Bir zamanlar, ülkelerin birinde bir karıkoca vardı. Bunların hiç çocukları yoktu. Yalnız başlarına yaşayıp gidiyorlardı. Günün birinde kocası tarladayken yaşlı kadın kalburda nohut ayıklıyordu. İçinden: –Şu nohut taneleri kadar çocuklarımız..
Bir zamanlar, ülkelerin birinde bir karıkoca vardı. Bunların hiç çocukları yoktu. Yalnız başlarına yaşayıp gidiyorlardı. Günün birinde kocası tarladayken yaşlı kadın kalburda nohut ayıklıyordu. İçinden:
–Şu nohut taneleri kadar çocuklarımız olsaydı, yalnızlıktan kurtulurduk, diye geçirdi.
O anda kalbur sayısız nohut çocukla doldu.
–Ana acıktık, ekmek ver bize! diye bağrışmaya başladılar. Kadının ekmek yapmak için sabahtan yoğurduğu hamuru görünce bir anda onu yiyip bitirdiler.
Akşam olup kocası tarladan dönünce:
–Hani benim sıcak ekmeğim? diye sordu. Kadın:
–Çocuklar yiyip bitirdi, deyince adam şaşırdı:
–Ne çocukları be! diye bağırmağa başladı.
Kadın, gündüz olanı biteni anlattı. Çiftçi, karısına, sabahleyin kara kazanda su kaynatmasını, sonra da nohut çocukları yanına çağırarak, “Gelin çocuklarım sizi bir güzel yıkayayım,” diyerek kaynar suya atmasını söyledi. Onlardan böylece kurtulabileceklerini belirtti.
Ertesi sabah kadın, kocasının dediğini yaptı. Hepsini kaynar suyun içine attı. Sonra da koca kazanı devirip,
–Oh, hepsinden kurtulduk, diyerek bir köşeye oturdu.
Ama nohut çocukların en açıkgözlerinden biri, yaşlı kadının elinden kaçıp kurtulmayı başarmıştı. Kapı tokmağının üstüne çıkıp oturdu:
–Ana ana, ben buracıktayım, diye kadına seslendi.
Kadın nereye baktıysa nohut çocuğu göremedi. Çocuk:
–Kapının mandalında oturuyorum ana, dedi. Beni öldürmemeye söz verirsen aşağı
inerim.
Kadın, “Peki,” deyince kapı tokmağının üstünden inip anasına sarıldı. Yanaklarından öptü. Kadın da ona sarılınca barıştılar. Öğle olunca kadın, oğluna, tarlada çalışan babasına yemek götürmesini söyledi.
Nohut Çocuk sevinçle kabul etti. Yaşlı kadın eşeğin semerine bir tencere pilav bağladı. Nohut Çocuğu da eşeğin koca kulağının içine oturttu. Nohut Çocuk eşeğin kulağının içinden, “Deh, çüş!” diyerek karakaçanı yola çıkardı.
Yarı yola vardıklarında karşılarına bir pekmezci çıktı. Nohut Çocuğu görmediği için eşeği sahipsiz sandı. Hemen pekmezini alıp eşeğin üstündeki pilavı pekmezle karıştırarak kaşıklamaya başladı. Nohut Çocuk durur mu?
–Hey, yeter artık, biraz da babama bırak! diye seslenince adam korkusundan oracığa düşüp bayıldı.
Çiftçi, pekmezli pilavla karnını iyice doyurdu. Sonra bir gölgeliğe uzanıp kestirmeye başladı. Nohut Çocuk da öküzün kulağına yerleşerek tarlayı sürmeye başladı.
Tam o sırada ülkenin padişahı, köylü kılığında oradan geçiyordu. Öküzlerin koca tarlayı tek başına sürdüklerini görünce şaşırdı. Uyuyan çiftçinin yanına gitti.
–Sen burada uyurken bu tarlayı kim sürüyor, söylesene? dedi. Çiftçi:
-Oğlum, diye yanıt verdi.
Onu göremediğini söyleyerek öküzlerin yanına gitti. Aradı, taradı, kimseyi bulamadı. O zaman, Nohut Çocuk, öküzün kulağından, “Burdayım,” diyerek seslendi. Padişah, Nohut Çocuğu görünce pek beğendi. Çiftçiye onu kendisine satmasını istedi. Çiftçi de kabul etti. Nohut Çocuk, oradan ayrılmadan babasına gizlice dedi ki:
–Ben padişahın cebine girince cebi delerim. Sen arkamıza düş, dökülen paraları topla.
Çiftçi de öyle yaptı. Onun sayesinde varlıklı bir adam olup çıktı.
Saraya varınca padişah, çocuğa ne olmak istediğini sordu. Nohut Çocuk, deveci olmak istediğini söyledi.
Ertesi gün Nohut Çocuğa gütmesi için kırk deve verdiler. Nohut Çocuk develeri otlatırken uyumak için bir ot yığınının arasına girdi. O sırada devenin biri otla birlikte Nohut Çocuğu da karnına indirdi. Böylece Nohut Çocuk kayboldu. Ne yaptılarsa bulamadılar. Padişaha haber verdiler. Padişah gelip Nohut Çocuğa, “Neredesin?” diye seslendi. O da: “Birinci devenin karnındayım,” dedi. Hemen deveyi kestiler. Nohut yok, bu kez, ikinci, üçüncü, dördüncü derken kırkıncı deveyi de kestiler. Gene yok. Oysaki o, develerden birinin karaciğerine saklanmıştı. O ciğeri de yoksul bir kocakarıya verdiler. Kocakarı, ciğeri eve götürürken Nohut Çocuk:
–Aman bu ciğerin içi ne sıcakmış, diye bağırdı. Kocakarı ciğerin konuştuğunu sanıp elinden attı, sonra da tabana kuvvet uzaklaştı.
Nohut Çocuk ciğerin içinden çıkıp yol kenarına oturdu. Oradan geçen iki hırsız onu görüp yanlarına aldı. Gece olunca hırsızlar bir mandıraya girdiler. Nohut‘u bir delikten ağılın içine soktular. Kuzuları bir bir tutup onlara versin diye. Nohut Çocuk:
–Kara kuzu mu istersiniz, ak kuzu mu? diye bağırmaya başlayınca gürültüye uyanan çiftçi feneri yakıp dışarı çıktı. Nohut Çocuk fenerin üstüne sıçradı:
–Yaktın beni, yaktın beni çiftçi dayı, diye bağırmaya başladı.
Çiftçi korkudan feneri atıp evine kaçtı. Hırsızlar da bir çift kuzuyu alıp dere kıyısına gitti. Sabahleyin kuzuları kesip kebap yaptılar. Ama içecek suları yok. Nohut Çocuk onların tulumlarını alıp dereye götürdü. İçini suyla doldurup üstüne sopayla vurarak:
–Vurma çiftçi dayı, kuzuları ben çalmadım! diye bağırmaya başladı.
Hırsızlar, çiftçinin Nohut Çocuğu yakaladığını sanarak kebapları bırakıp kaçtılar. Nohut Çocuk gelip hepsini afiyetle yedi. Üstüne de kana kana su içip yeniden yola düştü. Nohut Çocuk bugün de iyilere yardımcı olmak, kötüleri cezalandırmak için dağ bayır aşarak dolaşıp duruyor.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.