Kubilay Han‘a bir haber uçurmayı denerler. Ne kadar uğraşıp çabalasalar da bir haber göndermeyi başaramazlar. Bunun üzerine teslim olmaya karar verirler. Karşılıklı anlaşırlar. Bu anlaşmaya göre, Kubilay Han‘ın askerleri, canları bağışlanarak burayı yurt edinirler.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.