Günün Masalı: 17 Mayıs; Rassamala’nın Külahı

Cava, Asya kıtasının güneydoğusunda yer alan, doğuda Büyük Okyanus, batıda Hint Okyanusu‘yla çevrili bulunan Endonezya adalarındandır. Sıcak ve her zaman yağışlı olan bir iklime sahiptir. Rassamala, Cava‘nın kırsal kesiminde yaşayan bir köylü çocuğuydu. Uyandığında güneş doğmamıştı…

Günün Masalı: 17 Mayıs; Rassamala’nın Külahı
Yayınlanma: Güncelleme: 159 okuma

Cava, Asya kıtasının güneydoğusunda yer alan, doğuda Büyük Okyanus, batıda Hint Okyanusu‘yla çevrili bulunan Endonezya adalarındandır. Sıcak ve her zaman yağışlı olan bir iklime sahiptir.

RassamalaCava‘nın kırsal kesiminde yaşayan bir köylü çocuğuydu. Uyandığında güneş doğmamıştı. Dağlar, set set yamaçlar, uzayıp giden pirinç tarlaları onun aydınlığını bekliyordu. Rassamala, bambu ağacından ufak bir kulübede ninesi, babası, annesi ve küçük kız kardeşiyle birlikte yaşıyordu. Güneş doğar doğmaz kahvaltılarını yapar, hep birlikte pirinç tarlalarında çalışmaya giderlerdi. Akşamları otlarla tutuşturdukları toprak fırında pirinç yemeğini ısıtır, haşlanmış balıkları onunla katık ederlerdi. Geceleri, ottan yapılmış yataklarda yatarlardı.

İçini çekerek yatağından çıkan Rassamalaoynamak, dere kenarında gezip yüzmek, suda yüzen ördekleri seyretmek varken güneşin altında pirinç tarlasına çalışmaya gidilir mi hiç? diye düşündü. Hele ara sıra babasıyla sebze satmaya gittiği kenti gezip dolaşmak varken…

Bu düşünceler üstüne ses çıkarmadan yatağından kalktı. Mavi ceketini giydi, beline çiçekli peştamalı sardı, külahını da eline alıp ağır adımlarla evden çıktı. Dışarısı daha karanlıktı. Rassamala, karanlık da olsa yolunu bulmakta güçlük çekmezdi. Dere kıyısına gidip buz gibi suyla elini yüzünü yıkadı. Evden kaçmayı düşünüyordu. Kente giden çiftçilere sezdirmeden arkalarına takılıp orada beyaz hörgüçlü iri Hint öküzlerinin çektiği tekerlekleri gıcırdayan arabalara binerdi. Yoldan geçen kırmızı üniformalı, dimdik yürüyen askerleri seyrederdi. Tam o sırada kendisini çağırdıklarını duydu… Çağıran babasıydı:

Rassamala, bir tanecik oğlum, neredesin? Ses ver bana.

Rassamala, gizlenmenin artık boşuna olduğunu düşünerek:

-Geliyorum, diye bağırdı.

Birden bir çıtırtıyla irkildi. Altında oturduğu ağacın üstünden küçük bir maymun fıldır fıldır gözleriyle ona bakıyordu. Rassamala gülmekten kendini alamadı. Aynı anda maymunun elinde kendi külahına benzeyen parlak renkli bir şey gördü. Oturduğu yere bakınca külahının olmadığını gördü. Demek o kenti düşlerken maymun gelip külahını kapmıştı. Şimdi de alay eder gibi ağacın tepesinden ona bakıyordu. Rassamala, maymuna işaretle:

Külahımı bana at, dediyse de dinletemedi. Hayvan külahı sallaya sallaya ağaçtan ağaca sıçrayarak kaçıp gitti.

Rassamala, eve çağrıldığını falan unutarak çok sevdiği külahının peşine düştü. Annesi günlerce ipeklerle işlemişti onu.

Dere boyunca koşup maymunun ardından koruya daldı. Sıra sıra hindistancevizi ağaçlarının arasından geçti. Dere boyu baştan aşağı muz ve kiraz ağaçlarıyla kaplıydı. Toprak çeşit çeşit yaprak ve çiçeklerle bezenmişti. Ağaçların dallarından sarmaşıklar sarkıyor, renk renk papağanlar onu görünce ağaçların arasında gözden kayboluyordu.

Uzun süre maymunun peşinden koştu. İlerdeki yoldan köylüler arabalarıyla kent pazarına gidiyordu. Böylece köyden uzaklaşıp kente yaklaştığını anladı. Yeniden kenti düşündü. Cebinde yeteri kadar para da vardı. Ama babasının ona, “Bir tanecik oğlum!” diye seslenişini hatırladı. Külahının da peşini bırakıp evinin yolunu tuttu.

Eve doğru üzgün üzgün giderken yerde parlak bir şey gördü. Dikkatle bakınca kendi külahı olduğunu anladı. Demek maymun külahla oynamaktan bıkıp onu yere atmıştı. Külahını yerden sevinçle alıp başına geçirdi. Kente gitseydi külahını bulamayacaktı. İnsan boyunu geçen otlarla sarmaşıkların arasından kendine yol açarak çabuk çabuk yürüdü. Güneş doğmuş, ağaçların tepelerindeki renkli çiçekleri aydınlatıyordu. Eve vardığında soluğu tükenmişti. Babası kapının önünde çevresini araştırarak onu gözlüyordu. Karşısında görünce sevinçle yerinden fırladı.

Nerelerdeydin oğlum, meraktan öldük? dedi. Şimdi koş yemeğini ye. Tarlaya geç kalıyoruz.

Babasına, kısadan, külahını kapan maymunu anlatarak eve girdi. Kız kardeşi sevinçle karşıladı onu. Heyecanla:

Bu gece tarladan dönünce babam bizi nereye götürecek biliyor musun? dedi. Köye kukla gelmiş. Biz de gidiyoruz. Ne güzel, değil mi?

Rassamala sevinçle güldü. Kukla oyunu gerçekten de kente gitmekten eğlenceliydi. Şimdi gönül rahatlığıyla pirinç tarlasına çalışmaya gidebilirdi.

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.