Öfke genellikle yerilir, akıllılığın bir dışavurumu olarak soğukkanlılık yüceltilir… Aklıselim, sükunet ve sabır öğüdünde bulunulur… Öfkeyle kalkan zarara oturur denir… Eyvallah… Ama bir sorun var, önemli bir düğüm, hatta kördüğüm..
Öfke genellikle yerilir, akıllılığın bir dışavurumu olarak soğukkanlılık yüceltilir… Aklıselim, sükunet ve sabır öğüdünde bulunulur… Öfkeyle kalkan zarara oturur denir… Eyvallah… Ama bir sorun var, önemli bir düğüm, hatta kördüğüm var çözülmesi gereken. Her öfke kötü ve zararlı mıdır? Öfkelenen insan hep haksız ya da yanlış tarafı mı gösterir? Ya da öfkelenmek, yanlışlığın, haksızlığın ölçütü müdür? Hele, İnsan ruhunun, duygu ve düşünce dünyasının, insani değerlerin büyük bir kirlenme yaşadığı günümüzde… Üstelik insanı insan yapan, insana has doğal niteliklerin, değerlerin yerine yapay insanın -yapay zekanın- konulduğu içinde yaşadığımız dünya gerçekliğinden bakmaya çalışırsak ne görürüz gerçekten?.. Ve daha kapsayıcı bir soru: Neden bazı düşünürler çağımızı bir “öfke çağı” olarak tanımlıyor?
Tekrar soralım: Duyguları köreltilmiş, sinirleri alınmış, adeta programlanmış, hesaplı ve sinsi, en dehşet verici, kan dondurucu durumda bile “soğukkanlı”, ruhsuz ve duygusuz kapitalizmin bencil ideal insanı mı?.. Yoksa, aklını, bilimi en üst düzeyde benimseyip kullanmasına karşın, insanlığını korumak için duyarlı, vicdanlı, cenaze ağıtçıları gibi rol icabı, ısmarlama değil yürekten ağlayan ve üzülen, paylaşan, sevinen ve yeri geldiğinde öfkelenen ve isyan etmenin bütün ruhsal ve davranışsal biçimlerini taşıyan doğal/organik gerçek insan mı? Hangisidir bugün de gelecekte de insan?…
İnsanlık tam da bu noktada, bu eksende iki karşıt karakterin ve davranışın -bunu devletler düzeyinde siyaset tarzıyla tamamlayabiliriz- başat rol oynadığı bir uygarlıklar ve kültürler çatışması içinde kıvranmıyor mu? Oradan oraya hakikat, kimlik ve kişilik arayışıyla savrulup durmuyor mu; haklı kim, doğru kim, gerçek nedir diye…
Özellikle son kırk yılın “küreselleşme çağı”nda değerlerin alabora olduğu, çarpıtıldığı ve sahteleştirildiği Anglo-Sakson merkezli binbir dalavere içeren oyun sahnesinde doğal-insani değerler bir varoluş sınavı vermiyor mu? Bu bağlamda, görünüşte Rusya-Ukrayna arasında, ama gerçekte Rusya ile ABD/NATO arasında çok boyutlu ve emperyalizmin “uygarlık” adına, “özgürlük” yalanlarıyla her türlü ahlak dışılığı meşru hale getirdiği günümüzün en büyük gerçeği değil mi?
Bu çok boyutlu, çok katmanlı melez savaşın geri planının, gerçek niyet ve sorunların incelenmesi insanlığın geleceğine ışık tutacak niteliktedir.
***
Daha derin bir perspektifle bakıldığında, ABD merkezli Batı ile Rusya ve Çin’in odağında olduğu Avrasya arasında yaşanan bir uygarlıklar savaşıdır sözkonusu olan. Burada can alıcı sorun, belirleyici strateji ve siyasetlerde, aklın, bilimin ve sanatın sınır tanımaz bir ikiyüzlülük ve düzenbazlıkla, hilebazlık ve yalanın emrinde kirletiliyor olmasıdır. 80 yıldır CIA’nın laboratuarlarında üretilen psikolojik savaşın insanlık dışı türlü taktik ve hilelerin, inanılmaz yalanların gerçekmiş gibi yutturulmaya çalışıldığı propaganda tekniklerinin daha da inceltilmiş olarak bir üst düzeyde uygulandığına tanık oluyoruz. İletişim kanalları ve medya üzerinden yaratılan kirli algılar girdabında, alabildiğine zorlaştırılmış olan haklı ve haksızın ayırdedilmesi, netleştirilmesi insani bir zorunluluk haline gelmiştir. Gerçeğin sürgün edildiği, yerini kirli, sahte bilgi ve görüntülerle imal edilen sanal -yalan- bir dünyanın aldığı, at izinin it izine karıştığı tozduman bir alemdeyiz…
Bu akılalmaz, kahredici gerçeklik tablosunda, düşünme ve görebilme yetisini koruyabilen bir insanın, bir aydının ve sanatçının tavrı ne olmalı? İster bireysel, ister siyaset ve diplomasi düzeyinde olsun, ABD merkezli büyük yalanlar, sahtelikler ve ikiyüzlülükler karşısında, kişinin güçlüye yaltaklanarak ya da susarak gününü kurtarması ahlaki midir? İnsani ve vicdani duyarlılıktan kaynaklanan doğal, öfkeli tepki ile, öğretilmiş, ruhsuz, soğukkanlı ve pişkin tepkiyi, daha doğrusu kaypak ve dalkavukça bir suskunluğu rahatlıkla sezip ayırdetmek mümkün değil mi?
İnsani öfke ile pişkince ve ruhsuz bir soğukkanlılık, iki farklı uygarlık değerlerinin, doğal insan ile ruhsuzlaşmış insan karakterleri arasındaki karşıtlıkların öne çıkan tipik, simgesel davranış biçimleridir. Kuşkusuz bu, öfkelenen insanın hiç bir zaman soğukkanlı, soğukkanlı insanın öfkeli olmayacağı anlamına gelmez. Tartışma konumuz, köhnemiş, çöken ve çürüyen uygarlıklarla yükselen, yeniyi ve ileriyi temsil eden uygarlıklardaki başat, egemen karakterlerin ne olduğu sorunudur.
Buradaki öfkenin, elbette toplumsal, insani bir derinliği ve anlamı vardır. Hemen yanıbaşında aklı ve bilimi, sağduyuyu en üst düzeyde taşıyan nitelikli, anlamlı bir öfkedir bu. Siz buna Tanrısal, ilahi öfke de diyebilirsiniz. Antik Roma’nın büyük düşünürlerinden Pablicius Syrus’un “Bilge kişi geç ama şiddetli öfke duyar” sözü, nitelikli öfkenin en özlü anlatımıdır. Bizim kültürümüzde bu, “Yumuşak atın tekmesi pek olur” biçiminde dile gelir. Bilindiği gibi at, sadakat ve dostluğun yanında bilgeliğin de simgesidir.
Evet, bu kadar büyük ahlaki kirlenme karşısında öfkelenmek bir erdem, soylu bir davranış haline gelmiştir. Ayrıca unutulmasın arının ağzındaki bal, kıçındaki iğnesiyle birlikte vardır. Bütün adalet, özgürlük, özgünlük ve bağımsızlıkların hemen yanıbaşında koruyucu bir kılıç yer alır.
Bu tavrın, davranışın gerisinde, uzun bir sabır, mümkünse iyiye yorma ve uzlaşma süreci vardır. Bilgece alttan almanın, anlayış gösterme ve uzlaşma çabalarının sonuna gelindiği, yani “sözün bittiği” belli bir noktadan sonra “öfke” ve “tekme” kaçınılmaz olmaktadır. Sahtelikle, yalanlar ve ikiyüzlülüklerle, kalleşliklerle kurgulanmış yalanlar oyununu bozmak için tek seçenek “zor”dur artık. “Zor, oyunu bozar” sözü tam da bu anlar için söylenmiştir.
***
Tekrar öfke ile, mafyatik emperyalizmin ikiyüzlülük okulunda öğrenilmiş soğukkanlılık arasındaki karşıtlığa gelelim… Öfkenin, kısa bir akıl yürütme ve en kaba genellemeyle zararlı ve yararlı olmak üzere ikili bir nitelik taşıdığını söyleyebiliriz. Her insanın sıkça yaşadığı, daha çok mazlumlara, savunmasızlara, çocuklara yönelik haksız öfke ve şiddet ile, zulme, haksızlığa, adaletsizliğe yönelik haklı öfke ve şiddetin farkını kim bilmez. Kendi halkına kızan, onları aşağılayan kibirli iktidar sahiplerinin öfkesiyle, güçlüye, zalime, adaleletsize kızıp isyan edenin öfkesi arasında dağlar kadar fark vardır.
Toplumların büyük değişim ve dönüşüm geçirdiği derin altüst oluş süreçlerinde değer ve kavramlar da köklü anlam değişikliklerine uğrar. Bu köklü değişim sürecinin en tipik özelliklerinden biri de değer ve kavramların sözkonusu değişim süreciyle bağlantılı ikili bir karakter taşır hale gelmesidir. Tıpkı uygarlaşma süreci de böyle bir ikili özellik taşımıyor mu? J. J. Rousseau’nun vurguladığı gibi, toplumların sınıflara bölünmesiyle birlikte gelişen uygarlıklar, insanlığı düşünsel, ekonomik, toplumsal, bilimsel-teknolojik açılardan geliştirirken, öte yandan saflık, dürüstlük, yiğitlik, mertlik, paylaşma ve eşitlik duygusu, vicdani duyarlılık gibi bazı insani erdemlerde alçalışlara, gerilemelere yol açmıştır.
Günümüzde insani duyarlılıkları ve erdemleri korumak ve yaşatmak kaygısıyla baktığımızda, kuşkusuz öncelikle akılla yüreğin, soğukkanlılık ve sabırla öfke ve duygusallığın birlikte çalışması, onların birbirini dengelemesi, kontrol etmesidir doğru olan. Ancak doğada ve toplumda hiç bir zaman yüzde yüz denge yoktur, mutlaka zamana ve koşullulara bağlı olarak bir taraf ağır basar ve gelişmenin yönünü belirler.
Batı uyarlığı ve kültüründe, temelinde bilimin ve akılcılığın yattığı, duygulardan arınmışlık ve soğukkanlılık, emperalizmle birlikte ruhsuz ve pişkince bir soğukkanlılığa dönüşmüştür. Yanında, onu dengeleyip denetleyecek güçlü bir insani duyarlılık kalmadığı, köreldiği ve kirlendiği için, insanlık karşıtı bir rol oynamaktadır. Mafyalaşmış, asalak, tefeci ve vurguncu sermayenin egemen olduğu emperyalist sınıfın, tarihen ve toplumsal olarak haksız ve gerici konumda olmaları, onların bütün ahlaksızlık ve ikiyüzlülüklerinin kaynağını oluşturur.
Emperyalist Batı’nın başta egemen sınıfı ve ideologları, Irak’ta, Suriye’de, Libya ve Afganistan’da gerçekleştirilen bütün sömürgeci ve ırkçı katliamları, alçakça tertipleri demokrasi ve özgürlük yalanlarıyla süslemeye çalışırlarken, ruhsuz ve pişkince bir soğukkanlılığın arkasına gizleniyorlardı. İnsani öfke ise, piyasacı kapitalist, bireyci akılcılığın egemen olduğu Batı’da daha çok ilkellik, kabalık olarak görülmekte ve alay konusu olmaktadır. Tıpkı çoğu kez insani ve haklı bir nedene dayanan öfkenin ikiz kardeşleri olan saflık, naiflik, dürüstlüğün ince bir alayla küçümsendiği gibi.
***
Böylece yukarıdaki “”öfke ve soğukkkanlılık” karşıtlığı ile kardeş ve onları daha geniş bir anlamsal temele bağlayan ikinci bir değerler karşıtlığı çiftine ulaşıyoruz: Dürüstlük ve saflık ile ikiyüzlülük ve kalleşlik arasındaki karşıtlık. Akıl ve bilim bir an için arada kalıyor burada ve bağrında derin bir yarılmaya maruz kalıyor. Saflık ve dürüstlük ya da samimiyet, insani vicdana, insani değerlere karşı bağlılığın ve duyarlılığın en tartışılmaz ölçütleridir. Öfke ise, tam da bu noktada, insani amaçlı bazı planlara, zamansız ve kontrolsüz kullanıldığı için yer yer zarar verse de, genellikle saflık ve dürüstlüğün kritik ölçütü olan bir tepkisel davranış olarak ortaya çıkıyor.
Kavram ve değerlerin, insanı geliştiren ve yetkinleştiren rolüyle, ahlaki mi, yoksa yozlaştıran, kirleten, çürüten ve ahlak dışı mı olduğunun tanımlanmasında temel ölçüt nedir? Evet o ölçüt, bir uygarlık ya da kültürün çöken ve çürüyen mi, yoksa yükselen yeni ve ileri bir uygarlığın enerji ve dinamizmine mi sahip olduğudur.
Örneğin, ne uygarlaşma, ne demokrasi ve özgürlük, ne de insan hakları gibi değerlerin emperyalist Batı uygarlığının son yüz yıllık, özellikle de son kırk yıllık küreselleşme masalları pratiğinden baktığımızda, insani içeriklerini koruduklarını söyleyebilir miyiz? Aksine, Atlantik sisteminin son kırk yılın küreselleşme sürecinde, katliamlarına, zalimliklerine bir örtü olarak ürettikleri “demokrasi”, “insan hakları”, “özgürlük” kılıflı yalanlarını, izledikleri ikiyüzlü siyasetleri, medya üzerinden insanlığın duygu, düşünce yetilerine tecavüz ederek yarattıkları kirlenmenin boyutlarını anlatmak kitaplara sığmaz.
Soğukkanlı, ikiyüzlü, diplomatik, çoğu yalanlarla sarmalanmış, kitleleri aptallaştırıcı ve sürüleştirici söz ve imge oyunlarıyla, estetikleştirilmiş büyük sahteliklerle insanların gerçeklik duygusu tahrip edildi. Ekranlarda yaratılan sanal dünya masallarıyla, hormonlanmış ve zihinsel genetiği değiştirilmiş, ama hâlâ kendini ilerici, sosyalist, ya da kendini samimi Müslüman sanan insan tipleriyle kirli ve çölleşmiş bir kültür yaratıldı. Her yanından çürümüşlüğün pis kokuları yayılan bu çukurlaşma kültürünün değirmeninde insanlık değerleri durmadan öğütülüyor.
İnsanlık değerleri, Yugoslavya’nın parçalanmasında, Irak işgalinde, Suriye’de, Libya’da, Afganistan’da Atlantik güçlerince ikiyüzlüce ve ahlaksızca kullanıldı ve dibine kadar kirletildi. Aynı kirletilmiş içerikleriyle Ukrayna’da dünya kamuoyuna yutturulaya çalışılıyor. Ukrayna’da savaşa yol açan sürecin son yirmi yılda ikiyüzlü politikalarla nasıl adım adım hazırlandığı gerçekçi, namuslu gazeteci ve yazarlarca etraflıca anlatıldı. Bu süreçte ABD’nin, Rusya’yı çökertmek, parçalamak ve geniş maden ve enerji kaynaklarına el koymak için 90’lardan bu yana yürüttüğü kuşatma ve tertiplerine bütün dünya tanık oldu. Bu açık tehdit stratejisinde ABD ve NATO’nun Ukrayna’yı bir piyon ve mayın eşeği olarak kullandığını, AB’yi de tehdit ve şantajlarla yedeğine aldığını da dünya alem gördü.
Rusların, bütün bu kirli, alçakça düzenbazlıklar ve yalanlar karşısında tek çare olarak, “zor oyunu bozar” ilkesiyle başvurduğu askeri müdahaleyle, örtünün altındaki kirli gerçekler, insanlık dışı ırkçı planlar ortaya çıkmaya başladı. Ulaştıkları ve dünya kamuoyuna açıkladıkları en son bilgiler, ABD’nin Ukrayna’yı Rusya’ya karşı hem biyolojik silahların üretim merkezi, hem de halkını kobay olarak kullandığını ortaya koymaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, Ukrayna’ya askeri müdahalenin temel amaçlarından birisi, neo-Nazi çetelerden ve biyolojik silah laboratuarlarından oluşan provokasyon ocaklarını hem tahrip etmek hem de bunları saptayıp dünya kamuoyuna açıklamaktır.
(Devam edecek)
Mehmet Ulusoy
Mart 2022
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.