Söylenmemiş ne kalmış şu “duvarlar” için. Ne anlamlar verilmemiş ki onlara, Ne özlü sözlerin, ne şiirlerin içinden geçmiş duvarlar. Saymakla bitmez. Gelin görün ki , onlardan biri benim yüreğime taş..
Söylenmemiş ne kalmış şu “duvarlar” için. Ne anlamlar verilmemiş ki onlara, Ne özlü sözlerin, ne şiirlerin içinden geçmiş duvarlar. Saymakla bitmez. Gelin görün ki , onlardan biri benim yüreğime taş gibi oturmuştur. Söz etmeye başlamak, bitimsizliğe başlamak gibi gelir bana.
“Aşılmaz bir duvarın dibinde yaşamak köpekçe yaşamaktır“. demiş Camus Korku çağı başlıklı denemesinde.”İnsanların bir zamanlar.kendilerine umut veren değerleri yardıma çağırıp, konuşarak bağrışarak duvarları aştığını” söyleyip artık bunu yapanın çıkmadığından yakınmış yazar. Bana sorarsanız, çok daha fazla soru ve anlam çağrıştırır bu tümce. Duvar dibindekine birkaç sorumuz olacak. Ama önce şu duvarın geçmişine bakalım kısaca .
Tarihçi olsaydım, duvardan önceki tarihi, duvardan sonraki tarihten ayırarak incelerdim. Öncesinde sonrasında her şey o kadar farklı ki. Yakın türdeşlerini evrim listesinden sildikten sonra günümüze doğru rakipsiz yola çıkan türdeşimiz, duvar yapmayı öğrenmeden önce mağaraya sığındı. Zaman geldi sığındığı yerin duvarlarının gizemini sezip üzerine resimler yaptı. Ama zeminde hiç resim yapmadı. Yerin kutsallığı için. “Bize rahmet yerden yağar” demeye daha bin yıllar vardı. Kutsal olan duvarlardı. Dik duran oydu. Karşıdaki oydu. Gelecekteki rakibi oydu. Türdeşimiz duvarları kendi yapmamış hazır bulmuştu Aşması gerekmiyordu o nedenle.
Aşması gereken sadece kendisiydi o zamanlar.
Zaman geldi türdeşimiz mağarasından çıktı. Korunmak için dışarda duvar yapmaya başladı.
İşte, “duvarlar dönemi“ne böyle girildi. Ne var ki “korunmak“, saldırana hem istek hem de hak verirdi. Günümüze kadar gelen bitmek tükenmek bilmeyen karmaşa döneminin de şafağıydı bu dönem .
Sonra zaman geldi, dışardaki duvarların aslında kendi içindeki duvarlar olduğunu sezdi türdeşimiz. Üstelik, dışarıda duvar olmasa da, kendi içinde hep var olduğunu da sezdi. Kendi duvarlarını örenin, gene kendisi olduğunu anladı sonunda.
Ama, dışarıda duvarlar yapılmıştı bir kere.
Ve onların da bize söyleyecekleri vardı. Nice kötülüklerimizin şahitleriydiler artık. Atilla İlhan‘ın Duvar şiirinin dizeleri düşmez mi akla o zaman?:
Biz idam duvarıyız karşımızda çok insan öldürdüler
Onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık
Temelimiz kanla beslendi ama nedense uzamadık
Öyle bakmayın bu yaralar şerefli yara değil
Getirirler vururlar biz öyle dururuz
Yağmurlar gözyaşı bulutlar mendil
Elimizden ne geldi de yapmadık
Ah öyle bakmayın utanırız kahroluruz
Utanması gereken bizdik oysa. Goya‘nın resimleri gösterir bunu.
Duvarlarda, böylesi acılar var işte. Tarih dediğimiz süreç, duvarları yapma yıkma döngüsüdür. Tarihin yükünü duvarlar çekmiştir.
Peki ya içimizdeki duvarlar?.
Frenklerin, “Le langage, un autre mur” “Dil bir başka duvar” diye bir sözü var. İpucunu Montaigne demiş “Her şeyin bir adı bir de kendisi vardır. Ad nesneyi gösteren anlatan bir sestir. Ad nesnenin özgün bir parçası değildir. Nesneye bir yabancı gibi eklenmiş, nesne dışı bir şeydir“
Demek ki içimizde duvarımız zaten bulunurmuş. Ona ad takmışız sadece. Güçlendirip aşılmaz duvar haline getirmişiz. Sonra da “Aşılmaz“lığı ilan edip kendimizi kandırmışız.
Oysa dille duvarda küçük kapılar da açılabilirdi. Bize kalmıştı bu.
“Aşacağı duvarlarının kalmadığını” söyleyenlere inanılmaz pek. Övünme gibidir bu söz. Herkesin aşmayı istediği duvarları vardır da dillendirilmez çünkü. “Aşamayacağı” duvarları olduğunu söyleyenler ise daha inandırıcı gibidirler.
O halde, dille kendimizde kurduğumuz duvarlarımızla yüzleşme, başarmamız gereken ilk iştir desek yanlış olmaz. Buzzati‘nin, Tatar Çölü ne güzel anlatır içteki duvarlarımızı.
Merak ediyorum, Camus‘nün bahsettiği duvarın önünde duran kişiye neler sorardınız?
Belki de, “Duvar en iyi dibinden bakıldığında görülür” sözüne takılır hiçbir şey sormaz rahat bırakırdınız onu. “Bildiğini yap” kabilinden.
Ya da,:
“Duvarın aşılamıyacağını kim söyledi sana?”
“Duvar aşılamıyacaksa dibinde ne işin var?”.
“Duvarı aşmak için ne yaptın?”
“Öteyi görsen gene aşmaya çalışır mıydın?”
“Duvarı yıkmayı düşündün mü?”
“Yoksa duvar aşma yanlış karar mıydı?”
“Duvar hiç olmasaydı kalmaya devam eder miydin burada?” gibisinden sorular mı sorardınız?
Ben bunların hiç birini soramazdım.
Korkudan!.
Olur da birine doğru yanıt verir diye.
Ve de, doğru yanıtların benim de doğrularım olabileceğini fark ederim diye…
Prof. Dr. Orhan Arıoğul
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.
Orhan hocanın yazılarında gizli bir edebiyat tadı alıyorum. Hocam lütfen yazmaya devam edin. yazılarınızı zevkle okuyorum.