Günün Masalı: 25 Aralık; Bir Noel Anısı

Almanya bir Orta Avrupa ülkesidir. Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu döneminden başlayarak Almanya ile yakın ilişkilerde bulunmuş, I. Dünya Savaşı‘na birlikte girmiştir.  Endüstri bakımından gelişmiş bir ülke olan Almanya‘ya yaklaşık kırk yıldır..

Günün Masalı: 25 Aralık; Bir Noel Anısı
Yayınlanma: Güncelleme: 61 okuma

Almanya bir Orta Avrupa ülkesidir. Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu döneminden başlayarak Almanya ile yakın ilişkilerde bulunmuş, I. Dünya Savaşı‘na birlikte girmiştir. 

Endüstri bakımından gelişmiş bir ülke olan Almanya‘ya yaklaşık kırk yıldır başka ülkelerden pek çok işçi çalışmak için gitmektedir. Toplumsal ve ekonomik rahatlık bu işçilerin çoğunun oraya sürekli yerleşmesine yol açtı. Almanya‘da çok sayıda Türk işçi ve işçi ailesi de bulunmaktadır. On yıl kadar Almanya‘da yaşayan ve bir süre profesyonel şoför olarak çalışan gazeteci-yazar Aydın Engin, Almanya anılarını ‘Ben Frankfurt’ta Şoförken‘ adlı kitabında toplamıştır. Aydın Engin bu anılarda, gelişmiş bir ülke olan Almanya‘daki yoksulları, işsizleri, evsizleri de anlatır. Bunlardan en ilginci Noel ile ilgilidir: 

Noel, Hıristiyan dünyasının en büyük bayramı. Almanlar, ‘Weinnacht’ derler. Hazırlıkları haftalar önceden başlar. Olağan günlerde zaten ışıl ışıl, pırıl pırıl olan dükkânlar, büyük mağazalar, dev boyutlu vitrinler, geniş ve bakımlı kent meydanları çam ağaçları ile donatılır. Almanya’nın sınırsıza benzeyen zenginliği o günlerde iyiden iyiye göze batar. İnsanlar bir alışveriş hummasına tutulurlar. 

Sonunda 24 Aralık günü gelir. Öğlene kadar son alışveriş çılgınlığı yaşanır. Öğle saatlerinden itibaren insanlar kucaklar dolusu armağan paketleri ile evlerinin yolunu tutarlar… Geleneksel çam ağacı evin en göze çarpacak köşesine yerleştirilmiş ve süslenmiştir. İnsanlar bayramlıklarını giymişler, yaşlı nineler ya da hamarat ev kadınları geleneksel weinnacht yemeğini hazırlamışlardır: Hindi ya da ördek kızartması.” 

Aydın Engin, Noel günü çalışmaktadır: “Alman taksi şoförlerinin çoğu o gün çalışmaz. Zaten öğleden sonra pek iş de olmaz. Ama ben yine de çıktıydım işe. Öğleye kadar armağan paketleri ardında görünmez olmuş müşterileri bir mağazadan ötekine, mağazalardan evlerine taşıdım. Yoğun, hızlı, yorucu –eh ne yalan söylemeli– bol bahşişli bir çalışma oldu. Ama saat 14:00’e doğru iş birden bıçak gibi kesildi. Sokaklar hızla ıssızlaşmaya başladı.” 

Engin, son anda aldığı zengin bir müşteriyi havaalanına götürür. Yolda adam aldığı hediyelerin pahalılığını anlatır. Yazarımız da havaalanının taksi durağında sıraya girer. Hava çok soğuktur. Kar yoktur ama arabanın camları buz tutmuştur. Ortalıkta yalnızca havaalanı çalışanları vardır. Aydın Engin hüzünlenir, Türkiye’yi ve çocukluğunu anımsar: “Çocukluğumda da ramazan ya da kurban bayramı sabahları, biz bayramlıklarımızı giymiş büyüklere el öpmeye giderken, terzi, şekerci, kalaycı dükkânlarında son anda gelmiş işleri yetiştirmek için çabalayan akranım çıraklar kederlendirirdi çocuk yüreğimi. Tramvay vatmanları, biletçiler, uzun yol otobüslerinin sürücüleri, muavinleri, taksi şoförleri...” 

O sırada bir yolcu gelir. Aydın Engin‘in ve taksi şoförlerinin alıştığı tipten bir yolcu değildir bu. Yoksulluğu, yorgunluğu görünüşünden belli bir kadındır. Oradaki otellerden birinde çalışmaktadır belki. “Herkesin geldiği terminal yönünden değil tersi yönden gelmişti. Dev boyutlu yeraltı parklarının, otobüs duraklarının, Sheraton Oteli’nin personel kapısının bulunduğu yönden geldi. Kısa, bodur, çirkin ve bakımsız. Elinde ucuz mal satan bir mağazanın plastik torbası, ayağında çamurlanmış lastik çizmeler ve soğuktan morarmış yüzüyle geldi, şoför kapısının önünde durdu.” Yazar onun ömründe belki de ilk kez taksiye bineceğini düşünür davranışlarından. Kadın yakın bir köyde oturmaktadır. Yolda trafik akışının değiştiğini görürler. Taksinin ücreti artacaktır. Kadın tedirgin olur, Aydın Engin, kendisinin de aynı köyde oturduğunu, para almayacağını söyler. Kadının evine gittiklerinde onları küçük bir kız çocuğu ile hasta görünümlü bir adam karşılar. Çocuk annesine ‘Annecik‘ diye seslenmektedir. Kadın onlara müjde gibi, “Pirzola aldım. Kalın kalın. Herkese iki tane,” der. Aydın Engin, adının Hildegard olduğunu öğrendiği kadına torbasını uzatır. Torbada ıslak çamurlu patatesler vardır. Yazar bize bu patateslerle ilgili ayrı bir öykü anlatır: 

Almanya’da hasattan sonra patates tarlalarına girip traktöre benzeyen aracın çekip alamadığı tek tük patatesleri toplamak serbesttir. Artık kimselerin kullanmadığı, zahmetine değmeyen, çamura batmaktansa ya da donmuş toprağı eşelemek için çabalamaktansa insanların patatesi ‘süpermarket’lerden almayı yeğlediği ‘ölmüş bir gelenek’tir bu. Hildegard bir Noel akşamı yarı çamurlu, yarı donmuş toprağı eşelemiş, bir torbaya yakın patates toplamıştı. ‘Herkese iki tane’ kocaman, kalın pirzolalar almıştı. Noel ziyafeti için daha fazla gecikmeyi yüreği kaldırmadığı için taksiye binmişti.” 

Yazar, birbirlerine sevinçle sarılan üç kişilik aileye bakarken hem hüzün hem mutluluk duyar. Özellikle kendisinin de aynı köyde oturduğu yalanını söyleyip kadının parasını almadığı için içi rahattır. 

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.