Bir varsa vardır iki, iki varsa vardır üç. Masal anlatmak, masal dinletmek güç mü güç. Çünkü cadı, cüce, peri, inanılmaz bir şey mi? Televizyon, sinevizyon, bu tekerleme atmasyon. Tekerlemeyi bırak..
Bir varsa vardır iki, iki varsa vardır üç. Masal anlatmak, masal dinletmek güç mü güç. Çünkü cadı, cüce, peri, inanılmaz bir şey mi? Televizyon, sinevizyon, bu tekerleme atmasyon. Tekerlemeyi bırak da masala bak… Masalda bir ders var bilene, sözüm yok işim çok diyene. Hop hop altın top, bundan güzel masal yok.
Bir zamanlar, bir ülkenin padişahı, kızlarını isteyenlere vermek için değişik bir yol düşünmüş. Tüm isteklileri bir alana toplamış, kızlardan büyüğünün eline de bir altın top verip, topu istediğine at, demiş. Kızcağız topu gözünün görüp gönlünün istediğine atmış ama top yuvarlana tekerlene gidip bir kulübenin kapısına vurmuş. “Yanılma var,” deyip tekrarlatmışlar topu atmayı, aynı şey olmuş. Hadi bir daha. Yeniden kulübenin kapısı. Eh, Hak oyunu üç deyip giydirip süsleyip bırakmışlar kızı kulübenin kapısına. Ertesi günü gidip bakmışlar ki, kız korkudan tir tir titriyor. Hiçbir şey anlatamıyor. Almışlar saraya geri. Ortancanın eline verilmiş altın top. Aynı şeyler yaşanmış. Hadi o da gerisingeri saraya. Sonunda küçük kız almış topu eline. Top da her zamanki gibi doğru kulübeye yuvarlanmış.
Bakalım küçük sultan neler yaşamış.
Kulübenin kapısından girince bir de bakmış bir saray. Yürüdükçe kapılar açılıyor. Bir odada bir de kara kedi görmüş. Hemen kucağına almış. Kedi mir mir ettikçe, “Aman da ne güzelmiş kara pisicik, senin adın Karam olsun,” diye sevmiş onu. Sonra bir sofraya oturmuş, o oturur oturmaz mumlar yanmış kendi kendine. Kız da bir lokma kendi yemiş, bir lokma yedirmiş kediye. Sonra da kedi kucağında sarayın yatak odalarından birine gidip yatmış. Sabah olunca bir de ne görsün, o ıssız sarayın her köşesinde ayrı çalışanlar. Odanın kapısında, “Ne emriniz var sultanım,” diye bekleşenler. Küçük sultan bunlara şaşmış ama asıl kedisini merak etmiş, her hizmetçiye, “Kedimi gördünüz mü, Karam’ı görmediniz mi?” diye sormuş. O sırada kara kedi gelmiş ve bir silkinmiş, bir daha silkinmiş, sonra da… Esmer bir delikanlı oluvermiş. Şaşkınlıktan donup kalmış olan küçük sultana, “Kara kedi benim,” demiş. “Madem beni ablaların gibi kovup dövmedin, bundan böyle benim eşim olacaksın.” Küçük sultan delikanlıya neden kedi kılığında gezdiğini sormak istemiş, tam o sırada padişah babasının adamları onu aramaya gelmezler mi? Gelenlere iyi olduğunu söyleyip savınca, delikanlı, “Sultanım beni yalnızca geceleri görebilirsin,” deyip yok olmuş. Küçük sultan ne yapsın, hizmetçilere buyruklar verip odasını düzenletmiş. Gece de eşinden ana babasını saraya davet için izin istemiş. Delikanlı, “Elbet ana babanı çağırabilirsin,” demiş. Küçük sultan:
-“Ya seni görmek isterlerse?”
-“O zaman bahçedeki kameriyeyi gösterirsin, ben orada olacağım.”
Küçük sultanın ana babası, ablaları, küçük sultanın sarayını pek beğenmişler. Pencereden gördükleri delikanlıyı da. Tam küçük sultan herkesi yemeğe çağırmak için sofrayı kontrole gitmiş, bir sarı kedi sofradan bir pilici kapıp gitmesin mi? Küçük sultan kedinin peşine düşmüş, “Gel buraya tok evin aç kedisi… Gel hırsız sarman,” diye koşup durmuş. Sonunda kediyi de, yolunu da şaşırdığını fark etmiş. Geldiği odaları daha önce hiç görmemişmiş. Telaşla oda kapılarından birini açınca burasının bir yatak odası olduğunu görmüş. Altın bir karyolada melekler kadar güzel sarışın bir kadın yatıyormuş. Yüzünü ateş basmış, saçları yatağın yanındaki saksıdaki gül dalına dolaşmış. Karyolanın yanı başındaki beşikteyse bir bebek varmış. Yüzüne güneş geldiği için çığlık çığlığa ağlıyormuş. Küçük sultan önce bebeğin yastığının yerini değiştirmiş, perdeyi çekmiş. Bebek susuvermiş. Sonra genç kadının saçlarını daldan çözüp alnına ıslak bezler koymuş. Sonra odadan çıkmış. Çıkar çıkmaz da delikanlıyla karşılaşmış. Delikanlı öfkeyle, “Buraya nasıl geldin küçük sultan, işin ne burada?” diye çıkışmış kıza. Kızcağız yanıt veremeden kapı açılıp genç kadın görünmüş, kucağında da küçük çocuk varmış. Gülerek, “Onu buraya ben getirdim,” demiş, “son sınavı da başarıyla verdi.”
Küçük sultan bütün bunlardan hiçbir şey anlamamış. Üstelik de misafirleri yemek bekliyormuş. Bin bir zorlukla misafirlerini ağırladıktan sonra öğrenmiş gerçeği. O genç kadın peri padişahının kızıymış. Delikanlıya âşık olup kaçırmış onu. Bir de çocukları olmuş. Ama perilerle insanların geçinmesi kolay mı, anlaşmazlıklar çıkmış aralarında. Peri kızı da delikanlıya güvenilir bir insan eş aramak için sınavlar hazırlamış. Kediler de, güneşte kalmış çocuk da, saçı dolaşmış hasta kadın da sınavmış. Küçük sultan sınavı başarıp, düşünceli, duyarlı bir kız olduğunu kanıtlayınca, peri kızı çocuğunu alıp baba evine dönmüş, sarayı da onlara bırakmış.
Küçük sultan o günden sonra mutlu yaşamış eşiyle ama sarı bir kedi gördüğünde peri kızını anımsayıp yüreği burkulurmuş.
Küçük sultanın ablaları ne mi olmuş? Onlar da önce birer kedi edinip, kedileri sevmesini öğrenmişler, sonra da zengin ve yakışıklı delikanlılarla evlenmişler. Onlar ermiş muradına biz çıkalım tahtına. Gökten üç elma düştü kedi sevenlerin başına.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.