Kırk beş yıldır, gerçek demokrasiye kayıtsız koşulsuz geçilmesi yolunda çaba harcıyor. Cesaretle, gözünü budaktan sakınmaksızın…. “Tam bağımsızlık“ı savunuyor. Sosyalizmi savunuyor. Çağdaş Türkiye’de, düşünce ve politika adamı olarak, kendine özgü bir..
Kırk beş yıldır, gerçek demokrasiye kayıtsız koşulsuz geçilmesi yolunda çaba harcıyor. Cesaretle, gözünü budaktan sakınmaksızın…. “Tam bağımsızlık“ı savunuyor. Sosyalizmi savunuyor. Çağdaş Türkiye’de, düşünce ve politika adamı olarak, kendine özgü bir yeri var. Mehmet Ali Aybar’ın buraya gelişindeki, politik kişiliğinin oluşmasındaki etkenleri araştırınca, Galatasaray Lisesi’ndeki öğrencilik yıllarına kadar uzanmak gerekiyor:
Lisenin dokuzuncu sınıfında. Dört genç Fransız öğretmen geliyor liseye. Bunlardan biri, tarih öğretmeni Monsieur Rolland. Fransız Devrimi üzerinde duruyor özellikle. “Fransız Devrimi, delikanlılık çağındaki kişileri etkileyecek bir olaydır.” Hele, öğrencilere Lamartine’in Histoire de Girondins’ini okutacak denli ayrıntılara inilirse…. Genç felsefe öğretmenlerinin etkisini de unutmamak gerek… Kısaca, Fransız hocalar, “tarih ve politikada, edebiyatta, sanatta yeni bir ufuk” açıyorlar genç Aybar’a. Politika tarihini incelemeye girişiyor, lisenin zengin kitaplığındaki Fransız ve Rus romancılarının yapıtlarını okumaya başlıyor. En sevdiği yazar, Emile Zola.
Mehmet Ali Aybar 1908’de İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi’ni, İÜ Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Sınav vererek Devletler Hukuku doçenti oldu. İktidarı eleştiren yazıları yüzünden, Bakanın buyruğuyla görevine son verildi. Hür ve Zincirli Hürriyet adlı haftalık gazeteleri yayımladı. Yazıları nedeniyle tutuklandı, hükümete ve cumhurbaşkanına hakaret ettiği gerekçesiyle 3 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. 1950 Temmuz’da çıkan Af Yasası ile özgürlüğüne kavuştu. 1962’de Türkiye İşçi Partisi genel başkanlığına getirildi, 1965 ve 1969 seçimlerinde İstanbul milletvekili seçildi. ABD’yi Vietnam’da soykırım suçu işlediği gerekçesiyle yargılayan uluslararası Russell Mahkemesi’nin yargıçlığına çağrıldı (1966). TİP içindeki tartışma ve çalkantılar dolayısıyla 1970’te genel başkanlıktan, 1971’de partiden ayrıldı. Mayıs 1975’te daha sonra Sosyalist Devrim Partisi adını alan Sosyalist Parti’yi kurdu, genel başkanlığını üstlendi. Öğretim üyeliği sırasında bilimsel yapıtları ve Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm, 12 Mart’tan Sonra, Neden Sosyalizm, Örgüt Sorunu, TİP Tarihi başlıklı kitapları yayımlandı. Aybar’ı 10 Temmuz 1995’te yitirdik.
O sıralar spor da yapmakta. Her çocuk gibi futbolla başlamış, Ömer Besim’in (Koşalay) yönlendirmesiyle atletizmde karar kılmış… Yıl, 1925-26. Lisenin arkasında, “müdürün bahçesi“nde düzenli atletizm “idman“ları… 1928’de Amsterdam Olimpiyatları’na katılır dört arkadaşıyla birlikte. Çeşitli nedenlerle, hiçbiri dereceye giremez.1930’da Balkan Oyunları başlar Atina’da. 1936’ya kadar her yıl düzenlenen bu karşılaşmalarda Türkiye’yi temsil eden birkaç atletten biri de Aybar’dır. Birincilikler alır, Balkan rekoru kırar…
Liseyi bitirince, okulda “muallim muavini” oluyor. Bugünkü dille, öğretmen yardımcısı. Bir yandan da Hukuk Fakültesi’ne gidiyor. Çok geçmeden, açılan sınavı kazanarak, Yeşilköy Hava Makinist Okulu’ndaki Fransız öğretmenlere tercümanlık etmeye başlıyor. İki yıl kadar sürüyor buradaki çalışması. Sınavda kopya çekenlerin kâğıdını aldığı için kendisini paylamaya kalkışan okul müdürüne tepki göstererek istifa ediyor.
Avukatlık stajı, avukat kâtipliği, İÜ Hukuk Fakültesi’nde Anayasa Kürsüsü asistanlığı… 1939-40’ta Paris’te doktora çalışmaları… Tam o sırada İkinci Dünya Savaşı patlak veriyor. Ve Alman birlikleri Fransa’ya giriyorlar. 1940 baharı… Aybar, tarihe geçen, on milyon Fransızın Güneye inmesi olayını adım adım yaşıyor. Hiç unutamadığı olaylardan biri, bu: “Büyük kaçış” başlayınca, o dönemde Paris’te öğrenim gören dört arkadaşıyla (Oktay Rifat, sonradan idare hukuku profesörü olan Ragıp Sarıca, B. Cimcoz, M. Bengisu) birlikte, birer bisiklet edinip güneye inmeye karar veriyorlar. Bir depodan sağlanan bisikletleri Aybar monte ediyor. Derken, Ragıp Sarıca’nın bisiklete binemediği anlaşılıyor. Bu kez Aybar, bir ikili bisiklet bulup montajını yapıyor. Bisikleti o kullanıyor; Ragıp Sarıca yalnızca pedal çeviriyor…
Birkaç saat öncesine kadar olağan hayatını yaşayan Paris’in ve öteki kentlerin halkı, birdenbire, sel gibi, “10 No’lu Ulusal Yol“a doluşmuş. On milyon insan. Otomobilli, arabalı, motosikletli, bisikletli, yaya… Yol, bir hengâme…
İki gün iki gece yol alıp Fransız hükümetinin taşındığı Tours’a ulaşıyorlar. Amaçları, Türkiye elçiliğinden pasaportlarını alıp İstanbul’a dönmek… Ama hükümetin ve elçiliklerin bu kez de Bordeaux’ya taşındığını öğreniyorlar. Yeniden 300 kilometrelik yol… Pasaportlarını alamıyorlar. Fransa hükümeti 30-40 öğrencinin Perigueux’de konaklamalarını sağlıyor, baraka veriyor. “Bunu, işgal altındaki bir ülkenin hükümeti yapıyor! İşte bu uygarlık göreviydi, insanlık göreviydi!”
Aybar, Türkiye’ye dönünce, doçentlik sınavı verir; Devletler Hukuku kürsüsünde öğretim üyeliğine başlar. Bu görevi 1945’e, Vatan gazetesinde tek parti yönetimini eleştiren yazıları yayımlanana kadar sürer. Daha önce Cumhuriyet’te makaleleri yayımlanmıştır. Çok partili rejime geçiş hazırlıklarının sözkonusu olduğu o 1945 yılında, Vatan’ı çıkaran Ahmet Emin Yalman’ın önerisi üzerine, “Gerçek Hürriyet Rejimi Yolunda” başlıklı diziyi kaleme alır. Tek parti sistemini yeren bu makaleler dizisi geniş yankılar uyandırır, Ankara’da çok kişinin “başını ağrıtır.”
O sıra Maltepe Piyade Atış Okulu’nda askerliğini yapan Aybar, üniversitenin sağladığı izinle haftada iki gün ders vermektedir. Bir gün Dekan Prof. Sıddık Sami Onar, onu odasına çağırır: “Maarif Vekili Hasan Âli (Yücel) telefon etti, Mehmet Ali Aybar’ın derslerine son verilmiştir, dedi.” Böylece üniversiteyle ilişkisi kesilir. Ve Kayseri’ye, Tank Deposu Muhafız Bölük Komutanlığı’na atanır. Vatan’daki yazılarını sürdürür. 1946 genel seçimleri sona ermiştir. Sandıklarda hile yapıldığına ilişkin ciddi “iddia“lar vardır.
Aybar da “CHP’nin Değişmez Başkanına Açık Mektup” başlıklı yazısında bu konuyu ele alır. Yazı, Ahmet Emin Yalman’ın mektubuyla birlikte geri gelir. Yalman, “Askerlik durumunuz devam ettiği müddetçe yazılarınızı neşredemeyeceğiz” der. Aybar, yazıyı İzmir (sonra Demokrat İzmir) gazetesine gönderir. Kayseri’de çıkan Doğru Yol gazetesine de yazar. Çok geçmeden, bu yazılarından dolayı askeri mahkemeye verilir. Bu, ilk basın davasıdır ve aklanmayla sonuçlanır.
Askerliği sona erince Gün ve Gerçek gazetelerinde yazar. 1947’de İstanbul’da haftalık Hür’ü çıkarır. Sıkıyönetim 6. sayıda kapatır Hür’ü. İzmir’de bir basımevi sahibinden aldığı mektup üzerine gazeteyi orada, Zincirli Hürriyet adıyla yayımlar. İktidarın Amerika ile ilişkilerine karşı çıkan ilk yazılar, bu gazetede yer alır. Tam 3. sayı basılmıştır ki, İstanbul’daki, Tan gazetesinin yakılıp yıkılmasıyla sonuçlanan olayın bir benzeri İzmir’de yaşanır. İktidar partisi güdümündeki gençler matbaayı basar, gazeteyi alıp bir alanda yakarlar. Matbaacı, artık basamayacağını bildirir.
1948’de, sıkıyönetim kalkınca, Zincirli Hürriyet’i yeniden çıkarır İstanbul’da. Ama, ilk sayı yayımlanır yayımlanmaz, birtakım adamlar basımevlerini dolaşırlar. Bu yüzden, hiçbir matbaa ikinci sayıyı basmak istemez ve artık Aybar’ın gazete çıkarma olanağı kalmaz. Sabahattin Ali’nin Zincirli Hürriyet’te çıkan “Asıl Büyük Tehlike Bugünkü Ehliyetsiz İktidarın Devamıdır” başlıklı yazısından dolayı dava açılır. İki ay sonra da Sabahattin Ali öldürülür. Aybar tutuklanır; ağır ceza mahkemesinde yargılanır ve bir yıl hapse mahkûm edilir. Tutukluyken, cumhurbaşkanına hakaretten ikinci dava… Yine mahkûmiyet… Cezalar birleştirilir: 3 yıl, 8 ay hapis. Paşakapısı Cezaevi’nde Nâzım Hikmet’le karşılaşma, 1950 seçimleri ve Temmuz 1950’de Af Yasası… Aybar, özgürlüğüne kavuşur.
Demokrat Parti döneminde avukatlık yaparak geçinir. Adıyla yazı yazması bile “sakıncalı” görüldüğünden, Tahsin Hüsnü takma adıyla Yeditepe, Beraber gibi sanat dergilerinde kültür konularını ele alan yazılar yayımlar.
Türkiye İşçi Partisi’nin kurulmasından sonra Aybar’a genel başkanlık önerilmesi, parlamento yılları, parti içerisindeki tartışmalar, anlaşmazlıklar ve bölünmeler, Aybar’ın öncülüğünde kurulan Sosyalist Devrim Partisi, 12 Eylül sonrasında siyasal davalarda savunmanlık ve sosyalist örgütlenme çabaları… Bütün bunlar, son çeyrek yüzyılın, merkezinde Aybar’ın yer aldığı ilginç oluşumları…
Bunları bir başka söyleşinin konusu olarak düşündüğümden, Sayın Aybar’a kültür ve sanat konularında sorular yönelttim. Yaşamının çeşitli aşamalarını ve birbirinden ilginç anılarını o tükenmeyen enerjisiyle anlattığı gibi, hiç bıkıp yorulmaksızın bu konulardaki sorularımı da yanıtladı. Geniş bir resim kültürü olduğunu ve ta çocukluğundan 1968’e kadar resim yaptığını; edebiyattan hiçbir zaman uzak kalmadığını, özellikle roman ve şiire ilgi duyduğunu öğrendim.
Söz dönüp dolaştı, aydınların işlevine geldi. Onun aydınlar “zümre“sinin ortaya çıkışından başlayıp, sosyalizmde aydınların yerine, oradan sosyalist örgütlenme modeline ve Sovyetler Birliği’ndeki “yeniden yapılanma” önlemlerine kadar uzanan açıklama ve görüşleri gerçekten ilginç ve ne yazık ki burada özetlenemeyecek ölçüde kapsamlıydı.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.