Fedailik, Profesyonel Devrimcilik ve Kamil Dede

Yaklaşık elli yıllık arkadaşım, yoldaşım, “amca oğlu”m Kamil Dede‘yi yitirmenin sarsıntılı derin üzüntüsü içindeyim… Bazen sert tartışmalar yaptığımız, kavga ettiğimiz, kırdığımız, kırıldığımız, ama hiç bir zaman ve asla halka ve..

Fedailik, Profesyonel Devrimcilik ve Kamil Dede
Yayınlanma: Güncelleme: 23 okuma

Yaklaşık elli yıllık arkadaşım, yoldaşım, “amca oğlu”m Kamil Dede‘yi yitirmenin sarsıntılı derin üzüntüsü içindeyim… Bazen sert tartışmalar yaptığımız, kavga ettiğimiz, kırdığımız, kırıldığımız, ama hiç bir zaman ve asla halka ve devrime adanmışlığından, dürüstlüğünden, gerçeğe bağlılığından ve delikanlıca yüce gönüllülüğünden kuşku duymadığım büyük devrimciyi…

Benim için bu beklenmedik erken ölüm, çoktandır yaşamadığım karmaşık duygu ve düşüncelere, ortak anıların içinden geçmişin derinliklerinde uzun bir gezintiye sürükledi. “İnsan insanın gönlünde demlenir” derler; benim gönlümde demlenmiş ve yetkinleşmiş kamil bir dosttur sözünü ettiğim.

Kamil Dede deyince ilk aklıma gelen kuşkusuz “profesyonel devrimcilik” ya da Jön Türk deyişiyle “fedailik”tir. Bu yüksek özgeciliğin ilkeli, ahlaki duruşudur. Nasıl Deniz’lerin simgeleştirdiği 68 devrimciliği, 150 yıllık Jön Türk geleneğinin son büyük atılımı ise, Kamil Dede’ler de bağımsızlık ve sosyalizm atılımının en önünde yer alan serdengeçtileri, dervişleri, fedaileriydi. Onlar, yaşamını tam bağımsızlığa, ulusal ve toplumsal bir devrim davasına adamış, ceketi ve evi omuzunda bütün bir devrimci kuşağın simgesel karakterleridir.

Yaşadığım karmaşık duygu yoğunluğu, düşünceler sarmalı beni, bu devrimci ruhun ve kişiliklerin beslendiği toplumsal ve tarihsel kaynaklara götürüyor. Daha eskilere, köklere doğru derinleştikçe, hepsi de mal, mülk, şöhret, gösteriş, bencillik ve kibir yüklerinden, bireysel çıkarlardan arınmış, kendini kamuya, insanlığa adayan Anadolu dervişleri, abdallar, alperenler, erengaziler, adeta çağdaş tarih sahnesine çıkma arzusuyla zihnime peş peşe akın ediyorlar.

68 Hareketi‘nin, gerek sağ ve gerekse soldaki radikal toplumsal değişim düşüncelerine damgasını vurduğu geçtiğimiz elli yıllık tarihin en önemli, en özgün ve çekirdek kavramı “profesyonel devrimcilik”tir. Ölçüt; toplum, halk/millet için yaşamını ortaya koymaksa, bunun sağdaki karşılığı da, savunduğu program, izlediği yol ve yöntem ne olursa olsun, ülkücülüktür. Yozlaşmamış, saf ve ideal biçimleriyle söylersek, devrimcilik ve ülkücülük, İttihatçılık-fedailik geleneğinin sol ve sağ yorumlarından başka bir şey değildir.

Bütün hayatını sistemi değiştirmeye ve ulusal ve toplumsal bir devrimci ideale adamanın en saf, en temiz, tartışmasız en tutkulu, özgül ağırlığı en yüksek kişilik ve karakter özelliği olarak fedailik ve profesyonellik, niteliği, anlamı, işlevi düşünüldüğünde aslında toplumumuzda çok iyi bilinmektedir. 68 dalgasıyla ortaya çıkan yeni bir karakter ve kavram değildir. Tek fark, aslında Kemalizm’de içerilen sosyalizm hedefinin, 68 devrimciliğinde daha açık dile getiriliyor ve tartışılıyor olmasıdır.

Ancak farklı ülkelerde, farklı dönemlerde değişik adlar ve terimlerle ifade edilmiştir. Özellikle Sovyet Devrimi ve Bolşevik Partisi tarihinde seçkin bir yere sahiptir profesyonel devrimci kadrolar. Ama sakın ha, fedailiğin, profesyonelliğin kaynağını da dışarıya bağlama aceleciliğine ve cehaletine düşmeyelim. Aksine, hemen belirtelim, bir toplumsal kurum ve kişilik olarak bu kavramın, bu misyonun da kökeni Türklerin en az üç bin yıllık tarihi ve kültüründe gömülüdür. Bu nedenle bütün tarihsel bilgiler bizi, Rusların, Çinlerin, Avrupalıların (şövalye olarak) bu toplumsal kurumu ve kültürü Türklerden almış oldukları gerçeğine götürüyor.

***

Günümüzde ise, içeriği biraz sulandırılmış olarak ve devrimciliğin yanında “ülkücü milliyetçilik”, “İslamcılık” ideolojilerini de kapsayacak biçimde, en yaygın, en popüler adlandırılması, “davaya bağlılık”, “dava adamı” biçimindedir. Ama tekrar belirtelim, iktidar partisi ve diğer siyasi parti söylemlerinde zaman zaman geçen “dava” ve “dava adamı”nın artık fedailikle ortak yanı pek kalmamıştır; büyük ölçüde kirletilmiş ve yozlaştırılmış bir içeriğe dönüşmüştür.

Bütün ömrünü, bütün enerjisini, çabasını ortaya koymak bağlamında konuşursak, bir mesleği, bir işi profesyonelce yapmakla aslında aynı anlama geldiği söylenebilir. Ancak profesyonel devrimciliğin önemli bir farkı var, o da, işini, “mesleğini”, para kazanmak için ve çoğunlukla belli zaman süreleri içinde değil, büyük bir ideale bağlı bütün inancı ve ruhuyla, yüzde yüz gönüllü olarak yapmasıdır. Geçim, maişet derdi, ikinci, üçüncü derecede bir sorundur. Çünkü o, gününün 24 saatini ve bütün ömrünü devrimciliğe adamıştır, emeklilik diye bir şey yoktur kitabında. Geçim derdinin belirlediği, emekçinin ürettiği değere büyük ölçüde yabancılaştığı diğer işler ve mesleklerde ise görev, çoğunlukla gönülsüz, yaşamın dayattığı zorunluluklar nedeniyle yerine getirilir.

Genel olarak siyaset, avukatlık, doktorluk, işçilik, marangozluk, terzilik vb bir meslek olarak nasıl profesyonelce yapılırsa, devrimcilik de profesyonelce yapılmak zorundadır. En azından, özellikle sistem içi siyasette olduğu gibi, bir grup en seçkin, en bilinçli, en inançlı ve öncü nitelikteki kişiliklerin profesyonelliği de, özünde niteliksel farklar olsa bile, yaptığı işin kurumsal-mesleki tanımı biçimsel olarak böyledir.

Profesyonel devrimciliğin, geçmişte yer yer çarpıtılıp ve yozlaştırılarak çok hatalı yorumlarla, algılandığı, değerlendirildiği ve uygulandığı oldu. Örneğin, kimileri bunu, siyaset dışında hiç bir iş yapmamak, yani ne fikri ne de maddi bir şey üretmeden, hayatı değiştirme pratiğine derinlemesine girmeden sadece yöneticilik, propagandacılık, örgütsel görevler ve bunları da yaparken genel hamasi devrimcilik edebiyatı ile yetinen, bol bol teorik gevezelik üreten kişiler olarak algıladı. Kuşkusuz ülkemizde aynı karakter ve davranışın türlü çeşidini gördük. Bu tür “devrimci” karakterin en çarpıcı örnekleri, Dostoyevski‘nin, Turgenyev‘in romanlarında bolca işlenmiştir.

Diğer bazıları ise bunu, adı komünist, sosyalist ya da sınıfsal, devrimci söylem içeren bir partiye üye olmak ve verilen görevleri tartışmadan, sorgulamadan sınırsız bir özveri ruhuyla yerine getirmek olarak algıladılar. Bilimsel Sosyalist düşüncenin felsefesini ve zengin deneyim birikimini öğrenmeyi ve özümlemeyi önemsemediler. Bilimsel Sosyalist öğretiyi son derece yüzeysel yorumlayan aşırmacı, kolaycı, hapçı anlayıştaki bu örgüt (ve parti) fetişizminin zirvesi, bütün trajikomik çeşitleriyle 1970’lerde yaşandı. Günümüzde ise aynı sığlık ve daha vahim bir biçimde devam ediyor. Bilimsellik, okuma ve araştırma konusundaki temel sorumluluk ve duyarlılığa, entelektüel donanıma önem vermeyen hazırcı, ezberci, kafa sallayıcı memur tipi devrimcilik popülerliğini maalesef sürdürmekte.

Tekrar vurgulayalım; profesyonel devrimciliğin en belirleyici özelliği; başta öncü-aydın olarak çağının ve ülkesinin en ileri düşünce birikimine ulaşmak ve o bilgilerle kendini donatmaktır. İkincisi, doğru bildiğini her koşulda savunmaktır; hiç kuşkusuz toplumun gerçekliğinden kopuk, aptalca bir doğrucu davutluk yaparak değil. Üçüncüsü, her koşulda tek başına bir parti gibi inisiyatif  kullanarak yaratıcılığını en üst düzeyde ortaya koyabilmektir profesyonel devrimcilik.

***

Bugün bu kavramı, sanki geçmişte kalmış, antika bir eşya gibi, önemini, anlamını ve işlevini yitirmiş ve büyük ölçüde gözden düşmüş, zihinlerden silinmiş olarak anımsıyoruz. 68’li yılların o fırtınalı günlerinde, on binlerin katıldığı formlarda, mitinglerde “Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye” için içilen bağımsızlık ve devrim andları yaşamımız boyunca unutamayacağımız anılardır… Dev-Genç mahkemelerinde mesleğin nedir diye sorulduğunda, birçok arkadaşın, aşırıya kaçma pahasına ve bütün benliğini ortaya koyarcasına “profesyonel devrimciyim” yanıtlarını da bu anlamda soylu ve övgüye değer bir tavır olarak görmek gerekir.

Yeri gelmişken, Attila İlhan‘ın şu dizeleri dönemin şiirleşmiş ruhunu çok güzel yansıtıyor: “O sözler ki imgelem sonsuzluğunun / ateşten gülüdürler / kelebek çırpıntılarıyla doğarlar, ölürler. / O sözler ki kalbimizin üstünde / dolu bir tabanca gibi / ölüp ölesiye taşırız. / O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan / uğruna asılırız.”

Bütün bunlar, ne kadar ortalama yaşımızın 20-22 olduğu bir gençlik ve çocuksuluk damgası taşırsa taşısın, samimi, yürekten devrimci, yurtsever bir sorumluluk bilinciyle haykırılan söz ve eylemlerdi. Her türlü bireysel, bencilce çıkardan, hesaplı ikbal kaygılarından, pısırık, korkakça bir sıradanlıktan uzak duygu ve değerlerdi.

Daha sonraki süreçlerde, bu “sert”, “zehir gibi”, “ödünsüz” tavır ve söylemleri, kimlerin sonuna kadar uzun yürüyüşçü bir ruhla taşıdığı, kimlerin daha o zamandan “şarabı beleş içip iki sefer sarhoş olduğunu” ve bu nedenle ucuz gelip geçici bir devrimcilikle yetindiğini artık biliyoruz. Kimlerin yeminini yeterince taşıyamadığı için tökezlediğini, yarı yolda yorulup ya da “düşmanın iğvasına uyup” safları terkettiğini, hatta dönekleştiğini yakın çevremize bakarak kolayca görebiliriz.

***

Gelelim, “passiyonerlik” de denen bu tutkulu, idealist, yüksek özverili kişiliğin bizdeki tarihsel-toplumsal köklerine. Bu konuda son derece zengin ve derinlikli bir kültürel geçmişe sahip olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilirim. Hatta diyebilirim ki, Asya uluslarındaki kamucu ve paylaşmacı kültür ve değerleri en yüksek düzeyde taşıyan Türklerde, bu değerler ile Alp’lik ve onun türevi, Anadolu dervişleri ve alperenleri arasında sıkı bir bağ vardır. Alplik burada köken bir kavram ve anahtar niteliğinde bir değerdir. Alplik ve kamuculuk arasındaki be derin bağdır ki, bizdeki eşitlikçi, paylaşmacı, dayanışmacı geleneğin ocağının sürekli harlanmasını, ateşinin canlı tutulmasını sağlamıştır.

Çağdaş tarihimizle sınırlı konuşursak, geçmişi kazmaya başladığımızda karşılaştığımız ilk katmanda fedailik çıkar karşımıza. Yeni Osmanlılar, yani Jön Türkler, Namık Kemal ve Ali Süaviler, Türk Devrimi’nin ilk fedaileridir. Yine Jön Türklerin örgütlü mücadele aracı İttihat ve Terakki’nin çoğu kadroları, Kuran ve silah üzerine ant içerek devrim için hayatını ortaya koyan fedailerdi.

İttihatçı fedailiğin en özgün niteliklerini hiç kuşkusuz Teşkilatı Mahsusa kadroları oluşturuyordu. Ömer Naci, Dr. Bahaddin Şakir, Mustafa Kemal, Resneli Niyazi, Enver, Talat ve Cemal Paşa, Mithat Şükrü, Eyüp Sabri, İsmail Canbulat, Yakup Cemil, Kuşçubaşı Eşref, Ali Çetinkaya, Fethi Okyar, Mehmet Akif ve Osmanlının ve Türk milletinin bağımsızlığı için hayatını feda eden nice isimsiz kahramanlar, Türk Devrimi tarihine damgasını vuran bu örgütün büyük vatansever devrimci kişilikleriydi. Üstelik Kurtuluş Savaşı’na öncülük eden Jön Türklerin en parlak kadrolarını da, İttihat Terakki ve Teşkilatı Mahsusa’nın hayatta kalan kadroları oluşturuyordu.

***

Aslında bu kavramı ve kişiliği, Türk tarihinde çok daha eski köklere dayandırmamız gerekiyor. Tarih kazımızı katman katman derinleştirelim. Tarih kazısında Anadolu’daki bin yıllık Türk tarihi içindeki üçüncü katmanı “dervişlik” oluşturuyor. Dervişler ve onların bilge önderleri şeyhler; Hacı Bektaş, Yunus Emre, Ahi Evren, Edebali, Hacı Bayram, Abdal Musa, Sarı Saltık ve Pir Sultanlar… Ve bütün bu şeyhler ve dervişleri, Horasan’da mayalanmış Türk kültürünü Anadolu’ya taşıyan, maldan mülkten, dünya nimetlerinden elini çekmiş, evi barkı belirsiz, nerde akşam orda sabah eden, bütün varlığını, ibadetini “bir gönül fethetmeye” adamış gönül erenleriydi.

Türklerin üç bin yıllık geçmişinden Anadolu’ya uzanan mirasında, çok daha kristalize olmuş, çok daha belirgin kimliğe sahip “Alp”lik kurumu ve kültürüne tekrar dönersek… Bu kültürün Anadolu’da, Selçuklu ve Osmanlıda “Alperenler” olarak devam ettiğini biliyoruz. Alpler, Türklerin tarih sahnesine, kamusal örgütlenmeler, devletler, imparatorluklar kurarak çıktığı dört bin yıllık geçmişinde bilge savaşçılar olarak tayin edici bir rol oynamışlardır.

Alpler ya da Alperenler, bütün varlıklarını kamunun yüksek çıkarlarına, devletin varlığına, güvenliğine, bekasına adayan, hayatını ortaya koyan serdengeçtilerdi. Namuslu, dürüst, adalet ve doğruluk için ölümüne savaşan, ser verip sır vermeyen, mazluma, aman dileyene, kadına ve çocuğa el kaldırmayan yiğit kişiliklerdi.

Bin yıllık Türk tarihine baktığımızda, Selçuklu devletinin kuruluşu ve egemenliğini sürdürmesinde de, Osmanlı’nın kuruluşunda da kamunun ve devletin bekası adına hayatını ortaya koyan profesyonel savaşçılardır Alpler. Anadolu’nun ve Balkanların fethinde Aynı Alpler ikinci bir görev daha üslendi: İslamın Türk yorumundan geçirilmiş Tasavvufi ve hoşgörülü bir İslami kültür ve inancın taşıyıcılığı ve propagandası. Savaşçılıkla bilgelik, kılıçla dervişlik/erenlik Alperende birleştirilmişti. Aynı şekilde, gerek Moğol işgaline karşı kentleri ve üretim hayatını savunan direnişleriyle, gerekse Osmanlı Devletinin kuruluşu ve Balkanlarda yayılışında gösterdikleri savaşçı ve kurucu rolleriyle Ahiler de, çok önemli bir tarihsel görevi yerine getirmişlerdir. Ekonominin, mesleklerin ve esnaflığın yanında sivil hayatın örgütlenmesinde tayin edici rol oynayan Ahilik, kamucu, paylaşmacı, eşitlikçi, adaletli bir toplumsal hayatın ahlaki kültürel temellerini atmıştır.

***

Alplerden, Alperenlerden, Fedailerden 68’in Profesyonel Devrimciliğine giden yolu anlatmaya çalıştım. Bu yol, ulusal kimliğimizin ve ulusal devrimimizin niteliklerini, karakterini altın harflerle tarihe kazıyan, bağımsız ve demokratik Türkiye mücadelemizi sosyalizm ideali ile buluşturan uzun ve muhteşem bir yoldur.

Bu yol tamamlanmadı, aksine daha yarısındayız. Üstelik en karanlık evresini yaşıyoruz. Geçmişin soylu ve saygın fedailik değerleri büyük ölçüde terkedildi, aşağılandı, dışlandı; yerini, dalkavukluk, fırıldaklık, yalakalık, para-mülk tapıncı aldı. Gerçeğin, adaletin, onurun ve bağımsızlığın Kurtları, yalanın, düzenbazlığın, hırsızlığın ve alçaklığın çakallarına boğduruldu.

Ama bu topraklarda çakallık yetişmez, ancak dışarıdan, emperyalist efendilerin devşirip yemlemesiyle dayatılabilir. Bu topraklar, bu toplum öyle bir mayaya sahiptir ki, çakal eksen bile kurt olarak filiz verir. O nedenle diyebilirim ki, bugün devrimcilik bilincini ve sorumluluğunu en üst düzeyde benimseyen, bu sorumluluğu bütün diğer görevlerin önüne koyabilen öncü ve aydın kişiliklere çok daha fazla ihtiyaç vardır. Ve toprak tavındadır.

Bu yolu aydınlatan ışık kayakları da bitimsizdir, sonsuzdur. Her düşen devrimci, her sonsuzluğa yürüyen fedai, profesyonel devrimci bu yolu yüksek bilinç ve iradesiyle, soylu, namuslu insani nitelikleriyle sonsuza kadar aydınlatacaktır. Kamil Dede işte bu uzun, çileli ama aydınlık yolu geleceğe, yeni kuşaklara bağlayan uzun yürüyüşçü aydınlatıcılardandır. Ve toprağa Kamil Dedeler ekmenin zamanıdır.

Mehmet Ulusoy

Ekim 2022

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.