Bir Heves 44 Yıl Sahne: Necdet Mahfi Ayral

“Sahneye çıktığımız geceler 90 kuruş gündelik veriyorlar. Evliyim, çocuğum var. Bununla geçinmenin imkânı yok. Piyesler akşam dokuzda, dokuz buçukta başlıyor; birde, bir buçukta bitiyor… Tramvaya binmiyorum; Tepebaşı’ndan kalkıp, yangın yerlerinden..

Bir Heves 44 Yıl Sahne: Necdet Mahfi Ayral
Yayınlanma: Güncelleme: 43 okuma

Sahneye çıktığımız geceler 90 kuruş gündelik veriyorlar. Evliyim, çocuğum var. Bununla geçinmenin imkânı yok. Piyesler akşam dokuzda, dokuz buçukta başlıyor; birde, bir buçukta bitiyor… Tramvaya binmiyorum; Tepebaşı’ndan kalkıp, yangın yerlerinden geçerek Kurtuluş’a gidiyorum…”

Tiyatroyu “İki kalas, bir heves” diye tanımlarlar ya… İşte o “heves“ti, o tutkuydu onu tiyatroya, tiyatronun çilelerine yönelten…

Necdet Mahfi Ayral, 1908’de İstanbul’da doğdu. Babasının ölümü üzerine Galatasaray Lisesi’nin onuncu sınıfından ayrıldı: Deutsche Orientbank’ta, Yıldız Gazinosu’nun muhasebe bölümünde, Elektrik Şirketi’nde çalıştı. 1932’de İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’na girdi.1976’da emekliye ayrılana kadar pek çok oyunda, irili ufaklı yüz yetmiş kadar rolde oynadı. Ayrıca on sekiz yıl sahne yönetmenliği yaptı. 1968’de Açıkhava Tiyatrosu’nda jübilesi düzenlendi. Elli dolayında filmde rol alan, Muhsin Ertuğrul’un yönettiği filmlerde on beş yıl süreyle reji asistanlığı yapan Necdet Mahfi Ayral kimi piyes ve romanları sinemaya uyarladı, senaryolar yazdı. İlk önemli rolü Yarasa’da Doktor Falke’ydi. Öteki önemli rolleri arasında Lüküs Hayat’ta İrfan, Kral Lear’de Soytarı, Küçük Şehir’de Karabet Gümüşyan, Bir Komiser Geldi’de Komiser, Ahududu’da Haydar Paşa, Cyrano de Bergerac’ta Don Marzio, Tartuffe’de Cleant, Pusu’da Ağa Yılanoğlu sayılabilir. Necdet Mahfi Ayral’ı 5 Haziran 2004’te yitirdik.

Bugün Paşabahçe dediğimiz bilmem kaç bin nüfuslu semt, Sultan Abdülaziz döneminde Müşir İzzet Paşa’nın cevizliği imiş. Adı, oradan geliyor Paşabahçe’nin. Paşa’nın dört karısı, birçok kızı oğlu var.Kızlarından biri de Necdet Mahfi’nin Ferik Hasan Kâzım Paşa’yla evlenmiş olan anneannesi…Babası, Arnavutluk’ta fırka kumandanlığı yapan Mehmed Mahfi Bey. 1908’de paşalığa terfi ettiriliyor; üç ay sonra iktidara gelen İttihatçılar rütbesini yeniden miralaylığa (albay) indiriyorlar…Mehmed Mahfi Bey aruzlu şiirler yazarmış; kimi şiirleri Tamburi Cemil Bey ve Udi Âmâ Hadi Bey tarafından bestelenmiş…

Yazın Paşabahçesi’ndeki köşkte, kışın Ayasofya’da oturuyorlar. Evde bacılar, evlâtlıklar, uşaklar… Necdet Mahfi, Yerebatan’daki Mekteb-i Vatan’da öğrenime başlıyor… On yaşlarındayken, sünnet düğünü hazırlıklarına girişilince babası soruyor: “Nasıl bir eğlence istersin?” “Tiyatro!” diyor Necdet Mahfi. Birkaç yıldır Beykoz’a gelen “Salim Baba Tiyatrosu“nu ilgiyle izliyor; evde sık sık topluluğun komiklerinden İmam Hakkı’nın taklidini yapıyordur…

Köşkün yanındaki tepeye sahne kuruluyor. Bir yanda Necdet Mahfi’nin ve onunla birlikte sünnet olan çocukların karyolaları, öte yanda görülmemiş bir kalabalık… O sahneyi bozdurmuyor; yataktan kalkar kalkmaz arkadaşlarını toplayıp orada temsiller veriyor yaz sonuna kadar…

Necdet Mahfi Ayral03

Sonra Galatasaray Sultanisi (Lisesi)… Hayır, orada okul temsillerine katılmıyor. Lisenin beşinci sınıfında babasını yitirince, okuldan ayrılıp Deutsche Orientbank’a giriyor. M. Helen’le tanışıyor orada, evleniyorlar. Yıldız Sarayı’nda açılan gazino ve kumarhaneye geçiyor sorumlu muhasebeci olarak. Yıldız kapanınca Elektrik İdaresi’nde memurluğa başlıyor. 

Derken askerlik gelip çatıyor… Askerlikten terhis edileceği sıra, onu pek sevmiş olan tümen komutanı Rüştü Paşa diyor ki: “Herhangi bir yerde iş bulmak istiyorsan tavsiye mektubu yazayım.”

Madem bana böyle bir lütufta bulunacaksınız, Vali ve Belediye Reisi Muhittin Beyefendiye bir mektup yazın,” diyor Necdet Mahfi. “Tiyatroya girmek istiyorum.

Muhittin Üstündağ da Şehir Tiyatroları müdürlüğüne yolluyor onu: “Tiyatroya geldim… Bir türlü cesaret edip içeri giremiyorum. Mahmut Moralı’yı gördüm kapıda. Onu Yıldız gazinosundan tanırdım. Elimdeki mektubu gösterdim, beni Muhsin (Ertuğrul) Beye götürdü. O da tiyatro müdürü Memduh Beye gönderdi. Memduh Bey, ‘Evladım, bu çok güç bir iş’ dedi. ‘Buraya gelenin kimisinin sıhhati müsait değildir, kimisinin kabiliyeti, kimisinin para durumu… Fazla durmazlar, çıkarlar. Senin para durumun nasıl?’ Var efendim, dedim, şartları kabul ediyorum. Muhsin Bey geldi o sıra, ‘Ne oldu?’ dedi. Efendim kabul ettim, dedim. ‘Pekâlâ, öyleyse yarın yukarı fuayeye provaya gelin’ dedi.”

Bir hafta sonra, 1 Ekim 1932’de perdeler açıldığında Yedi Köyün Zeynebi adlı oyunda küçük bir figürandır Necdet Mahfi. Cahide Sonku, Hadi Hün, Ferih Egemen’le birlikte, köylü rolünde… O yılın ikinci oyunu Mucize’de birkaç cümle söyler…Çok geçmeden de iki filmde rol alır. Cici Berber’de ve Yunan artistlerinin oynadığı, yönetmenliğini Muhsin Ertuğrul’un yaptığı bir filmde.

Altı ay kadar sonra, ‘Muhsin Bey yarın İpekçilerin stüdyosunda seni bekliyor’ dediler. Gittiğimde elinde bir senaryo vardı. ‘Necdet, sen dekupaj nedir bilir misin?’ dedi. Bilmem efendim, dedim.Anlattı… ‘Yazı makinen var mı?’ dedi. Yok efendim, dedim. Nerden olsun… Kendisinde portatif bir makine vardı. ‘Bunu al, ister burada ister evde, hazırla, bana getir’ dedi.”

Böylece Muhsin Ertuğrul’un reji asistanlığına da alınmış olur. Bataklı Damın Kızı Aysel’den başlayarak, on beş yıl boyunca bütün film çekimlerinde onun yardımcısıdır. Ayrıca küçüklü büyüklü roller alır, Akasya Palas’ta başrolü oynar…

Necdet Mahfi Ayral02Tiyatrodaki ilk başrolüne gelince… Muhsin Ertuğrul her yıl Avrupa’ya gider; tiyatro ve operetlerde incelemelerde bulunur. O yıl dans hocası Celal Bulkat’la gittiklerinde Yarasa’yı izlerler. Celal Bulkat’a, “Tamam” der. “Biz de bu yıl Yarasa’yı sahneye koyacağız. Doktor Falke’yi (başrolü) de Necdet oynayacak.” Dönüşlerinde Celal Bulkat, çıtlatır: “Necdet, bu yıl büyük bir hayvan rolü oynayacaksın.”

Bunu bir şaka sanır Necdet Mahfi, üstünde durmaz. Yarasa’nın hazırlıkları başlar. Ancak Doktor Falke (Yarasa) rolü açıktadır… Tam o günlerde, tiyatro festivaline katılmak üzere Moskova’ya gitmiş olan Muhsin Ertuğrul’dan bir telgraf gelir: “Rolü Necdet oynayacaktır, şarkıları öğretin.”

Necdet Mahfi’nin tiyatroya ilk adımını atışı üzerinden ancak iki yıl geçmiştir. 10 Ekim 1934’te perdeler açılır ve rolünü başarıyla oynar. Sonradan birkaç kez daha sahneye konulur Yarasa… 1933’te Sahne Müdürü Sait Köknar’ın yardımcılığını yapan Necdet Mahfi, ertesi yıl sahne yönetmenliğine getirilir. Bu görevi on sekiz yıl sürdürür. Alabildiğine ciddi, disiplinli, astığı astık kestiği kestik…

Bir yandan da çeşitli oyunlarda rol almaktadır. Başrol, orta rol, küçük rol… 1976’ya kadar… 1975’te çıkan bir kararname uyarınca, yedi arkadaşıyla birlikte emekliye ayrılır. Emekli Sandığı kapsamına alınmamış, Sosyal Sigorta emeklisi sayılmışlardır. Buna karşın Belediye kıdem tazminatlarını ödemez. Önce Danıştay’da, sonra İş Mahkemesi’nde dava açarlar. Hayır… 44 yıllık çalışmanın ardından ödenmesi gereken 70 bin liralık kıdem tazminatına yasal dayanak bulunamamıştır…

Necdet Mahfi, “Türk tiyatrosu nereden nereye geldi” sorusunu yanıtlarken “Kötüye geldi,” diyor. “1970’lere kadar fevkaladeydi. Çalışma ve temsil açısından… Aktörler, aktrisler rollerini oynamazlar, yaşarlardı. Bu, yavaş yavaş kayboldu. Robot gibi oynuyorlar. Oyunlarında ruh yok, yaşama yok; tiyatro tekniğini de bilmiyorlar. Sinema da öyle...”

Şimdi, bir altın çağ olarak gördüğü o yıllarının acı tatlı nice anısını yazıyor. (“Tiyatronun en kalıcı yanı, anılar” denebilir mi?) İşte küçük bir anı:

“Haftada bir oyun çıkarıyoruz. Rollere alelacele hazırlanılıyor… Zehirli Kucak piyesinde Muhsin Bey rolleri değiştirdi; bana da Papaz rolünü verdi. Odalara kapandık, akşama kadar okuduk… Birinci perdede genç doktorla (Sami Ayanoğlu oynuyor) beş altı dakika konuşuyoruz. Elimde bir sepet var, içinde şeytanminaresi. Denizden çıkarmışım… Rolüm bitiyor, doktor beni kapıya kadar geçiriyor. Kapıya gelince, bana yavaşça ‘Pılını pırtını topla’ dedi. Ben de bunu heyecanla rolümden unuttuğum bir cümle sandım, ‘Pılını pırtını topla oğlum!’ dedim yüksek sesle… Arkadaşlar öyle bir gülüştüler ki… Öteki perdelerde kimse doğru dürüst rol oynayamadı. Meğer sepetle kabuğu unutmuşum, Sami onları hatırlatmak istemiş…”

Necdet Mahfi Ayral, her şeyi o güzel diksiyonuyla, sözünü ettiği kişilerin konuşma üslubu ve ses tonuyla anlattı. Bu yazı, konuşmalarının bir özeti, bir gölgesi oldu…

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.