Ord. Prof. Dr. Cahit Arf, 1910’da Selanik’te doğdu. İzmir ve Paris St. Louis Liselerinde, Ecole Normale Superieure’de öğrenim gördü. Galatasaray Lisesi’nde bir yıl matematik öğretmenliği yaptıktan sonra 1933 Üniversite Reformu..
Ord. Prof. Dr. Cahit Arf, 1910’da Selanik’te doğdu. İzmir ve Paris St. Louis Liselerinde, Ecole Normale Superieure’de öğrenim gördü. Galatasaray Lisesi’nde bir yıl matematik öğretmenliği yaptıktan sonra 1933 Üniversite Reformu sırasında İÜ Fen Fakültesi doçent adaylığına getirildi.
Doktorasını Göttingen Üniversitesi’nde tamamladı. Orada ünlü Alman matematikçisi Hasse ile “Hasse-Arf Teoremi“ni ortaya koydular. Fen Fakültesi’ndeki görevine dönünce, 1943’te profesörlüğe, 1955’te ordinaryüs profesörlüğe yükseltildi. 1963’te emekliye ayrıldı. Bir yıl kadar Robert Kolej’de ders verdi. ABD’de Princeton Yüksek Araştırma Enstitüsü’nde ve California Üniversitesi’nde çalıştı. Daha sonra ODTÜ Matematik Bölümü’nde öğretim üyeliği yaptı (1967-80).
İnönü Armağanı’na (1948) TÜBİTAK Bilim Ödülü’ne (1974), İTÜ’nün (1980), Karadeniz Teknik Üniversitesi’nin (1980) ve ODTÜ’nin (1981) onur doktoralarına değer görülen Cahit Arf’ın ortaya attığı matematik kuram ve terimleri, bütün dünyada onun adıyla tanınıyor: “Arf Değişmezi” “Arf Halkaları“, “Arf Kapanışları“.
Türkiye’nin yüzünü ağartan bilim adamlarımızdan. Kimi cebir ve geometri problemleri, bütün dünyada onun adıyla anılan “Hasse-Arf Teoremi“ne, “Arf Değişmezi“, “Arf Halkaları“, “Arf Kopuşları” gibi kavram ve terimlere başvurularak çözülebiliyor. Matematik dünyası onu, çalışmalarını yalnız kuramsal matematikle sınırlamayıp, matematik çözümlerin mekanik problemlerine uygulanmasının en iyi örneklerini veren ve genç bir matematik kuşağının yetişmesine katkıda bulunan çok değerli bir bilim adamı olarak tanıyor.
Ya kendisi nasıl yetişti “1940’lara kadar matematikçi denince akla topçu subaylarının geldiği” bu ülkede? İstanbul’un işgalini yaşadı çocukluğunda. Bir yıl Kastamonu’da, bir yıl Adana’da öğrenim gördü. Daha ilkokulda, cetvel ve pergel yardımıyla ay-yıldız çizmeye uğraşıyor; sıra daireyi pergelle beşe bölerek yıldızı çizmeye geldiğinde zorlanıyordu. Sonradan bunu da öğrendi. Ve bu konu onu, bilim yaşamı boyunca üzerinde çalışacağı önemli bir cebir problemine kadar götürdü…
1922’de İzmir Yunanlılardan geri alınınca, babası Adana’dan İzmir PTT Başmüdürlüğüne atandı. Ama İzmir’e giren komutan başka birini getirmişti aynı göreve. Babası hakkını arar, aile geçim sıkıntısı çekerken, o da öğrenimini İzmir Lisesi’nde sürdürüyordu. Lisenin müdürü ve öğretmenleri, bu çok yetenekli öğrencinin yurtdışına gönderilmesini salık verdiler. Özel bir şirkette iş bulan babasının sağladığı kıt olanaklarla, 14-15 yaşlarında Fransa’ya gitti. Fransızlar, “tête de Turc” sözünü aptal, inatçı anlamında kullanıyorlardı. Bunu öğrendiği zaman çok incindi. Fransızcayı biraz ilerlettikten sonra, sınıftaki ilk yazılı yoklamanın ardından öğretmen, sınıfa dönüp de “Utanmadınız mı? Türkün kâğıdı hepinizinkinden iyi!” deyince, “tête de Turc” sözünü anımsadı ve içi cız etti…
Kurtuluş Savaşı yıllarında “Vatan – Millet – Sakarya duygusallığı” içerisinde yetişmişti. Bir yanda duygusallık, bir yanda sefalet, ıstırap… “Bağlı olduğum toplumla ilgili duygusallık, yavaş yavaş kendine göre bir lojik buldu,” diyor. “Bunun temelinde de, bir insanın çevresindeki insanlar kümesine bağlılığı vardı. Bu, son otuz yıldan beri bütün insanlara bağlılığa, humanizme dönüştü.”
“Üniversite Reformu“nun gerçekleştirildiği 1933’ten YÖK’ün üniversiteleri “yüksek ortaokul“a dönüştürmesine (bugünkü üniversiteleri böyle niteliyor) kadar geçen yarım yüzyıl boyunca Türkiye’nin bilim yaşamı içerisinde yerini alan Cahit Arf, bilim alanındaki gelişmeler üzerine görüş açıklarken, 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar gidiyor:
“Gerçek anlamda bilim, bu dönemde ilgi çekmeye başlamış. Ancak, verilen kararlarda da, yapılmak istenen işlerde de, çok yüzeysel bir anlayış egemen. Örneğin kılık değiştirilmiş, bu Batılılaşmak anlamına gelmiş (buna “Redingot medeniyeti” diyorum). Oysa Batılılaşma, kimi inançlar ve duygular yerine sebep-sonuç ilişkilerini egemen kılmaktır; bir akıl kullanma işidir. Daha sonra Darülfünun kurulmuş, orduda birtakım yenileşmelere gidilmiş. O aşamada da Batı’nın bilgilerini bellemekten öteye geçilememiş. Bilimsel anlamda öğrenim, kişinin kendi beynini geliştirmesi demektir. Bunu da öğrenerek değil, keşfederek geliştirir. Bilinen şeyler bile bir çeşit keşfedilir. 1933’te yapılan Üniversite Reformu’nun sonucunda, bu bir ölçüde aşıldı.”
Cahit Arf, bundan sonraki gelişmeleri kendi alanı çerçevesinde ele alıyor:
1950’de çok partili rejime geçildiğinde, matematikle uğraşanların sayısı 2-3’ten 10-15’e yükselmiştir; matematik denince akla topçu subayları gelmiyordur artık. O, Demokrat Parti’nin iktidara gelişini demokrasinin kurulması yönünden önemli bir aşama olarak değerlendirir ve sevinçle karşılar. Ancak, çok geçmeden DP ileri gelenlerince öğretim üyelerinin “kara cübbeliler” olarak nitelenmesini ve araştırma olanağını sürdürecek geçim düzeyinden yoksun bırakılmalarını hoşgörmez.
“Arkadaşların bir kısmı yan işler bulmaya çalıştılar. Bu, araştırmacılık yönünden, verimlerini düşürüyordu. Kendi alanlarından uzaklaşmalarına yol açmayacak, bir nevi onun devamı olacak yan işler sağlanmalıydı.” Bu amaçla Ankara’ya gider; uygulamalı matematik alanında çalışmadığı halde, Milli Savunma Bakanlığı’nda oluşturulan ve Türkiye’de ilk kez yöneylem araştırması yapan ARGE adlı grupla ilişki kurar. 27 Mayıs 1960 harekâtından çok kısa bir süre sonra da, 147 öğretim üyesinin görevlerinden uzaklaştırılmasını protesto amacıyla, ARGE’deki işini bırakır…
Çok geçmeden, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) yasasını hazırlamakta olan kurula katılması istenir: “147’ler arasına alınmış olan Ratip Berker’e ve öteki arkadaşlara danıştım. Katılmamı uygun buldular. Yasa hazırlanırken, TÜBİTAK’ın bir genel müdürlük haline gelmemesi, politikacıların ya da çıraklarının buyruğuna girmemesi için gereken hükümlerin konulması yolunda çaba harcadım.”
Uzun süre TÜBİTAK’ın Bilim Kurulu başkanlığı da bulunan Cahit Arf, 20 yıl kadar önemli görevler yapan bu kuruluşun 12 Eylül’den sonra işlevini yitirdiği görüşünde: “Bilim Kurulu üyeleri iki yıl için seçiliyor, görev süreleri birkaç dönem uzatılabiliyordu. Yeni üyeleri aynı kurul seçiyordu. Hükümet sadece atamalarını yapıyordu. Önce Bilim Kurulu kaldırıldı. Böylece korktuğuma uğradım. Bilimsel kimliği olmayan zatlar hükümetçe işin başına getirildi, onlar da bilimle ilgisi bulunmayan kimseleri kuruma alıyor.”
Gelelim üniversitelere… Cahit Arf’a göre, “YÖK, çok esaslı bir hata. YÖK’ü kuranların, bilimin ne demek olduğundan haberleri yok. Meslek okulu açmak, teknisyen yetiştirmek istiyorlar. Üniversite hocasının bilim yaratmaya uğraşması gerekir; bilime bu yolla egemen olabilir. Ayrıca, bilim adamı olabilmek için tutku gerekir.” Bilim tutkusunun bir örneğini de veriyor: “Biyologdu. Askerde talim yaptırıyorlar: Dur, koş, kalk! Bir kalk emrinde kalkmıyor, yattığı yerde öylece kalıyor. Subay başına gelip niçin kalkmadığını soruyor. Meğer bir böcek görmüş, onu inceliyormuş. İşte gerçek tutku budur!”
Bilim alanındaki bu olumsuz gelişmelerin toplum ve kültür yaşamı üzerindeki etkilerine kısaca bakarsak… “Bugün,” diyor Cahit Arf, “yöneteciler, en kısa yoldan teknolojik gelişme sağlanmasını, bunun için Batı teknolojisinin transfer edilmesini istiyorlar. ‘Bilimsel araştırma için vaktimiz yok, en kestirme yol Batı’dan öğrenmektir’ görüşündeler. Bu anlayışla TÜBİTAK’ın Gebze’deki Temel Bilimler Araştırma Merkezi kapatıldı. Yine bu anlayışla, üniversiteler doğru dürüst işliyor mu diye değil, kaç kişinin diploma aldığına bakılıyor, başarı bununla ölçülüyor. Kanımca çok yanlış… Bu, bizi doğrudan doğruya sıkıca dışarıya bağlar ve hiçbir dış endüstriyle rekabet edemeyiz. Genç insanlarımız da, bu yöne itilerek, yüzeysel yaratıklar haline getiriliyorlar. Hatta bu yüzeysellik, üreticilik niteliğinin oluşmamasından ya da zayıf kalmasından ötede, insanlarımızın, özellikle gençlerimizin günlük hayatlarını da etkiliyor. Örneğin gençlerimiz, eğlenmeyi tepinmek ve bir nevi müzik dedikleri bir gürültü yapmak şeklinde anlıyorlar.“
Dinin Türkiye gibi ülkelerde bilimsel ve toplumsal gelişmeyi engellediğine inanan Cahit Arf, politikanın bilime etkilerine değinirken şu noktayı özellikle vurguluyor:
“Politik hayatı gazetelerden izliyoruz. Normal zamanlarda bir gazeteye 15-20 dakika bakardım. Şimdi, saatlerce gazete okuyorum. Buna ihtiyaç duyuyorum, çünkü her yerde karşıma yolsuzluklar çıkıyor. Bu yüzden de, kendi işim üzerinde uğraşacak yerde böyle şeylerle dağılıyorum. Bu, bütün meslektaşlarım arasında görülüyor.“
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.