İstanbul’a Bakmak

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Dersaadet‘e yeni atanan bir yabancı diplomat Cevdet Paşa‘ya sormuş:   -İstanbul’un havası nasıldır, diye…. Cevdet Paşa da en kestirme cevabı vermiş:   –Lodos eser yaz olur, poyraz eser kış..

İstanbul’a Bakmak
Yayınlanma: Güncelleme: 113 okuma

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Dersaadet‘e yeni atanan bir yabancı diplomat Cevdet Paşa‘ya sormuş:  

-İstanbul’un havası nasıldır, diye…. Cevdet Paşa da en kestirme cevabı vermiş: 

 –Lodos eser yaz olur, poyraz eser kış olur. 

İstanbul bazen kış ortasında on – on beş günlük yazlar yaşar. İşte şubatı da paltosuz, kaşkolsuz geçirdik. Bizim oradaki gemi aslanları denize bile girmeye kalktılar. Kasım lodosla girdi mi kış yumuşak olur diye bellemiş atalarımız. Bu yıl da öyle oldu. Ben asıl lodoslu kıştan korkarım. Vakitsiz açıp tomurcuklanan, sonra da soğuktan sapır sapır dökülen mimozalar misali insanlar da bu aldatıcı bahara şımarıp açılır saçılır, gevşer, rahatlar, sonra şifayı kapar, yatak yorgan yatarlar. İnsanı en çok yıpratıp çürüten kadınlar nasıl en kaprisli kadınlar oluyorsa, sağlık bakımından canına okuyan kentler de, işte böyle, değişken rüzgârlara açık kentler oluyor. Rahmetli Refik Halid

Ne olurdu şu Uludağ Çamlıca’nın yerinde olsa idi, derdi. O zaman poyraza, kara- yele bir paravana çeker, kışları da İstanbul‘da Cote d’Azur ılıklığı içinde yaşardık. 

Geçen pazar Çamlıca‘ya çıktık. Kasım başında gibiydi doğa. Sanki bir yaz uzantısı. Daha da şiirli üstelik. Toprakta en küçük bir üşümüşlük, tedirginlik yok. Seslerin yankısı havada asılı kalıyordu. Boğaz ve Marmara ütülü çarşaf gibi kırışıksız. Ahmed Kutsi Tecer‘in bir deyimi ile, sanki kenarından tutup çekseniz ucunda oyma gibi birtakım kıyılar, adalar, adacıklar gelecek. Şu İngilizler iyi oturttular doğrusu köprüyü tam yerine. Ne kadar iyi uyuşuyor toprakla suyla. Tam bir İngiliz centilmeni gibi. Hiç öne çıkmadan tamamlıyor tümü. Saygılı, yumuşak, hem var, hem yok. Hafif de bir sis vardı. Biraz bu sisin, biraz da batmakta olan güneşin iltiması ile altımızda uzanan kent derli toplu, temiz bile görünüyordu. 

Güzelliği o kadar güçlü ki, ne kadar çabalasak çirkinleştiremiyoruz İstanbul’u, dedi, içimizden birisi. 

Çamlıca’dan Küplüce mezarlığına doğru bir keçi yolu uzanır. Ahmed Hamdi Tanpınar‘ın bu yolu ilk keşfettiği günkü sevincini ve heyecanını unutamam. Yine böyle yazımsı bir şubat günü bu vâdinin kıvrımları arasında yürürken, doğanın insanı bazen dişisel bir varlık gibi etkileyebildiğine tanık olmuştu. Fakültede beni buldu. 

Çabuk bana Giorgione’nin Venüsünü bul getir, dedi. 

Dediğini yaptım. Ressamın çıplak Venüsünü neden Küplüce‘dekine benzer bir doğa içine yatırdığını ikimiz de o gün daha iyi anlamıştık. Doğayı biz en iyi ressamların, ozanların, romancıların aracılığı ile görmeyi öğreniyoruz. Bana Küplüce yoluna bakmayı Ahmed Hamdi Tanpınar dostum, ona da Giorgione öğretmişti. 

İstanbul‘a kaç çeşit bakılır? Herkes ona kendi penceresinden bakar. Üstelik herkesin sevdiği ayrı bir yer vardır. Alerjisi olan yerler de vardır. Örneğin Sait Faik, Çamlıca‘yı ve Suadiye‘yi nedense hiç mi hiç sevmezdi. Abdülhak Şinasi ise, Boğaz‘ın olduğu gibi Çamlıca‘nın da tutkunu idi. Fikret, Rumelihisarı‘nın tepelerini severmiş. Ahmed Vefik Paşa da öyle. Sanatçı olmaya gerek yok, herkes, hepimiz kendi anılarımızı saklayan semtlere iltimas ederiz. 

Ben bu bakımdan kendimi biraz şanslı görürüm. “Ahrette iman, dünyada mekân” sözünün, evsizlik canına tak etmiş biri tarafından atıldığı ve bir ölçüde gerçeği de oldukça yansıttığı kabul edilse bile, ev sahibi olmanın da bazı sakıncaları yok değildir. İnsanı bir yere mıhlar ister istemez. Ben ebedî kiracılığın hiç değilse bu avantajını tattım. Geçende hesapladım. Bu sihirli kentin tam yirmi ayrı semtinde oturmuşum zaman zaman. Bir sevgilinin kolunu, boynunu, yüzünü, bileklerini, ellerini ayrı ayrı sever gibi. Beylerbeyi, Üsküdar, Bebek, Gedikpaşa, Cağaloğlu, Saraçhanebaşı, Büyükada, Maltepe, Yeşilköy, Osmanbey, Şişli, Feneryolu, Göztepe, Çiftehavuzlar, Erenköy, Cevizli, Küçükyalı, Bahariye, Moda, Mühürdar yaşamımın yıllarını, yaşantılarını paylaşan yerler. Bir de bunlara Beyoğlu‘nun göbeğinde yatılı okulda geçirdiğim on iki yılı eklemek gerek. 

Ced be ced İstanbullu olanlar, İstanbul‘un çok semtinde oturmuş olanlar, bir çeşit İstanbul ve İstanbullu uzmanı sayılırlar. Eskiden bir tadımda İstanbul‘un yirmi çeşit içme suyunu : 

-Bu Hamidiye, bu Taşdelen, bu Çırçır, bu Sırmakeş, diye ayırt edebilen damak uzmanları varmış. Onun gibi İstanbul ve İstanbullu uzmanları da her semtin orada oturanlara sindirdiği ortak nitelikleri, onların âdeta dalga uzunluklarından sezer, ayırt edebilirler. Üsküdarlının Kadıköylüden dağlar kadar farklı olduğunu, bir Karagümrüklünün bir Topkapılıya benzemediğini çok iyi bilirler. Ben de eskiden kalıbına kıyafetine, bakışına, konuşma ve düşünme tarzına, el ve kol hareketlerine, yürüyüşüne bakıp şu Nişantaşılı, şu Edirnekapılı, şu Beykozlu, şu Anadoluhisarlı diye teşhisler koyardım. Yüzde seksen de tutardı. Şimdilerde bu melekem kalmadı. Daha doğrusu bu semtlerde oturanlarda bu ortak nitelikler kalmadı. Çünkü o nitelikleri insanlara, çevresinin dekoru, yani evleri, sokakları, bahçeleri, o semtin yerleşmiş eski kuşakları ve onların koşullandırmaları sindirirdi. Şimdi bu semtlerin ne eski dekoru kaldı, ne de eski sakinleri. Eski evler, eski yalılar yerlerini kapkaçcı blok apartmanlara, eski otokton kuşaklar yerlerini İstanbul‘a yeni göç eden taşralı yurttaşlara bıraktı. Eskiden Boğazı Boğaz yapan çevresel nitelikler gün günden kayboldu, kaybolmakta. Abdülhak Şinasi Hisar, Boğaz insanları ya öldüler, ya kıyıda köşede kaldılar, der. 

İstanbul havadan02

Belki de eskiyip kav gibi kuruduklarından olacak (!) ay geçmiyor ki o eski yalılardan biri daha, bir kaza kontağı ile ateş almasın. Ve yıl geçmiyor ki bunların yerine beton koloslar yükselmesin. Bunların gölgesinde ve gürültüsünde yetişecek yeni Boğazlı kuşaklar eskilere elbet benzemiyor. Benzemeyecek. 

Yaşam değişimdir, gelişimdir. Her şey gibi İstanbul da gün günden değişiyor. Ne var ki iyiye doğru, güzele doğru gideceğine gerisin geriye, kötüye doğru, pisliğe doğru, bakımsızlığa, estetiksizliğe doğru iteleniyor. 

Bir zaman gelecek, Yahya Kemal‘in Üsküdar’ı, Abdülhak Şinasi‘nin Çamlıca’sı, Orhan Veli‘nin, Bedri Rahmi‘nin, Ahmed Hamdi’nin İstanbul’u eski estamplar gibi ancak nostalji ile anımsanacak. Üstelik İstanbul‘a onlar gibi bakanlar da azaldı. 

Evet ne diyordum, geçen pazar Çamlıca‘ya çıktık. Kasım başı gibiydi. Sanki yaz uzantısı. Daha da şiirli üstelik. Hafif de bir sis vardı. Seslerin yankısı havada asılı kalıyordu, falan falan… 

Ve Büyük Çamlıca‘nın kornişinde sıra sıra park etmiş son model özel arabalar duruyordu. Mutlu İstanbul‘un mutlu tabakası bu tepeden düş gibi inanılmaz bir akşam üstü, dukalıklarının sihirli kentini seyre gelmişlerdi. Arabalarının yanından geçerken maç spikerinin heyecanlı sesi geliyordu. Kimisi de politika konuşuyordu. Bir kısmı karı-koca ya da sevgili tartışmaları içinde idiler. Pazar günleri bu çeşit tartışmalar daha çok oluyormuş diyor uzmanlar. Kendini doğaya şöyle tümü ile veren herhalde pek azdı. Belki henüz naiflik çağında bir iki genç kız, üç-dört orta yaşlı, birkaç da eski İstanbul tiryakisi, o kadar. Çoğunun birikim depolarında ne Fikret vardı, ne Sait, ne Orhan Veli, ne Yahya Kemal… O depolar düzayak ve güncel yavanlıklar dolu idi. Onlardan baş alıp “Her şey bir yana, doğa bir yana. Şimdi doğa saatim, başka şeye evde yokum” diyemiyorlardı. Dünyanın en güzel kentinin en güzel bir tepesinden, son model arabalarının içinden, Marmara‘ ya ve Burgaz‘a çemiş çemiş bakıyorlardı. 

Biz ki, bakmayı çok iyi bilen bir millettik. Genel hoyratlık ve yavanlık içinde, bakılacak bunca güzel şeyler ortasında bakmayı bile unuttuk. 

27 Şubat 1977 

Haldun Taner

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.