Milliyetçi – Sosyalist Baas ve Müslüman Kardeşler

Aşağıdaki yazı, Suriye iç savaşının başladığı ilk yıllarda (2013’lerde) kaleme aldığım ve Teori dergisinde yayımlanan, aynı başlıklı uzun incelememin BAAS ve Müslüman Kardeşler çatışmasını ele alan bölümlerinin bir özetidir. ABD..

Milliyetçi – Sosyalist Baas ve Müslüman Kardeşler
Yayınlanma: Güncelleme: 147 okuma

Aşağıdaki yazı, Suriye iç savaşının başladığı ilk yıllarda (2013’lerde) kaleme aldığım ve Teori dergisinde yayımlanan, aynı başlıklı uzun incelememin BAAS ve Müslüman Kardeşler çatışmasını ele alan bölümlerinin bir özetidir. ABD emperyalizminin, BOP kapsamında, Kemalizm gibi “otoriter”, “elitist-dayatmacı”, “demokrasi karşıtı” ilan ettiği BAAS rejimine karşı, Batı Asya’nın bütün gerici güçlerini yanına alarak başlattığı savaş, bugün daha kritik bir aşamaya gelip dayandı.

Ama öte yandan maskeler de iyice düşmüş, kozlar daha açık oynanır hale gelmiştir. Saflaşma ve kimin kimin yanında yer aldığı gerçeği çok daha belirgindir artık. Şu feleğin cilvesine bakın ki, Türk vatandaşı kimlikli sözde Hamas ve Filistin yanlısı çevreler, medya ve yazarlar takımı, ülkesinin birliğini ve bağımsızlığını savunan Esat yönetimine karşı, Halep’i işgal eden HTŞ (IŞİD), SMO (İhvancılar) ve bilimum teröristleri ağzı kulaklarında alkışlayarak, soykırımcı İsrail ve ABD ile aynı cephede birleştiler.

Dün olduğu gibi bugün de, gerici emperyalizm ve güdümündeki ortaçağ güçleri ile ilerici antiemperyalist, aydınlanmacı, toplumcu, çağdaş güçler bütün açıklığıyla karşı karşıya geldi: ABD-AB-İsrail, Ortadoğu ve Türkiye Siyasal İslamcı (IŞİD’çi, İhvancı) gericiliği ve PKK/PYD bölücülüğü bir tarafta, bağımsızlıkçı, ulusalcı, laik ve kamucu güçler öbür tarafta. Yüz yıl önce Kurtuluş Savaşımızda yaşadığımız gibi, emperyalizm ile Ezilen Dünya arasındaki savaşın denklemi bugün de değişmemiştir, aynıdır. İktidar yandaşı gazete, tv ve yazarların tavırlarıyla açıkça itiraf ettiği gibi, önemli olan bağımsız, özgür vatan ve Türk milletinin Alevisi ve Sünnisiyle, Türkü ve Kürdüyle bütünlüğü değildir! Önemli olan, ABD güdümünde, onun kölesi, sömürgesi bile olunsa, sünni yobaz mezhep ve tarikatların, şeyh ve ağaların, din sahtekarlarının Vahdettini saltanatıdır. Türkiye Cumhuriyetine, Türk milletinin birliğine, bütünlüğüne açıkça meydan okuyan ve bunu ABD’ye uşaklıkla birleştiren Sevrci gerici ittifak Suriye’de de aynen sahnededir.

Bu yeni gelişmeler, savaşın güncel seyri ve savaşan piyonların arkasındaki asıl güçler konusundaki haber ve yorumlar yeterince yapıldı, yapılıyor. Gerçekler bütün çıplaklığıyla ortada. Ancak, daha sağlam bilgilere dayanarak daha derli toplu ve derinlikli yorumlar yapabilmek için kanımca bu karmaşık savaş sürecinin gerisindeki toplumsal ve tarihsel olguları da çok iyi bilmek gerekiyor. Yaklaşık on yıl önceki bu yazımı, o gün de bu gün de geçerliliğini koruyan Suriye’nin tarihsel ve toplumsal gerçekliğine bir ölçüde ışık ve daha derinlikli yorumlara yardımcı olmak amacıyla yeniden yayınlıyorum.

***

Bugünkü Devlet Başkanı Beşar Esad’ın, babası Hafız Esad’tan 2000’lerin başında devraldığı BAAS programı ve yönetimi, ilkeleriyle, uygulamalarıyla, 1970’lerden günümüze dünyadaki yaşanan önemli değişikliklere bağlı olarak, bazı önemli esnemeler, gerilemeler ve ciddi tavizlerle belli ölçüde revizyona uğrasa da, özü ve omurgası bakımından esas olarak varlığını sürdürüyor. Bugünkü Esad yönetimi ile emperyalizm ve uzantıları arasında süren savaşın dayandığı saflaşma da, 1960’ların başında gerçekleşen BAAS devriminden bu yana aşağı yukarı değişmedi. Yazımızın aşağıdaki sayfalarında, BAAS devriminin karakterini, kimlere dayandığını, bugüne kadar nasıl bir gelişme seyri izlediğini; özellikle, başından beri BAAS devrimine ve yönetimlerine karşı savaşın başını çeken Müslüman Kardeşlerin emperyalizmle ideolojik siyasi köklü ilişkilerini ele alacağız.

ULUSALCI BİLİNCİN OLUŞUMU VE İLK GİRİŞİMLER

Ulusal devrimlerin toplumsal ve düşünsel/kültürel temelini oluşturan 19. yüzyılda başlayan çağdaşlaşma ve aydınlanma süreci, kapitalistleşmeye erken giren Mısır’da kendine özgü bir yol izlese de Suriye’de Birinci Dünya Savaşı yenilgisine kadar Türkiye’ye paralel, daha çık ondan etkilenen bir gelişme gösterdi; fikri ve kültürel olarak büyük ölçüde Türkiye’den beslendi. Yeni Osmanlılar, Jön Türkler ve İttihat-Terakki öncülüğünde yaşanan çağdaşlaşma ve milliyetçi bilincin gelişimi Türkiye benzer bir seyir izledi. 1908 Devrimi’ne kadar Jön Türklerin merkezi olan Paris’te Suriyeli aydınlar, “Türklüğü temsil eden ve kendi aralarında çarpışan Ahmet Rızacı ve Prens Sabahattinci hiziplerle temas ve pazarlık halinde idiler.”[1]

Türklerin Kurtuluş Savaşı verdiği yıllarda, Suriyeli milliyetçiler de, emperyalist işgale karşı yer yer silahlı mücadele verdiler. Bu dönem Kemalistlerle karşılıklı dayanışma içine girdiler; özellikle Fransızların Güney Anadolu’daki işgallerini etkisizleştirmek ve Türkiye Kurtuluş Savaşı’na destek vermek için cephe gerisine önemli darbeler vurdular. Hatta bu süreçte, bilindiği gibi, Türkiye ile bir federasyon fikri de gündeme geldi ve tartışıldı. Mustafa Kemal bu projeyi, her ulusun kendi bağımsız devletini kurduktan sonra düşünmek gerektiğini belirterek erteledi.[2]

 1948 ARAP-İSRAİL SAVAŞI SONRASI DEVRİMCİ FİKİR VE ÖRGÜTLENMELERİN YÜKSELİŞİ

Sonuçta, milliyetçilerin gücü, ulusal bağımsızlığı sağlamaya yetmedi ve Suriye 1920’lerde Fransız mandasına girdi. İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa’nın çöküşü, büyük bir fırsat oldu ve Suriye bağımsızlığına kavuştu. 1945’te kurulan Arap Birliği’nin kurucu üyesi olan Suriye 1948’de Filistin’de İsrail’e karşı savaşa girdi.

1950’lere gelindiğinde, sanayileşme ile birlikte sınıflaşmanın artması, tarımda toprak ağalığının ve sanayide büyük sermaye sınıflarının güçlenmesi ve toplumda büyük gelir eşitsizliklerinin ortaya çıkması, özellikle orduda yoğunlaşan asker-sivil aydınlar hareketini de hızlandırdı. 1950’li yıllar, daha sonra 60’larda da devam edecek, sık sık darbelerle iktidarın el değiştirdiği siyasi istikrarsızlık yıllarıdır. 1949’da başlayan hükümet darbelerinin biri ötekini kovaladıkça, değil bir yenilenme veya reform gerçekleştirme, istikrarlı bir yönetim oluşturma bile imkansız hale geldi. “Bundan da en çok toprak ve altın ağaları faydalanıyordu. Aynı oranda da okumuşlar ve subaylar arasında devrimci fikirler daha derinlere iniyordu. Suriye Komünist Partisi bir zaman geldi ki yalnız Arap ülkelerinin değil, bütün Ortadoğu’nun en güçlü partisi oldu.”[3]

1943-1963 yılları arasında gelişimini tamamlayan, 1958’den 1961’e kadar Mısır’la başarısız bir birleşme deneyimi yaşayan BAAS’ta, Mısır’la ayrılıştan sonraki dönemde, 1966’da partinin radikal sol kanadının iktidara gelmesi önemli bir gelişmedir. Ancak Partideki mücadele, istikrarlı bir ideolojik ve siyasi birliğin sağlanması ve köklü devrimci atılımların gerçekleştirilmesine yönelen istikrarlı bir önderliğin oluşmasına izin vermedi. Bu mücadelenin sonucu, sağ kanattan Hafız Esat’ın bir darbeyle yönetimi ele geçirmesiyle sonuçlandı ve günümüze kadar Hafız Esat’ın liderliğinde oluşan yapı devam etti.

BAAS’IN KURULUŞU, İDEOLOJİK TEMELLERİ VE İLKELERİ

BAAS, liderliğini Hıristiyan Kökenli Mişel Eflak ve Selahattin Bitar’ın yaptığı bir grup Suriye’li Arap entelektüeli tarafından, 1943 yılında Arap Yeniden Diriliş Partisi (al-Ba’th al-Arab, Arap Rasurrection) adıyla kuruldu. Arap Yeniden Diriliş Partisi, Avrupa’da, egemenliğin tanrıdan halka/millete geçmesine yol açan gelişmelerin temelini atan Rönesans kavramının izlerini taşır. Eflak ve Bitar’ın liderliğini yaptığı grup, daha sonra Milliyetçi Arap Birliği’nden ayrılarak kurulan, Zeki Arsuzi’nin liderliğini yaptığı Yeniden Uyanış Partisi güçleriyle birleşti.

BAAS, en çok, yeni yeni filizlenen orta sınıfın ve bir grup küçük burjuva aydının başını çektiği Milli Hareket Birliği’nden etkilendi. Bununla beraber, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Arap dünyasında ortaya çıkan siyasi partilerin tersine BAAS, birleşik bir Arap devleti idealiyle tanımlanan tek partiydi. Arap milliyetçiliği ile sosyalizmin sentezini, Türkiye’de Türkçülük ve Kemalizm’de olduğu gibi halkçılık temelinde sağladı. Bunun için Satı el-Husri’nin halkçı Pan-Arap milliyetçiliğini kendine başlangıç noktası yaptı.[4]

BAAS’ın kuruluşunda baskın görüş Arap milliyetçiliğiydi. Ancak, 1950’lerde dünyada olduğu gibi Ortadoğu coğrafyasında da sol rüzgârların esmesi sonucu buradaki bağımsızlık mücadelelerinin çoğunluğunun tam anlamıyla olmasa da Sovyet deneyiminden esinlenmeleri, alternatif bir kalkınma modeli olarak sosyalizmin, -ama Arap versiyonunun- bu coğrafyada milliyetçilik kadar etkili bir ideoloji olmasının yolunu açtı. 1953’te Ekrem Hurani’nin Arap Sosyalist Partisi ile birleşmesinin pragmatik nedenleri olsa da, bu birleşmeden sonra partinin, Arap Baas Sosyalist Partisi adını alması önemlidir.

BAAS’ın ideolojisinin oluşturulmasında değil, ama iktidarı elde etme yollarının belirlenmesinde etkili olan kişi Arap Sosyalist Partisi lideri Ekrem Huranı idi. Hurani’nin asıl amacı, köylülerin, özellikle de Hama köylülerinin toprak sahipleri karşısında özgürlüklerinin sağlanmasına ilişkindi. İkincisi, BAAS, Hurani’nin orduyla olan ilişkilerinden özellikle 1961 sonrasında yararlandı.

Mişel Eflak, Partinin üç amacını “birlik, özgürlük, sosyalizm” olarak ilan etti. Dolayısıyla Baas’ın ideolojisi, bağımsızlık sonrası dönemde Suriye’de ve genel olarak Arap dünyasında hakim olan Arap milliyetçiliği ve birleşik bir Arap devletinin kurulmasını; emperyalist müdahaleden, içerideki feodal kalıntılardan ve sömürgeci ülkelerle işbirliği yapan elitlerden kurtuluş anlamında özgürlüğün sağlanmasını; yine sömürge döneminde kalan mirasla ilgili olarak ekonomik atılımların Arap sosyalizmiyle gerçekleştirilmesini temel almaktaydı. Arap milliyetçiliği, özgürlük ve Arap sosyalizmi BAAS’ın üçlü ideali olarak belirlendi. Bu üç önemli unsur 1947’deki parti tüzüğüne de yansıdı.

Program ve siyasetlerinde azınlık partisi olmasını çağrıştıracak ya da yol açacak herhangi bir unsur olmamasına karşın BAAS ideolojisi yoksul kesimden gelen azınlıkları cezbettikçe ve özellikle Aleviler (Nuseyriler) ve Dürziler hem partide hem de orduda önemli görevlere geldikçe, 1960’lardaki iktidar mücadelelerinde başat rol oynadılar. Aşiret, bölge ve mezhep bağları iktidar mücadelesinde etkili olsa da, ancak bunlar sınıfsal konumlarla örtüşen gerçekliklerdir.

DEVRİMCİ ATILIMLAR DÖNEMİ (1958–1970)

Suriye, bağımsızlıktan 1958’de Mısırla birleşmeye kadarki dönemde, büyük oranda Sünni Müslüman toprak ağaları ve tüccarlardan oluşan güçlü bir işbirlikçi burjuva sınıfına sahipti. 1958’e kadar iktidardaki hükümetler özel girişime öncelik tanıyan bir kalkınmayı teşvik ediyorlardı. 1958’de Mısır’la Birleşik Arap Cumhuriyeti (BAC) olarak birleşmenin ardından uygulanan toprak reformu ve kısmi millileştirmeler ise, Suriye geleneksel elitinin nüfuzunu sınırlama yönündeki önemli adımlardı. Dolayısıyla Baasçı rejim, ekonominin devletleştirilmesi ve toprak reformu ile bu grupların çıkarlarını ve güçlerini geriletti. Bazılarını mülksüzleştirdi, kimilerinin iş ve ticaret alanlarını büyüt ölçüde kısıtladı. Devlet müdahalesi, öncelikle sanayi alanında değil, ülkenin eşitsiz toprak dağılımından hareketle toprak sisteminde gerçekleşti.

Anacak, Nasır’ın önderliğinde yürütülen bu devrimci atılımlardan çok rahatsız olan Suriyeli toprak ağaları ve büyük burjuvazi kurtuluşu Mısır’dan ayrılmakta buldu. Bu süreçte Müslüman Kardeşler de, kamulaştırma ve millileştirmelere karşı toprak ağası ve işbirlikçi sınıfların yanında yer alarak siyaset sahnesindeki gerici rolünü ortaya koydu. Bu gerici sınıflar ordudan bazı generalleri de saflarına çekerek Eylül 1961’de bir darbeyle iktidara geldiler. Ve ayrılıkçı bir hükümet kurarak Suriye’yi Mısır’dan ayırdılar. Müslüman Kardeşlerden bir kişinin de bakan olduğu bu karşıdevrimci hükümetin yaptığı ilk iş, Nasır’ın başlattı reformları durdurmak ve ortadan kaldırmak oldu. Millileştirilmiş ne varsa hepsini eski sahiplerine geri verdiler, toprakları da tekrar ağalara iade ettiler. Tam bir terör rejimi kurdular.

Ancak bunların da ömrü fazla sürmedi, BAAS, bir askeri darbeyle yönetimi tekrar ele aldı ve Nasırla başlayan reformlara yeniden döndü. BAAS’ın iktidara geldiği 1963’ten 1970’e kadar olan dönem, eski kuşak milliyetçi Bassçılardan radikal sosyalist Bassçılara doğru bir kaymanın yaşandığı dönemdi. Nihayet 1970’lerin başında bölgesel ve uluslararası konjonktürün de etkisiyle pragmatik ve “realist” kanadı temsil eden akılcı politikalarıyla orduda güç kazanmaya başlayan Hafız Esad iktidarı ele geçirdi.

BAAS, 1963’te iktidara geldikten sonra hızla kamulaştırmalara ve toprak reformuna yöneldi. Ayrılıkçı dönemde özelleştirilen bankalar ve kamu kuruluşları yeniden kamulaştırıldı. 1964 yılında yabancılara ait petrol şirketi (Iraq Petroleum Companiy) ve ülkedeki imalat ve ticaret kuruluşlarından çoğu devlet mülkiyetine geçirildi. Bunu, 1965’te 115 sanayi şirketini kapsayan büyük kamulaştırma izledi. Bu dönem partinin programdaki hedeflerini en kapsamlı gerçekleştirebildiği dönemdir. Kamulaştırmalar ve toprak reformu toprak ağaları ve büyük burjuvazinin gücünü büyük ölçüde çökertirken, ücretlilerin ve orta sınıfın sayısı ikiye katlandı.

Bu uygulamalara en büyük muhalefet, Sünni ağırlıklı büyük mülk sahibi sınıfların koruyucusu Müslüman Kardeşlerden geldi. 1964’te Hama’da Müslüman Kardeşlerin etkisiyle gerçekleşen ayaklanma bastırıldı. Diğer taraftan devrimin kitlesel desteğini genişleten, köylülerin ve işçilerin sendikalarda örgütlenmesi için her türlü yasal ve örgütsel olanak sağlandı.

Partideki sol kanadın yine bir darbeyle iktidara geldiği 1966’dan 1970’e kadarki Neo-BAAS döneminde iktidar gerek iç gerek dış politikada en devrimci çizgisini uyguladı. 1963-1966 dönemindeki geleneksel politikalar devam ettirildi. Sosyalist dönüşüm, İsrail’le mücadele, Üçüncü Dünya ile işbirliği, bu dönemde öne çıkarılan politikalardı. 1963’te başlatılan kamulaştırmalara devam edildi. Eğitime ayrı bir önem verildi; özel eğitim tasfiye edildi. Ne var ki, 1967’de İsrail’le yeniden başlayan savaş, sosyalist dönüşüm hamlelerinin ilerlemesini yavaşlattı.

1967 savaşının ertesinde 1966 darbesini birlikte gerçekleştirmiş olan Hafız Esad ve Selah Cedid arasında hem ideolojik hem de kişisel bağlamda iktidar mücadelesi ortaya çıktı. Esad’a göre, Suriye’de “sosyalist dönüşüm”den ve ekonomik kalkınmadan önce orduya yatırım yapılmalıydı. 1967 savaşı ertesinde, o zaman Hava Kuvvetleri Komutanı ve Savunma Bakanı olan Esad, yenilgiyi ve Golon Tepelerinin kaybını ordunun güçsüzlüğü ve Cedid kanadının orduya yeterli özeni göstermemesiyle açıklıyordu. Dolayısıyla devlet harcamaları ordunun iyileştirilmesine yöneltilmeliydi. 1967 yenilgisi ordunun moralini zayıflattığı gibi, yönetime egemen sol çizginin de gerilemesine neden oldu. Böylece, yer yer sekterlikler gösteren sol çizginin terk edilmesini savunan Esat grubu adım adım güçlendi; 1970’te darbeyle Hafız Esat, Suriye tarihinde yeni bir dönemi başlatıyordu.

HAFIZ ESAD YÖNETİMİ VE SONRASI

Esat yönetiminde, program olarak, söylem düzeyinde Baasçılığın öncelikleri yerlerini korumakla birlikte, daha esnek bir siyasete yönelindi. Daha liberal, özel sektöre serbestlik tanıyan politikalar döneme damgasını vurdu. Esat, 1971’de 7 yıllık Cumhurbaşkanlığına seçildikten bir süre sonra da BAAS Genel Sekreterliğine de seçildi. Böylece ilk defa, Devlet Başkanlığı, Parti Genel Sekreterliği ve Silahlı Kuvvetler komutanlığı aynı kişide toplanmış bulunuyordu.

BAAS bünyesinde 1960’larda kurulmaya başlanan işçi sendikaları ve köylü, öğrenci örgütlenmelerine üye olanların sayısı 1970’ler boyunca arttı. Yani BAAS rejiminin kitle bağları niceliksel olarak geçmişe göre büyük ölçüde arttı. Bu sayede BAAS, toplumun her alanına nüfuz etti. Köylerde ve kentlerde sendikaların, gençlik ve kadın örgütlerinin üyeleri milyonlarla ifade edilir oldu.

Alevilerin BAAS Sosyalist Partisi’nde ve yönetim kademelerindeki ağırlıklarına rağmen, Esad’ın ve yeni Baasçı rejimin meşruiyet zeminini sağlayan, mezhepçilikten çok başka önemli etkenler bulunmaktaydı. Zaten salt, nüfusun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturan Alevilere dayansaydı meşruiyet zemini bulması zordu. İktidarın tamamen Alevilerin elinde olduğu yalanının ve kasıtlı propagandasının tersine, iktidar seçkinleri mezhepler arası koalisyondan oluşmaktaydı. Alevilerin bu konumlardaki etkililiği, onların büyük kitlesince desteklenen BAAS yönetimlerindeki ağırlıklarından ve emekçi sınıf örgütlenmelerindeki katılımlarından kaynaklanmaktadır. 24 Aralık 1972’de kurulan hükümette Başbakan, İçişleri, Savunma ve Dışişleri gibi kilit bakanlıklar Baasçılardan oluşmakla birlikte, bunların hepsi Alevi kökenli değildi. Hikmet el-Sibabi, Mustafa Tlas ve Abdülhalim Haddam gibi Sünni kökenliler, sırasıyla, Genelkurmay Başkanlığı, Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlıklarına getirilmişlerdi. Daha sonraki yönetimlerde de hiç bir zaman Sünni ve Alevi kökeni ayrımı yapılmamış, Sünniler de yönetimlerde yeteri kadar yer almışlardır.

Özetle bu konuda da durum Türkiye’ye çok benzemektedir. Aynen bizde olduğu gibi, hem daha yoksul kesimleri oluşturduğu hem de genel bir inanç baskısı yaşadığı için Alevi kitlesi her zaman büyük sermaye ve toprak ağalarına karşı laik ve eşitlikçi bir programa sahip olan BAAS’ı desteklemiştir. Baas’ın iktidardaki ağırlığı oranında da Alevi kökenliler yönetime katılmıştır. Kaldı ki Esad, başından itibaren, içeride izlediği esneklik ve yumuşama siyaseti gereği, ekonomide ve toplumsal hayatta Sünni kesimle birleşmeye özel bir önem vermiştir.

Tüm bunlara rağmen, Esad iktidarı ve bu dönemdeki BAAS Partisi, bir önceki döneme göre daha fazla mezhepçilik suçlamasıyla karşı karşıya geldi. Alevilik ve Basçılık özdeşleştirilmesi, muhalefetin kullandığı en önemli silahlardan biri oldu. 1970’lerin sonuna doğru iktidar karşıtı eylemlerini sertleştiren Müslüman Kardeşler örgütünün söylemi bunun en tipik örneğidir. 1970’lerin ikinci yarısından sonra, Nasır politikalarına karşı ABD ve gericilere yaklaşan, Müslüman Kardeşlerle işbirliğine giden Enver Sedat’ın da BAAS rejimini Alevilikle suçlaması hiç de şaşırtıcı değildir.

Bugün Suriye ve BAAS’a karşı yürütülen -bizde de laik ve halkçı düşünceye karşı yıllarca yapılan- ABD merkezli ve Suudi destekli propagandanın, Mısır Devlet Başkanı Amerikancı Enver Sedat’ın ağzından ifade edilmesi ibret vericidir.

ULUSAL-HALKÇI DEVRİMLERE KARŞI MÜSLÜMAN KARDEŞLER

BAAS iktidarlarına karşı en büyük muhalefet, hep Müslüman Kardeşler’den geldi. Esad’ın Sünni kitleyi kazanma ve iktidarı paylaşma yönündeki bütün açılımlarına ve bu konuda gerekli her şeyin yapılmasına ve Sünni kitleyi geniş ölçüde kazanan başarılı sonuçlar alınmasına rağmen, Müslüman Kardeşler’in tavrı değişmedi. Çünkü sorun inanç sorunu değildi; Sünni kitleye baskı yapıldığı iddiası gerçek dışıydı. Aynen Türkiye’de olduğu gibi bunların hepsi yalandı, uydurmaydı. Onların gerçek sıkıntısı ve hedefi, BAAS’ın önderlik ettiği uluslaşma, çağdaşlaşma yönündeki laik, halkçı-toplumcu programdı; onların dayandığı, derin feodal eşitsizliklere dayanan ortaçağ toplumsal-ekonomik, kültürel temelin tasfiye edilmekte oluşuydu.

1927 yılında Mısır’da El Benna tarafından kurulan Müslüman Kardeşler (İhvancılar), İslamda gerilemenin, bozulmanın nedeni olarak Batıcılığı, çağdaşlaşmayı, aydınlanmayı ve akılcılığı görüyorlardı. 1952 Nasır Devrimi’ne kadar, Batı karşıtı, sömürgecilikle mücadele eden, hatta daha eşitlikçi, adaletçi bir görünüm sergilediler. “Görünüm” -ya da sözde- diyorum, çünkü onların Batı karşıtlığı aslında aydınlanmacı, akılcı devrimci Batı’ya bir karşıtlıktı. Nasır devrimi, bu örgütün gerçek karakterini, aslında hangi toplumsal ekonomik güçlerin temsilcisi olduğunu ortaya çıkaran bir turnusol rolü oynadı.

1940’lı yıllarda Hasan el-Benna’nın hararetli Batı karşıtlığı, aslında sosyalizm ve aydınlanma karşıtlığından başka bir şey değildi. Mısır’da çok yaygın ve itibar sağlayıcı olan İngiliz düşmanlığının da, her türlü emperyalizme karşı çıkan ilkeli bir antiemperyalizmle ilgisi yoktu. Benna, İngilizlere karşı çıkarken, o yıllarda Kudüs Müftüsü Hacı Emin El-Hüseyni’yi kafa kola alan ve “komünist Sovyetler Birliği”ne karşı mücadelenin bayraktarı olarak İslamcı çevreleri etkileyen Nazilere büyük hayranlık duyuyordu.[5]

Böylece asıl misyonları olan sosyalizm ve aydınlanma düşmanlığını da bir üst düzeyde sürdürüyordu. “Batılıların İslam ahlakını bozduğunu iddia ediyordu, fakat bir yandan da faşist İtalya’nın ve Nazi Almanya’sının hayranıydı. Mussolini’nin faşist orduları mazlum Habeşistan halkına saldırınca bu faşistleri övüyor, bir yandan da Alman radyolarının yayınlarını izlemeyi halka tavsiye ediyordu.”[6]

1950’ler ve 60’lar boyunca Müslüman kardeşler, önce Mısır’da, arkasından, Suriye, Cezayir, Irak, Yemen vb’de gelişen milliyetçi Arap Sosyalizmi olarak tanımlayabileceğimiz antiemperyalist toplumsal devrimler karşısında, hep ortaçağ gericiliğinin ve emperyalizmin yanında saf tutan bir tavır içinde oldular. Nasır’ın, emperyalistlere ve büyük mülk sahiplerine karşı yürüttüğü, bütün kamulaştırma ve toprak reformu adımlarının karşısına, doğrudan veya dolaylı, Suudi/Aramko destekli Müslüman Kardeşler çıktı.

Bu yıllardaki Arap coğrafyasında gelişen fırtınalı ulusal ve toplumsal devrim sürecindeki devrim ve karşıdevrim mücadelesinde saflaşma, aşağı yukarı bugünkü Büyük Ortadoğu Projesi’deki emperyalist müdahaleye direnenler ile işbirliği yapanlar arasındaki saflaşmasının köklerini oluşturur. O günkü tabloda ABD-İsrail emperyalist cephesinin Arap gericiliği içindeki bir numaralı müttefiki Suudi Arabistan’dı. Bugün de bu değişmedi. Ortadoğu’daki, antiemperyalist, halkçı ve aydınlanmacı devrimlere karşı ABD güdümlü gericiliğin merkezi hep Riyad oldu. ABD petrol ve silah tekellerinin Suudi sermayesiyle ortaklık kurduğu ARAMCO, bütün karşıdevrimci faaliyetlerinin finans ve koordinasyon merkeziydi. CIA da bölgedeki faaliyetlerinin büyük çoğunluğunu bu şirket içinde yuvalanarak yürütmektedir. “ARAMCO’nun perde gerisindeki en büyük yatırımcı ise, Yahudi Rochild ailesiydi. ARAMCO’nun verdiği paralarla örgütlenen Rabıtayı İslamiye ve İhvanı Müslimin (Müslüman Kardeşler) gibi örgütler de bu Siyonist Yahudi ailenin güdümünde çalışıyordu. Dolayısıyla Soğuk Savaş Yılları boyunca Suudi Arabistan’la ilişki demek, ARAMCO üzerinden Rabıtayı İslamiye ve Müslüman Kardeşler gibi Siyonist denetimindeki örgütlerle ilişki kurmak demekti.”[7]

1965’de Nasır’a karşı büyük bir suikast planı ortaya çıkarılmıştı. Nasır iktidarına karşı hazırlanan darbe ve suikast planının arkasındaki güçler, aslında, Müslüman Kardeşlerin kiminle işbirliği içinde olduğunu göstermeye yetiyor. Uygulanması için Mısır devriminin yıldönümü olan 23 Temmuz’daki törenler beklenmişti. Planın ilk bölümünü, Nasır’ın bir suikastla öldürülmesi oluşturuyordu. Bunu gerçekleştirdikten sonra her tarafta sabotajlara, kitle halinde ayaklanmalara, suikastlara girişecekler ve birkaç günlük bir terörden sonra yönetimi ellerine alacaklardı. Nasır’ın öldürülmesi için de üç proje hazırlanmıştı. Bu darbe planı ve diğer bütün eylemlerin Suudi Arabistan üzerinden ABD tarafından finanse edilip yönetildiği bizzat örgütteki adamların Mısır Mahkemelerindeki itiraflarıyla kanıtlanmıştır. [8]

MÜSLÜMAN KARDEŞLER, TERÖR VE KATLİAMLARIN ASIL SORUMLUSU

Suriye’de Müslüman kardeşler; siyasi ve ideolojik düzlemde, BAAS’ın laik sistemine karşı Sünni kitlede dinsizlik propagandası ve Alevi düşmanlığı yaparak, ekonomik düzlemde ise, BAAS’ın yürüttüğü toprak reformu ve kamulaştırmalara karşı kırlık kesimde toprak ağaları ve kentlerde de çoğu Sünni kökenli büyük sermaye sahipleriyle işbirliği yaparak güçlendi. Şamlı Sünni burjuvazinin talepleri liberalleşme politikasıyla büyük ölçüde karşılandığı için, Müslüman kardeşler esas olarak, rejime muhalefeti süren Hama, Humus ve Halep kentlerinde örgütlendi.

Diğer yandan, Baasçı rejimin sekülerlik-dincilik üzerinden değil, Araplık üzerinden yürüttüğü politika Sünni ulemanın muhalefetinin nedenini oluşturdu. Çünkü Araplık, Arap milliyetçiliği birleştirici kimlik olunca, Sünnilik ikinci plana düşüyor, Alevi ve Hıristiyan Araplar da üst kimliğin eşit ve ortak unsurunu oluşturuyordu. Müslüman Kardeşlere göre ise, Sünnilik ve Şeriat birleştirici üst kimlik olmalıydı; Aleviler ve Hıristiyanlar da buna uymak zorundaydı ya da düşmandı. Nitekim, 1973 Anayasası’nda devletin dininin İslam olmasına dair herhangi bir maddenin yer almaması üzerine, Sünni ulema ve Müslüman Kardeşler Esat yönetimini “ateistlik”le suçladılar. Hama kökenli Müslüman Kardeşler üyesi Mervan Hadid 1973 Anayasası’nı protesto etmek ve rejime karşı silahlı eyleme geçmek için tüm Müslüman Kardeşler üyelerine çağrıda bulundu. Saldırılar sonucu önde gelen aydınlar, Esad’ın yakın arkadaşları çeşitli şekillerde gerçekleştirilen bombalı eylemler sonucu öldürüldüler.

1975’lerden sonra Müslüman Kardeşlerin eylemleri suikastlar biçiminde sürdü. Baasçılıkla Aleviliği özdeşleştiren Müslüman Kardeşler’in Alevilere ve Baasçılara karşı sürdürdüğü suikastlar sonucu bir çok Alevi katledildi. Suikastlar 1979’larda daha da arttı. Haziran 1979’da Halep Askeri Akademisi’nin çoğu Alevi 83 öğrencisi silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

Arkasından Esad yönetimi de sert önlemler almakta gecikmedi. Esad’ın bu olaylar karşısındaki açıklaması şöyledir: “… Bu çetenin İslam ile hiçbir ilişkisi yoktur. Arap Baas Sosyalist Partisi, dinler arasında ayrım gözetmeyen, milliyetçi sosyalist bir partidir. Dini bütün bir Müslüman olarak, herkesi inançlı olmaya ve İslama aykırı düşen yobazlık ve fanatizmle mücadele etmeye çağırıyorum. Gerçek bir Müslümanın, Müslüman ve Hıristiyanların kardeşi, gerçek bir Hıristiyanın da Hıristiyan ve Müslümanların kardeşi olduğuna inanıyorum. Eğer Suriye mezhepçiliğin önüne geçemeseydi şimdi var olamazdı.”[10]

1979 ve 80 yıllarındaki artan şiddet olayları karşısında Haziren 1980’de çıkarılan 49 sayılı kanunun 1. maddesiyle, “Müslüman Kardeşler örgütüne üye olan herkesin idam cezası ile yargılanacağı”; 2. maddesiyle “örgüt üyelerinin bu yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir ay içinde örgütten ayrıldıklarını beyan etmeleri halinde idam cezasından kurtulacakları” hükme bağlanmaktaydı. Bu kanunun çıkmasıyla birlikte 26 Haziran 1980’de Hafız Esad’a suikast girişiminde bulunuldu. Bu başarısız suikast girişiminin ardından rejim giderek sertleşti ve olayın hemen ertesinde Müslüman Kardeşlerden 550 kişi yakalanarak idam edildi.[10]

Bundan sonraki, bir hesaplaşma niteliğindeki savaş Müslüman Kardeşlerin Hama ayaklanmasıyla doruğa çıktı. 2 Şubat 1982’de başlayan ayaklanma, kanlı çatışmalarla 28 Şubat’a kadar sürdü. Bu ayaklanmanın yaygınlığını Hamalı tüccar ve esnafın da kitlesel olarak katılması belirliyordu. Hama burjuvazisi bu şeriatçı ayaklanmayı desteklediği halde, Şam burjuvazisi Esad’ın yanında yer aldı. Bu olgu, ayaklanmanın Sünnilik-Alevilik ekseninde olmadığını, temelde yatanın Hama burjuvazisinin ekonomik temeldeki sistemle çatışan çıkarlarının olduğunu göstermektedir.

Yirmi altı gün süren Hama’daki çatışmalar sırasında, Müslüman Kardeşler rejime zor anlar yaşattıysa da Esad yönetimi ayaklanmayı bastırmada ve Müslüman Kardeşlere büyük darbe indirmede başarılı oldu. Ayaklanmanın sert önlemlerle bastırılması şeriatçı muhalefetin sonunu getirmeye odaklanmıştı ve bunu kısmen de olsa başardı. Müslüman Kardeşlerin ezilmesinden sonra Hafız Esad’ın şu konuşması tarihi önemdedir.

SONUÇ

Görüldüğü gibi, AKP merkezlerinin ve yandaş basının iddia ettiğinin tam aksine, katliamların, terörün, eli kanlı siyasetin gerçek temsilcisi Müslüman Kardeşlerdir. Dün nasıl, BAAS’ın önderlik ettiği ulusal devrime, çağdaşlaşma atılımlarına karşı terör ve katliamlara yönelmişse, bugün de aynı çizgiyi devam ettirmekteler. Geçmişte olsun bugün olsun, Suriye’de meşru yönetime karşı teröre başvuranlar, bütün ulusu, yasaları temsil eden ve halkın korumakla görevli devletin zor gücüyle ezilmiştir. PKK terörüne karşı Türk Devletinin ve Türk Ordusunun yürüttüğü bastırma eylemi ve bunun sonunda kaçınılmaz olarak bazı insanların öldürülmesi ne kadar meşruysa, Suriye’de de ABD destekli Müslüman Kardeşler terörüne karşı aynı yöntemin uygulanması o kadar olağan ve meşrudur.

Suriye’deki son birkaç aylık gelişmeler gösterdi ki, Beşar Esad’ın başında olduğu BAAS iktidarı bugün Suriye halkının ezici çoğunluğu tarafından desteklenen en meşru yönetimdir. Bu gerçek, aynı zamanda, 1950’lerden bu yana, Suriye ulusal demokratik devriminin bir çok darbelerden, iç çatışmalardan geçerek önemli başarılar elde ettiği; ortaçağ gericiliğinin büyük ölçüde geriletildiği, ulusal kimliğin ve yurttaşlık bilincinin geliştiği bir olgunluk düzeyini de gösteriyor.

Mehmet Ulusoy
Aralık 2024

Dipnotlar

[1] Prof. Dr. Niyazi Berkes, Arap Dünyasında İslamiyet Milliyetçilik Sosyalizm, Köprü Yayınları, İstanbul, 1969, s.34.

[2] Bu konuda geniş bilgi için bkz: Teori, Haziran/2010, sayı:245’teki Doğu Perinçek, “Atatürk’ün Suriye ve Irak ile federasyon girişimi” ve Kurtuluş Güran, “Suriye ve Irak’taki antiemperyalist mücadelenin Türk Kurtuluş Savaşı ile bağlantıları” yazıları vd.

[3] Berkes, age, s.40–41.

[4] Satı el-Husri, bizim, Meşrutiyet dönemi fikir hayatından, özellikle Ziya Gökalp’le polemiklerinden tanıdığımız Satı Bey’dir. Satı Bey, 1920’ye kadar İstanbul’da yaşadı, eğitim ve çeşitli idari alanlarda görev yaptı. O dönemde Türkçülere karşı Osmanlıcılığı savunuyordu. Demek ki bir taraftan karşı çıkarken aynı zamanda alttan alta milliyetçi fikirlerden etkileniyordu.

[5] Cengiz Özakıncı, Türkiye’nin Siyasi İntiharı: “Yeni Osmanlı” Tuzağı, Otopsi Yayınları, İstanbul 2005, s.66.

[6] Mehmet Emin Bozarslan, Hilafet ve Ümmetçilik Sorunu, Ant Yayınları, İstanbul 1969, s.299.

[7] Cengiz Özakıncı, İblisin Kıblesi: Türkiye’de Siyasal İslamcılık ve Emperyalizm, Otopsi Yayınları, İstanbul 2005, s.76–77.

[8] Yön dergi, 9 Eylül 1966 tarihli sayısı.

[9] Özge Özkoç, agy, s.163.

[10] Özge Özkoç, agy.

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.