Gençlik ve yenilik kardeş kavramlardır; birbirini çağrıştırır, tetikleler, güçlendirirler. Büyük maddi ve manevi altüst oluşların, beklenmedik kırılma ve kopuşların yaşanmadığı, hayatın olağan, evrimsel akışında yenilik ve gençlik, daha çok birbirine..
Gençlik ve yenilik kardeş kavramlardır; birbirini çağrıştırır, tetikleler, güçlendirirler. Büyük maddi ve manevi altüst oluşların, beklenmedik kırılma ve kopuşların yaşanmadığı, hayatın olağan, evrimsel akışında yenilik ve gençlik, daha çok birbirine koşut, örtüşen bir seyir izler. Gençlik genellikle yenilikçidir; yeni şeyleri öğrenmeye ve benimsemeye, ilerici ve devrimci fikir ve eğilimlere yatkındır. Bu bağlamda, gençlerle ebeveynler ve genel olarak yaşlı kuşak arasındaki çatışmanın odağında, içinde gençliğe özgü bir çok aşırılıklar olsa da, yenilikler karşısında yaşlı kuşağın, biraz da bilgi yetersizliğinden, cehaletten ve önyargılardan kaynaklanan tutucu direnişlerinin olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Peki, her zaman bu böyle midir? Mutlak geçerli bir kural mıdır, gençlik ve yenilik arasındaki bu ilişki? Başka deyişle, gençler daha yenilikçi ve ilerici, yaşlılar ise daha tutucu ve gerici midir her zaman? Örneğin Kemalist Devrimin, Cumhuriyet’in ilke ve değerlerini daha iyi özümlemiş olan ve daha kararlıca savunan yaşlı kuşak, bugün yaşadığımız sürecin gerçek devrimci dinamikleri açısından daha ileri(ci) ve yenilikçi olamaz mı, aslında öyle de değil mi? Ayrıca yeni nedir, “yeni olarak sunulan her şey her zaman ilerici, özgürleştirici bir nitelik mi taşır? Hep zamansal olarak geri(ci) ve tutucu olandan sonra gelen midir? Ya da eski yanlış, baskıcı, yeni doğru ve özgürlükçü müdür?
Bu konuda, geleneksel-tutucu ve çağdaş-ilerici bir çok insan ciddi çelişkilere ve tutarsızlıklara düşmekte. Hatta neyin yeni ve ileri neyin eski ve geri olduğu noktasında tam bir kültürel kaos yaşanıyor günümüzde. Kuşkusuz bu hatalı yaklaşımların gerisinde, en başta tarihe, toplumsal gelişmelere mekanik, düz çizgisel ve sığ bakış açısı vardır. Oysa, tarih ve toplumların gelişimi, zikzaklar ve dolambaçlar içerir. En genel anlamda helezoniktir; bazen Türkiye’de olduğu gibi iki ileri bir geri, Afganistan’da olduğu gibi bir ileri iki geri seyir izleyebilir.
***
Son yıllarda sık sık gündeme getirilen “Y kuşağı”, “Z kuşağı” tanımlamaları, gençliğin önemli-önemsiz bazı kuşak özelliklerine -o da kendine özgü nitelikleriyle gerçekten varsa- gerçek dışı, mucizevi anlamlar ve işlevler yüklüyor. Bunlar gerçeği ne kadar doğru yansıtıyor? Yoksa, egemen sınıfların geçmişte de sık sık başvurduğu klasik bir bilinç çarpıtma ve devşirme hilesi olarak, toplumdaki sınıfsal ve ideolojik-kültürel gerçek kamplaşmayı gizlemenin bir örtüsünü mü oluşturuyor bu? Özellikle küresel Batı merkezli kavramlaştırmalarla ambalajlanıp sunulan, örneğin “Z kuşağı” tanımlaması, şişirilmiş, abartılı vurgularla gerçeği çarpıtan bir niteliğe sahip değil mi?
Kısmen “Y kuşağı” için de gündeme getirilen, “yaratıcı”, “özgür ruhlu”, “kandırılamayan”, “sınır tanımayan”, bireyci, zeki, dünyadaki her şeyden haberdar, girişken, kendine güvenen … vb tanımlamalarıyla “Z kuşağı”nın “karakteristik özellikleri”nin oluşmasında, küreselleşmenin alameti farikası iletişim araçlarının, internet, cep telefonu ve tv’lerin tayin edici rolü olduğu zaten genel bir kabul oluşturuyor. Bu bağlamda “iletişim çağı”na özgü bu özelliklerin öne çıkarılmasında, küreselci Batı merkezli kültür oluşturucu odakların büyük ölçüde belirleyici olduğunu söyleyebiliriz.
Ayrıca çok önemli bir nokta da şudur: Yaratıcılığın, zekanın, özgür ruhlu olmanın, ulusal, toplumsal ve insani amaçlarla hiç bir bağı yoksa ne yapacağız? Hatta, fazlasıyla zeki, yaratıcı ve özgür ruhlu vurguncu, sahtekar, hırsız ve yalancı gururla cirit atıyorsa dünyamızda, topluma ve insana karşı da kullanılabilen bu yetenekleri tek başına vurgulamanın bir değeri var mı?
Başka deyişle, -farkında veya değil- Y ve Z kuşağının ya da onlar adına konuşanların, “eskilere” karşı, “siz bizi anlamak istemiyorsunuz”, “iletişim çağında yaşıyoruz”, her türlü bilgiye bir tıkla ulaşılabiliyor artık… vb diyerek “yenilik” olarak savunduklarına yenilik denemez. Çünkü bunlar, Türkiye’nin, ulusal ve toplumsal ihtiyaçlarına ve kendi özgün gelişme dinamiklerine dayanan, toplumu ve bireyi geliştiren, özgürleştiren şeyler değildir. Aksine çoğunlukla emperyalizm güdümlü bu bilgilerin, ulusal değerleri, ulusal kimliği çarpıtan, yozlaştıran içeriği görmezden geliniyor. Oysa bütün bunların, Cumhuriyet yurttaşını kullaştıran ve sonuçta emperyalizm ve işbirleri için kullanışlı “zekalar”a, ulusun özgürlüğüne burun kıvıran kullanışlı “özgür ruhlu” birey(ci)lere dönüştüren şeyler olduğu görmemek olanaksız.
Evet, kısman “Y kuşağı” da dahil “Z kuşağı”nın ayırdedici ve biricik “yenilikçi” özelliğini oluşturan şey, iletişim teknolojisini kullanma ustalığı ve buna bağlı olarak, dünya ile ilgili, ama fazla bir özgünlüğü olmayan -çünkü özgünlük derin bir bilgiyle elde edilir-, hatta uydurma, yalan, hurafe niteliğindeki bilgilere ulaşma üstünlüğüdür. Buradaki yalan, uydurma yani kirli bilgiler çok önemlidir; çünkü bu iletişim araçlarının kumandası, mafyalaşmış kapitalizmin merkezi ABD’nin büyük tekellerinin elindedir. Ve bilgiye ulaşmada olağanüstü olanaklar sunan bu “bilgi çağı” teknolojisinin tuzakları karşısında gençliğimiz şu anda büyük çıkmazların, belirsizlik ve bocalamanın içindedir. Ve ne yazık ki büyük gençlik kitlesinin kirli, yalan, sahte bilgiyle gerçeği ve bilimsel bilgiyi, bu bilginin ulusal ve toplumsal ideallerle uyumunu, yani onların hizmetine sunulmasını sağlayacak bir bilince ve iradeye yeterince sahip olmadığını söyleyebiliriz.
Demek ki, “Z kuşağı” ile ilgili bütün plan, proje ve yaldızlı söylemlerin arkasında, Batı güdümlü, mandacı bir kuşak yaratma ve Türkiye’nin geleceğini şimdiden teslim alma amacının yattığını bilmek zorundayız. Çünkü bütün o abartılı “yaratıcı”, “özgür ruhlu”, “kandırılamayan” türü tanımlamalar, emperyalizmin “kullanılabilir zeka”ları devşirme veya imal etme planlarına işaret etmektedir.
***
Görüştüğüm, tartıştığım bir çok arkadaş ya da ebeveyn, “iletişim çağı” gençliğinin yukarıdaki -biraz da fikri planda başedemedikleri ve etkileyemedikleri çocuklarının- özelliklerini, -sanki başarısızlıklarını örtbas edercesine- bir ilerilik, üstün zekalık ve meziyet ölçütü olarak övmeye, yüceltmeye çalışmaktalar. Oysa kanımca buradaki büyük oyun, hile görülmüyor. Toplumsal, ulusal ve vatana karşı duyarlılık ve sorumluluk boyutu olmayan ve görmezden gelinen bu meziyetleri parlatmakla büyük bir yanılgıya düşülüyor. Başkalarının bazı üstünlüklerini hak etmediği ölçüde yüceltmek, aslında kendi kusur ve eksikliklerimizi örtmekten başka bir şey değildir.
Küresel karşıdevrim projesinin büyük yalanlarının temelini oluşturan asıl tuzak nedir? Şudur: İçeriği gericilik, çürüme ve yozlaşma olan her şeyin görünüşte ilerici, yenilikçi olarak pazarlanması. Modern çağın ilerici, devrimci kavramları, örneğin “yenilik”, “ilerleme”, “değişim-dönüşüm”, “özgürleşme” kavramları önce sahteleştirilip sonra da yaldızlanarak, özellikle bizim gibi ülkelerdeki yenilik, değişim özlemi içindeki insanlara, aydınlara ve en başta gençliğe şırınga ediliyor, dayatılıyor.
Buradaki çağdaş, ilerici, özgürlükçü niyetlerinde samimiyeti tartışmasız Cumhuriyetçi, Atatürkçü çevrelerin düştüğü yanılgının özünü, Batı’dan gelen her şeyin, yenilikçi, ilerici ve modern olduğuna peşinen inanmak oluşturuyor. Kuşkusuz bu da, Atatürkçülüğü Batılılaşma, Batı’yla bütünleşme olarak algılayan Tanzimatçı-mandacı zihniyetle, ya da o zihniyetten kopamamakla bağlantılı. Oysa Batı’nın bu kültürel ilerilik ayrıcalığı, 20. yüzyılın başlarında çoktan sona ermiştir; emperyalist bir ikiyüzlülüğe, sahte bir modernleşmeye ve uygarlaşmaya dönüşmüştür. Ama yine de 80’lere kadar Batı’da, çağdaş kamuoyunda çok etkili olan ilerici dinamiklerin, işçi sınıfı ve sosyalistlerin hatırına, bazı ilerici, yenilikçi gelişmeler yaşanmıyor değildi.
Ama özellikle 1980’lerden itibaren, son kırk yılda bütün değerler, kavramlar tersi bir anlama ve işleve dönüştürüldü. Modernleşme, eşitlik, özgürlük, kardeşlik adına üretilen bütün söylem ve eylemlerin silme sahtelik ve düzenbazlık olduğu ortaya çıktı. O nedenle, zihinsel tembellikle malül, yeni gelişmeleri yeterli derinlikte incelemeyen, “akıllı” telf ve tv’den edindiği sığ ve çarpık-yalan bilgilerle yetinen ve gençliğe de böyle örnek olan aydın ve yurttaşımız ciddi bir körlük ve aymazlık içindedir. Yaşanmakta olan ve Atlantik’ten Asya’ya kayan büyük uygarlık değişiminin, bunun getirdiği değerler ve ölçütler kırılmasının boyutları görülemiyor, görülmek istenmiyor. Ya da alışılmışın ve ezberlenmişin kör kapanında dolap beygiri gibi dolanıp duruluyor.
Evet, merkezin Avrupa ve Atlantikten Asya’ya kaydığı büyük bir bir uygarlık dönüşümünün girdabında yaşıyoruz. Bu stratejik değişim ve kırılmalar sürecinde oluşan düşünsel, siyasal ve kültürel altüst oluşlar, ters akıntılar, alaboralar, girdaplar kaçınılmazdır. Bu süreçte yaşanan yanılgı, şaşkınlık ve hayal kırıklıkları, tıpkı son derece virajlı dağ yollarında, gerçekte batıya doğru gidilirken doğuya doğru gidildiği serabını yaratır. Dahası, Batı ve Doğu konusundaki sığ bilgi ve yaklaşımları da dikkate alırsak, ve günümüzde internet üzerinden gençliğin elinde bu konuda, derinlikli ve kapsamlı bir birikim olmadan, son derece zor çözümlenecek bir bilgi yığını varken, iş daha da çapraşık hale gelmektedir. Ayrıca sözkonusu karmaşıklığa, sahtelik ve yapaylığa, iktidarın sahte Batı karşıtlığını ve muhalefetin de sahte Atatürkçülüğünü eklediğimizde, at izinin it izine karıştığı her şey tadından yenilmez hale geliyor.
Küresel merkezli ve İhvancı-takiyyeci iktidar odaklı sahtelikler, yalanlar ve algı düzenbazlıklarıyla zihni, düşünsel ve estetik yetileri allak bullak edilen gençlik, neyin ileri neyin geri, neyin yeni neyin eski, neyin milli neyin gayrimilli, neyin doğru neyin yanlış, neyin güzel neyin çirkin ve ahlaksız olduğunu çözemez hale gelmiştir. Gelecekle ilgili karamsarlığın kökeninde belki de iş bulmak kadar önemli, onları, direnme ve yaşamı değiştirme mücadelesinden alıkoyan bu etkenler vardır. Gençliğin bir çok şeye inancını yitirmesinde sözkonusu düşünsel kaosun ve değerler çürümesinin büyük rolü olduğu kesindir. Kuşkusuz başta iş bulmak gibi yaşamsal etkenlerin, bu düşünsel, ahlaki değerler kaosunun üstüne tüy dikmesiyle, Türkiye’de iş bulma olanağı olsun-olmasın, üniversite mezunu gençliğin % 65-70 gibi önemli bir kitlesinin Türkiye’nin geleceği konusunda karamsarlığı nedeniyle yurt dışına gitmeyi düşünmesi, sanırım geleceğimizle ilgili en önemli, en düşündürücü tartışma konularından birini oluşturuyor.
Hemen belirtelim ki, bireysel gerekçeler ne kadar haklı görünürse görünsün, bu ruh halindeki bir gençlik, Türkiye’nin ilerici, devrimci, vatansever Cumhuriyet gençliği geleneğinden büyük ölçüde kopma, ona yabancılaşma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Yabancılaşmanın temelinde, özellikle liberal çevrelerin ve yanılgı içindeki anne-babaların kırk yıldır övgüler düzüp yücelttikleri sahte “özgürlükçü” bireycileşme vardır. Sonuçta, yüksek kazanç ve lüks yaşam peşinde koşmanın birincil amaç/ideal haline gelmesi, böylece bireysel çıkarların ulusun ve vatanın çıkarlarının önüne geçmesi, sözkonusu tablonun kaçınılmaz sonucudur.
Kısacası, geldiğimiz tarihsel dönemeçte Cumhuriyetçi orta yaşlı-yaşlı kuşağın da gençliğin de içine düştüğü düşünsel-kültürel kaosun ve girdabın yarattığı büyük tuzakların dışına çıkmak ve gerçekleri, doğru çözüm yollarını bulmak yaşamsal önem taşımaktadır.
***
Gençlik deyince hiç kuşkusuz, henüz kirlenmemiş zihni ve yüreğiyle toplumsal ve insani ideallere ve sorunlara karşı daha duyarlı, gönülden bağlanan, gerektiğinde özveride bulunan, haksızlıklara ve adaletsizliklere karşı tepkisini, hiç bir çıkar gözetmeksizin doğrudan ortaya koyabilen, en azından bu potansiyeli taşıyan bir toplumsal kesim akla gelir. Onun, kanı kaynayan, hesapsız, ikiyüzlülükten uzak, kirlenmemiş doğal-çocuksu duyarlılığı, büyük çoğunluğunun lise ve üniversite eğitim-öğretiminde aldığı bilimsel eğitim ve çağdaş ahlaki değerlerle birleşince daha da nitelikli ve anlamlı hale gelmektedir. Ayrıca Türk gençliğinin Jön Türklere dayanan çok önemli ve ayrıcalıklı bir özelliği daha vardır: 1980’lere kadarki bütün büyük devrimci atılımlarda aktif ve belirleyici rol oynamıştır.
Peki, bu genel tanımlama ve Türk gençliğine özgü nitelikler değişti mi? Ulusal ve toplumsal konularda kitlesel eylemliliklerle ortaya konan devrimci duyarlılık, küreselci karşıdevrimin iletişimsel sahtelikler, masallar ve yalanlar çarkında öğütülüp yok mu edildi? Değiştiyse, bu değişimin nedeni ne ve nasıl gerçekleşti? Değişmediyse, Türkiye’nin en karanlık, en kirli, en adaletsiz ve riyakar, en ahlak dışı ve en aşağılanmış dönemini yaşadığı günümüzde 2008 ve 2013’lerdeki, Cumhuriyet Mitingleri ve Gezi Direnişindeki gibi kendini ortaya koyması, varlığını göstermesi gerekmez mi? Evet, haksızlık ve adaletsizliklere karşı yer yer isyan duygusunun kıvılcımlarını görmekteyiz. Geçtiğimiz günlerde, İTÜ’nün mezuniyet töreninde sınıf birincisinin kunuşması ve uzun süren alkışlanması, dipten mayalanan kitlesel bir dalganın büyümekte olduğuna bir işaret gibi. Benzer bir eylem sanırım daha önceki Deniz Harp Okulu mezuniyetinde de gerçekleşti.
***
Bu belirtiler tünelin ucundaki ışığa işaret eder gibi olsa da sorumuz hâlâ geçerliğini koruyor. Kaygım ve eleştirim şudur: Günümüzde, Cumhuriyetçi ulusal ve devrimci mücadelenin asıl büyük kitlesini ve enerjisini oluşturan, oluşturması gereken 40’ından önceki genç ve alt-orta kuşağın iletişim araçlarına, sosyal medyaya dayanan ve güvenen mücadele anlayışı ve tarzınadır. Sanki her şeyin sosyal medya ve kısmen çok seyrek gerçekleşen ve pek risk taşımayan yukarıdaki tür açıklamalarla çözülebileceğine inanan bir anlayış… Tam da burada, gerçeğin yerine sanalın, yapay olanın geçtiği küreselci bir yanılsama sözkonusudur. Hatta giderek gerçekle yalanın, haklı ile haksızın birbirine karıştığı algısal bir karmaşa, bir girdap oluşmuştur.
Evet, sözkonusu iletişim araçları haberleşme ve bilgi alışverişi açısından son derece önemlidir. Ancak bu olanaklar, bu haberleşme ve bilgi alışverişi asıl mücadelenin kendisi değildir ve asla olamaz. Bu alanı asıl mücadele alanı olarak görmek, büyük bir yanılgıdır, kolaycılıktır; söz oyunlarını, söz ustalığını, imge, deyim yaratıcılığını gerçeğin yerine koyan postmodern anlayışın bir yansıması ve tuzağıdır bu. Zahmetsiz, kolay, ucuz bir mücadele biçimidir; sonuçları da ucuz, günü kurtarıcı ve aldatıcıdır; kalıcı hiç bir sonuç getirmez. Üstelik, iletişimin ve iletişim üzerinden örgütlenen ortak tepkinin bu kadar yüksek olduğu bir dönemde bile, yaşanan olgular kanıtlamıştır ki, egemenleri caydırmanın, geriletmenin ve sonuç almanın en etkili yolu, meydanlara çıkıp eylemli bir şekilde sayısal gücü göstermekten geçmektedir. Bunun da ilk adımı örgütlenmektir, ya da kitlesel mücadeleyle örgütlenmeyi birleştirmektir. 2011’de Mısır’da Tahrir meydanı eylemleri tam da bunu kanıtlıyor: İletişimi en geniş bir biçimde kullanmak, ama mutlaka meydanlara örgütlü bir şekilde çıkıp bilgiyi bilince ve kuvvete dönüştürmek!..
İçinde bulunduğumuz karşıdevrim döneminde, gençliğe yakışan tavır ve davranışa, TGB’nin, büyük 68 geleneğinin mirasçısı olma yeteneğini gösterdiği 2015-2016’lara kadarki izlediği devrimci çizgi, her bakımdan, dile getirmeye çalıştığımız beklentiler için olumlu bir örnektir. TGB’nin son 5 yıllık pratiği ise, VP Genel Başkanı ve merkezinin müdahalelerine karşı özerkliğini, bağımsızlığını koruyamaması ve en sonunda izlediği AKP yandaşı çizgiyle erimesi ve etkisini sıfıra indirmesidir. Öte yandan, geniş bir Atatürkçü, Cumhuriyetçi yurttaşta büyük hayal kırıklığına yol açan bu kırılma, bu dramatik deneyim ve sonuçları, hangi siyaset ve duruşun gençliği kitlesel olarak kucaklayabileceği ve tersinin de kaçınılmaz bir kopuşa yol açacağının son derece öğretici bir dersidir. O nedenle bugün de Atatürkçü yurtsever devrimci gençlik için ihtiyaç olan enerji ve ruh, 68 geleneğindedir. Ve o gelenek ve ruhun taşıyıcılarının yolu, AKP yandaşlığından, AKP kuyrukçuluğundan arınmış bir TGB ruhunu ve eylemli çizgisini canlandırmaktan geçmektedir.
Bir 68’li olarak, hiç de o dönemin özel koşullarına ve arkasındaki gerek ulusal gerekse uluslararası devrimci dalgasına sığınmaya ihtiyaç duymadan gerçekçi ve haklı beklentimi vurgulamak zorundayım. Atatürk’un Gençliğe Hitabe ve Bursa Nutku’nda belirttiği gibi, koşullar ne olursa olsun her dönem baskı ve zulme, büyük adaletsizliklere karşı başkaldırmak, gençliğin var oluş koşuludur, görevidir. Ve bugün, toplumsal konumundan ve karakterinden gelen görevini bilince çıkarmak ve ona uygun davranmak durumundadır. Evet, tam da böylesi bir dönemi yaşamaktayız.
Mehmet Ulusoy
Eylül 2021
NOT: Tam, makalemi bitirmiş, yayına göndermek üzereyken üniversiteli gençlerin fahiş konut fiatlarına karşı, temel bir hak olan ulaşılabilir barınma hakkı için parklarda çadır eylemleri çıkageldi. Dip dalgası yüzeye çıkıyor, ışık göz kırpmaya başladı!..
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.