Bizim ortaoyununda bir muhavere vardır. Kavuklu, fırtınalı bir havada şemsiyesini açar ve İstanbul‘un üzerinde uçmaya başlar. Sonra fırtına kesilir, iniş başlar. Mahalle çocukları onu görünce “Gökten adam yağıyor” diye kaçışırlar…
Bizim ortaoyununda bir muhavere vardır. Kavuklu, fırtınalı bir havada şemsiyesini açar ve İstanbul‘un üzerinde uçmaya başlar. Sonra fırtına kesilir, iniş başlar. Mahalle çocukları onu görünce “Gökten adam yağıyor” diye kaçışırlar. Kavuklu Langa‘da bir bostana, bostandaki koca bir lahananın içine düşer… Ve uyanır.
1941 yılının 10 Mayıs gecesi, İkinci Dünya Savaşı‘nın orta yerinde, İskoçya göklerinden süzüle süzüle inen paraşütlü adamı görenler herhalde Langalı çocuklar gibi düşünmemiş olacaklardır. Hem bu seferki bir ortaoyunu rüyası değil, şaşırtıcı da olsa bir gerçektir. İnen kavuklu değil, adı ile sanı ile Üçüncü Reich‘in Hitler ve Goering‘ten sonra gelen üçüncü adamı Rudolf Hess‘dir.
Hess, iner inmez, Dük Hamilton‘la görüşmek istediğini söyler. Dük gelir. Bu kalın kaşlı adamı ömründe tanımadığı için kendini niye görmek istediğine şaşar. Hess ona “İngiltere’ye büyük bir insanlık ödevi için geldim” der. Kendisini kralla, daha başka barış yanlısı büyüklerle görüştürmesini rica eder. Dükün adını hocası ve dostu Prof. Karl Haushofer‘den duyduğunu, bu konuyu Haushofer‘le de konuştuğunu belirtir.
Aynı saatlerde Hess‘in yaveri, Bergtesgaden‘daki Hitler‘e, Hess‘in bir mektubunu vermektedir. Sevgili Führer‘ine canını feda edecek kadar bağlı ve hayran olan Führer Vekili Hess, bu mektubunda İngiltere ile ayrı bir barışın koşullarını müzakere etmek için Britanya adalarına uçtuğunu bildirmekte ve mektubunun bir yerinde şöyle demektedir: “Kabul ediyorum ki, bu projemin başarı şansı az. Ama bir denemek gerekti. Yazgım bana yardım etmez ve muvaffak olamazsam siz ve Almanya bundan büyük bir zarar görmezsiniz. Nihayet bundan haberiniz olmadığını ve benim deli olduğumu ilan edersiniz.”
Nitekim Hitler de bunu yapacaktır. Hess, uzun mesafe uçağı olmayan bir Meseercshmidt 110‘a, ek rezervuar taktırarak elinde bir harita ve pergel bu dönüşsüz yolculuğa sevgili Führer‘inden habersiz mi çıkmıştı? Yoksa bu onunla danışıklı olarak girişilen bir iskandil hareketi mi idi? Hess, zihnî bir bunalım mı geçiriyordu, yoksa inadına bilinçli tutarlı ve sağlıklı mı idi? Gerçekten İngiltere ile Almanya arasında gereksiz kan dökülmesini istemeyen insancıl bir itinin etkisinde mi idi? Yoksa Führer‘inin gizliden gizliye planladığı Rusya taarruzundan önce müttefikleri şaşırtmak için bir manevra mı çeviriyordu?
Bu altı olasılığın her birine eli yüzü düzgün gerekçeler yaratan yorumcular çıktı. Ama bu gerekçelerin her biri de yine eli yüzü düzgün karşı belgelerle yalanlandı. Bugüne dek Hess muammasının içyüzü tam aydınlığa kavuşamadı.
Rudolf Hess, bu karmaşık kişiliği ve mutsuz yazgısı ile belgesel romancılara, belgesel tiyatro yazarlarına çok ilginç bir konu olsa yeridir. “Oppenheimer Davası” adlı eseri ile belgesel tiyatronun babası sayılan dostum Reinhardt Kipphardt ve Troçki‘nin son günleri üzerine bir oyun yazan Peter Weiss‘in bu konuya bugüne dek neden yanaşmadıklarına hâlâ şaşarım. Ben Rudolf Hess‘i Almanya’daki üniversite öğrenciliğim yıllarında birkaç kere yakından görmüş ve Hitler‘in göründüğü her aktüalite filminde, yani her hafta, onu Hitler‘in peşinde, yamacında, dümen suyunda bir yaver olarak izlemiştim. Fanatizm ve aşırı bağlılık onun karakteristiği idi. Hess, Münih’te iktisat okumuş, Karl Haushofer‘le, geopolitik bilimin bu öncüsü ile orada tanışmıştı. Politikada “hayat sahası” öğretisini ortaya atan bu profesörün ana fikirlerinden biri de İngiltere‘nin kendi imparatorluğunda egemen olması, Almanya‘yı Avrupa‘da serbest bırakması gereği idi. İngiltere ile Almanya‘nın aynı ırktan olduklarını, tam bir anlaşma içinde hareket etmeleri gereğini savunuyordu. Bu ana fikirleri Hess de benimsemiş, Hitler‘in de İngiltere’ye karşı düşmanlık beslemediğine gerek savaş içinde, gerek savaş sonrası onunla iyi geçinmeyi candan arzuladığına inanmıştı.
Churchill İngiltere‘ye gelen Hess‘le şahsen konuşmayı reddetmişti. Buna çeşitli anlamlar verilmesini sakıncalı buluyordu. Ama ileri gelen İngiliz devlet adamlarının onunla konuşmasını engellememiş, hatta kolaylaştırmıştı. Belki Hess’in ağzından bir şeyler kapmayı umuyordu. Hess gerek Ivone Kirkpatrick‘le, gerek Sir John Simon‘la, gerek Lord Beaverbrook‘la yaptığı konuşmalarda Führer‘ine karşı bağlılığına ve hayranlığına gölge düşürecek hiçbir şey söylememiş, tersine onu yücelttikçe yüceltmiş, İngilizleri Hitler‘in ve Almanya‘nın kesin zaferine inandırmaya çalışmıştı.
Aksi halde denizaltı bloküsü ve uçak savaşları sonucu Britanya adalarının açlıktan kırılacağını, İngiltere teslim olup da imparatorluk hâlâ savaşta dirense bunun ada halkının mahvını önleyemeyeceğini uyarı yollu, tehdit yollu duyurmuştu. Hess boşuna bunca insanın ölmesine razı değildi. Bunu önlemenin çaresi ise basitti. İngiltere, Almanya‘nın kıtadaki hareketlerine engel olmamalı, İtalya ile sulh imzalamalı, Irak‘ı boşaltmalı ve Almanya‘ya eski sömürgelerini geri vermeli idi.
Hess‘in sultanlığı kısa sürdü. Bir süre sonra adi tutuklu olarak bir İngiliz hapishanesine gönderildi. Bugüne dek 38 yıl süren tutukluluğunun ilk yedi yılını orada geçirdi. İlk intihar teşebbüsüne orada girişti. Nürnberg muhakemesi sırasında bir süre belleğini yitirmiş rolü oynadı. Sonra birdenbire aklen sağlam olduğunu iddia etti. Yargıçlar da aynı kanıda olmalılar ki Hess‘i ömür boyu hapse mahkûm ettiler. Şimdi 31 yıldır Spandau hapishanesinde kalıyor. Orada iki kere daha canına kıymaya kalktı. Arada ömür boyu tutuklu olan Baldur Von Schirah ve Albert Speer serbest bırakıldılar. Ama Ruslar Hess‘in serbest bırakılmasına “njet” dediler.
İşte şu geçtiğimiz hafta Spandau hapishanesinin bu tek tutuklusu geçirdiği bir kan dolaşımı rahatsızlığı yüzünden yine gazetelerin ilk sahifelerinde yer aldı. Hastaneye kaldırıldı. Sonra taburcu edildi.
Koca hapishanede bir tek hücrede 84 yaşındaki bu bitik adam yatıyor. Hapishanenin dört ulustan, subay, asker, hukukçu, yönetici ve personel toplamı 42’yi bulan görevlileri şimdi bu tek tutuklu yüzünden maaş alıyorlar. Bu acayip hapishanenin bir milyon markı bulan yıllık masrafını da tabiî Alman vergi mükellefleri yükleniyor.
Oldukça garip bir alınyazısı varmış şu Hess‘in. Savaşa son vermek için, kimine göre delice, kimine göre akıllıca, tek teşebbüsü yapan tek nazi, şimdi boşalan hapishanede en ağır savaş suçlusu olarak ölümünü bekliyor. Ne demeli. Üçüncü Reich’ın üçüncü adamı olmak kolay mı? Elbet bunu insana ödetirler. Rusların bu inadı Hess‘i nasyonal sosyalizmin SOD simgesi saymalarından ileri geliyor olsa gerektir.
7 Ocak 1979
Haldun Taner
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.