Lozan Barış Antlaşması (İsviçre-Lozan, 24 Temmuz 1923); Monduros’tan değil; Sevr Antlaşmasını yırtıp, Mudanya’dan Lozan’a gelen İsmet Paşa başkanlığındaki Türk diplomasi heyeti karşısında; İngiltere, Fransa ve İtalya’nın yanı sıra; ABD, Japonya..
Lozan Barış Antlaşması (İsviçre-Lozan, 24 Temmuz 1923); Monduros’tan değil; Sevr Antlaşmasını yırtıp, Mudanya’dan Lozan’a gelen İsmet Paşa başkanlığındaki Türk diplomasi heyeti karşısında; İngiltere, Fransa ve İtalya’nın yanı sıra; ABD, Japonya ve Yunanistan’ın gözlemci olarak katıldığı Lozan’da, emperyalizm dize getirildi. Bu onun belgesidir. Lozan Masası’nda; Birleşik Emperyalist Cepheye karşı, üstün bir diplomasi zaferine imza atan Türkiye Cumhuriyeti vardı. Sevr Antlaşmasını yırtan, Lozan Anlaşması belgesi; 1. Dünya Paylaşım Savaşını bitiren ve Türkiye Cumhuriyeti’nin misak-i milli tapu senedidir. İsviçre’nin Lozan kentinde, 22 Kasım 1922’de toplanan Lozan Antlaşması’nın açılışı kapsamında; İsmet Paşa’nın Fransızca konuşması, büyük yankı uyandırdı.
Bu antlaşma ile “yeni bir Türkiye” kuruluyor ve Kurtuluş Savaşının cephelerdeki başarıları üzerine ekonomik, siyasi, adli, hukuki bağımsızlığımız sağlanıyor ve bunlar antlaşma hükümleriyle kayıt altına alınıyordu. Atatürk, 1927 yılındaki ünlü Söylev’inde bu antlaşma için: “Lozan Barış Antlaşması’nın içerdiği esasları, diğer barış teklifleriyle karşılaştırmaya yer olmadığı fikrindeyim. Bu antlaşma, Türk ulusu aleyhine, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir.” diyordu.
İsmet İnönü, bir çok konuşmasında değindiği Lozan ile ilgili bir ana temayı, 1952’de “Lozan Günü”nde kendisini ziyaret eden gençlere yönelik olarak şöyle yinelemiştir: “Lozan, temel fikir olarak ulusal devletin kurulmasını, bağımsızlığı, uluslararası hak ve hukuk eşitliği kavramlarını amaç olarak benimsemiş bir konferanstır. Aydınlarımız ve gençlerimiz bu düşünüş biçimiyle antlaşmayı değerlendirirlerse, siyasi tarihimizin geçirdiği başlı başına birçok değişiklikleri çok iyi kavrarlar.” Biz de, İnönü Vakfı olarak, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nı kapsayan bir aylık zaman dilimi boyunca Lozan Konferansı ile ilgili bir sergi düzenleyerek ve bu kitapçığı özellikle çocuklarımıza, gençlerimize sunarak İsmet İnönü’nün bu çabasının sürekli kılınmasını amaçladık.
İsmet İnönü’nün yaşamı boyunca Lozan Konferansı ile ilgili yaptığı konuşma ve yazışmalarından bir derlemeyi ise Lozan Konferansı’nın 101. yıldönümü olan 24 Temmuz 2024 tarihine yetiştireceğimizi bu arada belirtmek istiyorum. Çocuklarımıza, gençlerimize ve Kurtuluş Savaşı ile Lozan’ı bilen ve öğrenmek isteyen herkese sevgilerimi sunuyorum.
Kurtuluş Savaşını zorunlu kılan koşullara baktığımızda başlıca iki neden bulabiliriz. İlki Osmanlı’nın çözülüşü, ikincisi de Birinci Dünya Savaşından yenik çıkılmasıdır. Osmanlı’nın çözülme sürecinden çıkış bulmaya çalışan ve daha sonra Kurtuluş Savaşının önder kadrosunda yer alanlar, önce Yemen’den Balkanlar’a kadar 9 ayrı cephede savaşarak çözülüşü durdurma çabasını gösterdiler. Ancak Birinci Dünya Savaşından Osmanlı’nın yenik çıkması ve çözülme sürecinin sonuçlarının yurtsever güçler tarafından katlanılamaz duruma gelmesi ile Kurtuluş Savaşı başlamıştır.
Birbirinin devamı olan Mondros Ateşkes Anlaşması ile Sevres (Sevr) Anlaşması sürecinde Kurtuluş Savaşının çeşitli evreleri ete kemiğe bürünmüş, Osmanlı’nın çözülüşüne yanıt, Lozan Barış
Konferansı ve Antlaşması ile verilmiştir. Böylece Ankara’daki “Büyük Millet Meclisi Hükümeti” ile İstanbul’daki “Saltanat Hükümeti” şeklindeki “ikili iktidar” durumuna son verilmiş ve Lozan Barış Antlaşması’nın sağladığı olanaklar üzerinde genç Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.
Birbirinin devamı olarak nitelediğimiz Mondros ve Sevres Anlaşmalarıyla, Türkiye tam bir işgal ve paylaşım alanı olmuştu. 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Anlaşması İstanbul hükümeti tarafından imzalanmış, onun ardından 18–26 Nisan 1920 San Remo Konferansı kararları doğrultusunda gerçekleşen Paris Konferansı, ve en sonunda 10 Ağustos 1920’de Sevres ile Türkiye emperyal güçlerin bizzat kendi işgalleri ve onların istekleri doğrultusunda daha geniş bir toprak paylaşımına maruz kalıyordu. (23 Nisan 1920’de, önceki hazırlıklar doğrultusunda Büyük Millet Meclisi’nin kurulduğunu ve Sevres’in 13 Bölüm ve 433 maddeden oluşan hükümlerini geçersiz sayarak, kendisini bir iktidar odağı ve cumhuriyetin nüvesi olarak dünyaya ilan ettiğini bu arada belirtmek gerek.)
Ali Naci Karacan, Sevres Antlaşmasının öngördüğü bu işgal altındaki Türkiye’yi şöyle anlatır: “Trakya Yunanistan’ın olacaktı; İstanbul uluslararası olacaktı; Batı Anadolu Yunan sömürgesi olacaktı; Doğu Anadolu Ermenistan olacaktı; Adana Fransız sömürgesi olacaktı; Antalya İtalyan sömürgesi olacaktı; ordumuz olmayacaktı; donanmamız olmayacaktı; saray, büyük küçük bütün devletlerin denetiminde ve Orta Anadolu’da bir iki il bu sarayın çiftliği hükmünde kalacaktı. Maliyemiz, adliyemiz, bayındırlığımız, harbiyemiz, denizciliğimiz, kara sınırlarımız, Boğazlarımız doğrudan doğruya, eğitimimiz ve bütün diğer müesseselerimiz sarayın esir hükümetleri vasıtasıyla yabancı kontrolü altında bulunacaktı.”
İşte Kurtuluş Savaşı; Mondros ve Sevres ile dayatılan bu karanlık tablonun aşılmasını gerçekleştirir ve Lozan Konferansının yolu açılır.. Ancak bu evreye varmadan, bir dizi cephe savaşı ile Mudanya Konferansı başarısı yaşanır. Bu noktada, Mudanya Konferansı’nın (3–11 Ekim 1922) Kurtuluş Savaşı’nın sonuçlarını toplamaya başlama işlevinin yanısıra, İsmet Paşa açısından taşıdığı önemi de belirtmek gerekir. “Tek Adam” ve “İkinci Adam” kitaplarının yazarı Şevket Süreyya Aydemir, “Mudanya’nın ardından İsmet Paşa, memleketin hayatında bir siyasi şahsiyet olarak belirecekti. Nitekim Mudanya’dan sonra askerlik ve kumandanlık artık arkada kaldı ve İsmet Paşa Türkiye’nin kaderine bir siyasi şahsiyet ve bir İkinci Adam olarak karıştı.” der. Mudanya, Lozan ve sonra Atatürk ile İsmet Paşa’nın yaptıkları bir gece görüşmesinin ardından 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin kuruluşu ile sonrasında yaşananlar, Şevket Süreyya’nın bu saptamasını doğrulamaktadır.
Erdal İnönü, “Üçyüz Yıllık Gecikme” adlı kitabında yer alan “Lozan Telgrafları” konulu konuşma metninde Lozan Konferansına giden süreci şöyle özetler:
“Dumlupınar’da zaferin kazanılmasıyla birlikte Atatürk’ün ve arkadaşlarının ne büyük özlemle barış arayışına girdiklerini babamın hatıralarında okuyabilirsiniz. 9 Eylül’de İzmir kurtarılıyor. 11 Ekim’de Mudanya mütarekesi imzalanarak, Trakya hiç silah atılmaksızın, düşman işgalinden arındırılıyor. Müttefikler, 27 Ekim 1922’de verdikleri nota ile T.B.M.M. hükümetini 13 Kasımda Lozan’da toplanacak barış konferansına çağırıyorlar. 3 Kasım’da Meclis Lozan’a gidecek heyetin başındaki delegeleri belirliyor. Dış işleri bakanı İsmet Paşa baş delege (baş murahhas), Maliye bakanı Hasan Saka ikinci delege, Sağlık bakanı Dr. Rıza Nur, üçüncü delege oluyor.”
İsmet Paşa da, konferanstan sonra İstanbul Üniversitesi’nde yaptığı konuşmasında Lozan’a hangi koşullarda ve ne amaçla gidildiğini şöyle anlatır:
“Millî Mücadele devri, geçirdiğimiz ilk ağır imtihandı. Bu, davet edildiğimiz bir imtihandı. Cemiyet-i beşeriye, haksız olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne hükmettiği zaman, haksız olarak Türk milletinin de çöküşüne hükmetmiştir. Bu imtihandan başarıyla çıktıktan sonra konferansa gittik. Bu da bir imtihandı. Bütün milletlerin ortasında davamızı izaha davet edilmiştik. Konferansa büyük zorluklara rağmen açık ve belli bir vaziyette girdik. Ne istiyorduk? Haksız olarak yaşama hakkımızı reddetmişlerdi. Yaşamaya muktedir olduğumuzu ifadeye gitmiştik. Sade bunu istiyorduk. Bunun için en kuvvetli vaziyetteydik. Sonuna kadar bu hedefi takip ettik.”
Konferansın açılışında önce İsviçre Cumhurbaşkanı bir açılış konuşması yapar. Sonra da İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon konuşur. Tam bu noktada, Konferansı izleyen Türk gazetecisi Ali Naci Karacan’ın “Lozan Konferansı ve İsmet Paşa” adlı kitabında konferansın açılış oturumuna ilişkin belirttiklerine bakarak İsmet Paşa’nın duyarlılıklarını izleyelim:
“Herkes Lord Curzon’un nutku ile törenin biteceğini zannederken, onun arkasından, derhal İsmet Paşa kalktı, kürsüye doğru yürüdü ve reis tarafından:
diye salona takdim edildikten sonra, Türkiye baş delegesi de elinde tuttuğu bir nutku okumaya başladı. Bu olay bütün salon için tamamen bir sürpriz teşkil ediyordu.
“Sonradan anlaşıldı ki, konferansın açılacağı 20 Kasım sabahı Lord Curzon’un bir nutuk söyleyeceğini İsmet Paşa haber almış ve bunun üzerine: “O halde ben de nutuk söyleyeceğim!” kararını vermişti. Lord Curzon konferans adına konuşacağına göre İsmet Paşa ikinci planda kalmak istemiyor ve bu fırsattan istifade ederek daha ilk gün Türk davasını bütün dünyanın gözü önüne yaymak maksadını güdüyordu. İsmet Paşa’nın bir nutuk söyleyeceğini duyan Poincaré bundan vazgeçmesini rica etmiş, fakat Türkiye baş delegesinin cevabı:
“Lord Curzon vazgeçsin, o zaman ben de vazgeçerim!”den ibaret olmuştu. İsmet Paşa konferansta kimseye üstünlük vermek, ya da kimseden aşağı kalmak istemiyordu. Bunun üzerine Poincaré nutku görmek istemiş, bazı düzeltmeler rica etmiş, fakat İsmet Paşa yalnız bir kelimeyi değiştirerek nutku olduğu gibi muhafaza etmişti. Bu bir nutuk değil, Türkiye’nin çektiği ıstıraplardan doğan bir iddianame idi.”
İsmet Paşa işte bu konuşmasında Türk ulusunun içinde bulunduğu durumu resmeder:
“Barışın nimetlerinden her zaman yoksun kalan Türk ulusu, o tarihten bu yana, hak ve adalet elde etmek için ara vermeden yaptığı barış girişimlerinin yetersizliğini ve hiç bir şeye yaramadığını görerek ve artık hiç bir kurtuluş umudu kalmadığını anlayarak, varlığını korumayı ve maddi ve manevi kendi kaynaklarıyla bağımsızlığını kazanmayı başarmıştır. Türk ulusu, bu yolda, pek çok acılara katlanmış, sayısız fedakârlıklara rıza göstermiştir.”
Ardından İsmet Paşa, Lozan’dan sonra da yıllar boyunca dile getirdiği ilkeleri, konferansa ve uluslararası ilişkilere dair beklentisini dile getirir:
“Son yılların olayları insanlığın vicdanında genel barış ve huzurun, Devletlerce, birbirlerinin haklarına, özgürlüklerine ve bağımsızlıklarına karşılıklı olarak saygı
gösterilmedikçe gerçekleşemeyeceği gerçeğini bir inanç ilkesi halinde yerleştirmiş bulunduğundan, bu olayların anısı, gelecek için bir barış ve huzur güvencesi olur umudundayım.”
Mustafa Kemal Paşa’nın ödün vermez usta diplomasi trafiği ile taçlanan, 24 Temmuz 1923’de imzalanan, Lozan Barış Antlaşması’nın tam metni İnönü Vakfı Web Sitesi’nde, tam metin olarak yayınlandı.
Dursun ÖZDEN (Araştırmacı yazar, Belgeselci)
Kaynakça: www.dursunozden.com.tr
İstiklalsiz Din Olmaz, Dursun Özden, Yoleri Yayınları, 2021, İstanbul.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.