Selimiye Kışlası karşısındaki yel üfüren çadırda duruşma saatinin gelmesini beklerdik, titreyerek. Dışarda diz boyu kar… Mehmet Ali Sebük, Nâzım Hikmet Gecesi’nde yaptığı konuşmada Nâzım Hikmet’i övdü diye, Türkiye Yazarlar Sendikası..
Selimiye Kışlası karşısındaki yel üfüren çadırda duruşma saatinin gelmesini beklerdik, titreyerek. Dışarda diz boyu kar… Mehmet Ali Sebük, Nâzım Hikmet Gecesi’nde yaptığı konuşmada Nâzım Hikmet’i övdü diye, Türkiye Yazarlar Sendikası davası kapsamına alınmıştı. Biz TYS yöneticileri 141-142’den yargılanıp aklandık, Mehmet Ali Sebük 142’den… Birçok konuda bizlerden çok farklı düşünüyordu. İki buçuk yıl o çadırda, Selimiye’nin koridorlarında, duruşma salonunda çile doldurdu da bir kez olsun bireysel çıkış yapmadı; “Benim bu örgüt davasıyla ne ilişkim var?” demedi. “Sizin gibi yazarlarla bir arada olmak bana mutluluk verir,” diyordu. Duruşmada da bunu söyledi…
Yetmiş yedi yaşındaydı. Hastaydı. Yurt dışına gidip ameliyat olması gerekiyordu. Pasaport alamadı, zamanında gidemedi… “Gittiğimde profesör, ‘Erken gelseydin daha çabuk müdahale ederdik. Neden geç kaldın?’ dedi. ‘Bizim Türkiye’de insanları övmek suç sayılıyor. Nâzım Hikmet’i övmek komünizmi övmek sayıldığı için yargılandım, pasaport vermediler’ diyemedim. Utandım, sıkıldım. Memleketimin şerefini düşünerek bunu söylemedim. İki sene Almanya’da hastalıkla pençeleştim. Geç kalmışım. Türkiye’ye döndükten sonra, geçenlerde bir kere daha ameliyat oldum. Rahatsızlıklarım devam ediyor. Pasaport verselerdi, bunlar olmayacaktı.“
Mehmet Ali Sebük, 1906’da Yugoslavya’da doğdu. İÜ Hukuk Fakültesi’ni, Lyon Üniversitesi Ceza Bilimleri Bölümü’nü bitirdi. Afyon’da Cumhuriyet savcılığı (1930), Zonguldak’ta yargıçlık (1932), Kars’ta Cumhuriyet Savcılığı (1934), Trabzon’da ağır ceza mahkemesi yargıçlığı (1936) Yargıtay’da başsavcı yardımcılığı (1938), Ordu’da Cumhuriyet savcılığı (1942) görevlerinden sonra istifa ederek İstanbul’da serbest avukatlığa başladı (1945). İzmir’den Demokrat Parti milletvekili seçildi (1954); parlamenterliği sırasında “Haksız Tevkiflere Tazminat Kanunu“nun çıkmasını sağladı. Kriminoloji biliminin Türkiye’de tanınıp yaygınlaşmasına katkıda bulundu; Türk Hukuk Kurumu’nca açılan kürsüde kriminoloji dersleri verdi. Aynı dersi polis enstitülerinde de okuttu. Başarılı bir ceza avukatı olarak tanınan Sebük, Nâzım Hikmet’in 1938’de adli hata sonucu mahkûm edildiğini ortayakoyma çabalarıyla da dikkatleri çekti. Kriminoloji, Memleket Kriminolojisi, Hapishane Cinayetleri, Korkunç Adli Hata ve Nâzım Hikmet’in Özgürlük Savaşı, Af Bir Zarurettir başlıklı kitapları yayımlandı. Mehmet Ali Sebük’ü 1991’de yitirdik.
Kısacası, elli yıl ağır ceza yargıçlığı, savcılık, avukatlık yapan Mehmet Ali Sebük, meslek yaşamını sanık olarak noktaladı. O 12 Eylül sanıklığı da sağlığına kavuşmasını engelledi! Elli yıl boyunca “adalet reformu“nu savunmuş, Türkiye’nin “adli hatalar ülkesi” olmaktan kurtulması için uğraşmıştı…
Yargıtay başsavcı yardımcısıyken Fransa’ya gönderiliyor. Orada suçu ve suçluluğu toplumsal bir olgu olarak inceleyen kriminolojiyle ilgileniyor; Lyon’da ünlü bilim adamı Garraud’nun kürsüsünde öğrenim görüyor. Türkiye’ye dönünce Adliye Vekâleti Dergisi’nde “Kriminoloji Enstitüleri” ve “Kriminoloji Nedir” başlıklı iki makale yazarak, Türk Hukuk Kurumu’nun açtığı kürsüde konferanslar vererek bu bilimi hukuk dünyasına tanıtıyor. Bir de kitap yazıyor: Kriminoloji. Onun bu ilk tanıtma çabalarından sonra üniversitelerde enstitüler açılıyor, hukuk fakültelerinde kriminoloji dersleri okutuluyor (ama bunlar amaca ulaşmıyor).
1945’te Ordu savcısıyken görevinden ayrılıp İstanbul’da avukatlığa başlayan Mehmet Ali Sebük, kriminoloji bilimine dayanan savunmalarıyla kısa sürede ün kazanıyor: “İlk zamanlar ‘Şahsiyet şahidi dinleteceğim’ dediğimde hakimler soruyorlardı. Sonra alıştılar. Savunduğum insanların doğdukları günden suç tarihine kadar gelen geçmişlerini hakimlerin önüne seriyordum. Çünkü önemli olan suçludur, baş aktör odur.” İki kişiyi öldüren polis memuru İbrahim Kazan’ı idamdan kurtaran Sebük, kamuoyunda ve hukukçular arasında geniş ilgi gören bu davada yaptığı savunmayı da yayımlıyor. (Kuruçeşme Cinayetlerinin Psikolojisi, 1947)
Cumhuriyet’te adalet mekanizmasının aksaklıkları üzerine makaleler yayımlamaya başlıyor. Vatan’da sürdürüyor yazılarını. Özellikle antidemokratik yasalar üzerinde duruyor. Aynı zamanda Vatan’ın hukuk müşaviri: “Basın Kanunu ağırdı. Korkunç bir 50. madde vardı. Yazılar beğenilmediği zaman Ankara’dan bir telefon emri gelir ve gazete kapanırdı. Onun için Ahmet Emin Yalman, yazıları daima kontrol etmemi istiyordu.”
Basın davalarında pek çok gazeteciyi savunuyor, ücret almaksızın. 1950 seçimleri öncesinde Gazeteciler Cemiyeti’nde kurulan ve Basın Kanunu değişikliği önerilerini hazırlayan komisyona katılıyor. Bir ara da Anadolu Gazeteciler Cemiyeti’nin başkanlığını yapıyor.
Bursa Cezaevi’nde bulunan Nâzım Hikmet’in “vekâletini” alıp onun “korkunç bir adli hata sonucu mahkûm edildiğini” ortaya koyan yazılar yayımlaması, geniş yankılar uyandırıyor (bu yoldaki çalışma ve anılarını ikinci baskısı yapılmakta olan Korkunç Adli Hata ve Nâzım Hikmet’in Özgürlük Savaşı adlı kitabında anlatır).
1954’te Demokrat Parti listesinden İzmir milletvekili seçilen Mehmet Ali Sebük, aynı zamanda DP liderlerinden Adnan Menderes’in de vekili… Parlamenterliği sırasında birtakım yasaların çıkmasını sağlıyor. Bunların en önemlisi, “Haksız Tevkiflere Tazminat Kanunu“. Yasanın çıkmasına karşı olan Adalet Bakanı ile epey tartışıyor bu yüzden. “Savcılıklara sordu, o zamanki parayla her yıl 6 milyon lira tazminat ödenmesi gerektiği anlaşıldı. ‘Bütün bütçeyi buna mı vereceğiz? Çok fazla!’ dedi. İşte şu rakam bile Türkiye’de ne çok haksızlık yapıldığını ortaya koyuyor.”
Fransa’da bir milletvekili bir yasanın çıkmasını sağlamışsa, yasa onun adıyla anılıyor. Bu ilke uygulanırsa, sözü geçen yasa da “Sebük Kanunu” adını alır! “Menderes adliyeye baskı yapmaya başlayınca istifa ettim” diyor. “Yargıtay Başkanı ile Başsavcısını görevden aldılar, Yargıtay’ı çökerttiler. Bu, adliyeye karşı işlenmiş bir cinayetti. Bunun üzerine, ‘Artık daha fazla aranızda kalamam’ dedim. Tarihte adliyeye cephe almış hiçbir sistem yaşayamadı, yaşayamaz da.”
1950’de demokratik bir Basın Kanunu çıkaran Menderes iktidarının daha sonra gazetelere baskılar yaptığını da belirtiyor Mehmet Ali Sebük:
“Ahmet Emin Yalman, Menderes aleyhinde yazmaya başlayınca Necip Fazıl’ı Ankara’ya çağırdılar, hukuk dışı bir davranışa sokmak istediler. Gözümün önünde Samet Ağaoğlu, ona 170 bin lira verdi. Daha sonra Büyük Doğu’da ‘Ahmet Emin dinsiz imansızdır’ diye bir kampanya başladı. Yaza yaza Malatya Suikasti’ni yarattılar. Ahmet Emin beş kurşun yedi, tesadüfen kurtuldu. Menderes’in haberi vardı. Fakat çok zeki adamdı. Uçağa atlayıp gitti, geçmiş olsun ziyaretinde bulundu.”
Menderes’i Yassıada’da savunması istenir Mehmet Ali Sebük’ten. Kabul etmez: “İdam kararının önceden verilmiş olduğunu biliyordum. Mahkemede figüranlık yapamam, dedim. Arkadaşlar yanlış savunma yaptılar. Menderes’in de suçları vardı. Davaya girseydim, kabul edecektim. Fakat idamlık suçu yoktu. Sonra pişman oldum.”
Öteden beri yazılarında “adli hatalar” üzerinde duruyor Sebük. Bu nedenle, genel afları savunuyor. Adalet reformunu, “adli zabıta“, “teknik zabıta” kurulmasını savunuyor:
“Polis dayağına, karakol dayağına sığınarak insanları söyletiyoruz; ağızlarından ‘ikrar’ alıp ona göre mahkûm etmeye çalışıyoruz. Polisin eline başka bir vasıta vermek lâzım. Bunu veremedik. Kendisinden bunu isteyen savcılardır, hükümettir, devlettir. Failler meçhul kalmasın diye işkence yapılıyor.”
Ya siyasi konularda? “El alışmış bir kere… Fransız adli zabıtasında staj yaparken gördüm. Orada suçluları sorguya çeken polis, hukuk doktorudur. ‘Mahirane sorgu’ diye bir şey var. Adam bülbül gibi konuşuyor. Fiske vurmaya lüzum yok.”
Sebük’e göre, “Adalet demek, tolerans demektir, insan sevgisi demektir, şefkat demektir.” Adalet reformu konusundaki görüşlerini uzun uzun anlatıyor. “Hapishane reformu” üzerinde de duruyor; başka ülkelerde olduğu gibi, cezaevlerinin “infaz hakimleri“nce yönetilmesini savunuyor. “İnfaz adaleti“nin incelikli bir yönünden de söz ediyor:
“İngiltere’de idam cezaları yürürlükteyken, onlar da insanları iple asıyorlardı. Fakat onların kullandığı bir özel ip vardı. İngiliz sicimi denilen, budur. Teknik olarak yetişmiş cellatları da vardı. Hiç ıstırap vermeden, bir saniye içinde suçlunun canını alıyorlardı. Ben savcıyken, yüreğim parçalanarak çingene arardım. Ona sabunu biz bulup veriyoruz, en adi sabun. Denk ipini alıp veriyoruz. Nasıl düğüm vurması lazım geldiğini söyleyemiyoruz, kimse bunu bilmiyor. Düğüm yanlış olunca, işkence başlıyor. Bizde insanların hepsi işkenceyle asılmıştır. Buna hakkımız yok.”
Sebük, idam cezasının adi suçlarda uygulanmasından yana. “Bir müessir (etkili) ibret olsun” için… Buna karşılık siyasi suçlardan idam cezası verilmesini adalete aykırı buluyor. En güncel adalet sorunumuz için de şunları söylüyor:
“141, 142. maddeleri tamamıyla kaldıralım demiyorlar da, bugün hâlâ değiştirelim diyorlar. Mussolini artığı maddeleri değiştirmişsin, başka kalıba sokmuşsun, ne ifade eder? Kökten kaldırmak gerekir!”
Alpay Kabacalı
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.