Bâbıâli’de 60 Yıl: Rakım Çalapala

Rakım Çalapala 1909’da İstanbul’da doğdu. İstanbul Lisesi’ni, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Lise öğrencisiyken Yarın gazetesinde başlayan basın yaşamı Son Posta ve Akın gazetelerinde sürdü. Bir yıl kadar Osmanlı Bankası’nda..

Bâbıâli’de 60 Yıl: Rakım Çalapala
Yayınlanma: Güncelleme: 152 okuma

Rakım Çalapala 1909’da İstanbul’da doğdu. İstanbul Lisesi’ni, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Lise öğrencisiyken Yarın gazetesinde başlayan basın yaşamı Son Posta ve Akın gazetelerinde sürdü. Bir yıl kadar Osmanlı Bankası’nda çalıştı. 1936’da girdiği Türkiye Yayınevi’nde, o dönemin başlıca çocuk dergileri olan Yavrutürk ve Çocuk Haftası’nı yönetti; Hafta ve Yıldız dergilerinde yazdı. Daha sonra Resimli Hayat, Yedigün ve Karikatür dergilerinde çalıştı. Musevi Lisesi ile Alman Lisesi’nde öğretmenlik de yapan Rakım Çalapala, 1951’de Hürriyet gazetesinden ayrılarak Atlas Yayınevi’ni kurdu; okul kitapları yazdı. Yayımlanmış kitapları şunlardır:

Çocuklar için: 87 Oğuz (1933), Mustafa (1944), Yavrutürk Şiirleri (1968); roman: Köye Giden Gelin (1950); öyküler: Aşk İnsanı Güzelleştirir (1965), Işıklı Pencere (1965); oyun: Eski Bir Dost (1933); Köyden Gelen Ses (1933). Rakım Çalapala’yı 12 Şubat 1997’de yitirdik.

Rakım Çalapala, yargılamaktan kaçınan, sonuçlar çıkarmaktansa olayları, olguları anlatmayı yeğleyenbir kişi. Ama, söz yayıncılıktan açılınca, dayanamayıp şunları söylüyor:

Ormanda ağaçlar baltadan şikâyetçi olmuşlar. Konuşup dururken içlerinden biri, ‘uzun etmeyin’ demiş, ‘baltanın sapı bizdendir.’ Evet, gazetecilik çok gelişti ama, kitap yayıncılığını öldürüyor.”

Bu yargının gerekçesi de şu: “Eskiden gazete çıkaranlar, ‘erbab-ı kalem’dendi, yani eli kalem tutan kişilerdi. Şimdi başka alanlardan para kazanmış kişiler, gazete satın alıyorlar. Eskiden Rusya’da prensler, topraklarını üstünde yaşayan insanlarla, serfleriyle birlikte satarlarmış. Gazeteler de öyle satılıyor. Gazete eşya pazarlama aracı olarak bile kullanılıyor. Ayrıca, bedava kitap verilerek, kitap yayıncılığı baltalanıyor. Üstelik, okuyucu çoğunluğunun işine yaramayacak ekler veriliyor. Bu, kâğıt savurganlığından başka bir şey değil.”

Öteden beri pek güç koşullar altında yayıncılık yapıldığını da belirtiyor Rakım Çalapala. Kitap tirajlarının otuz, otuz beş yıl önce binle üç bin arasında değiştiğini, bugün de üç bin dolayında olduğunu ekliyor. Nüfusun birkaç kat arttığı gözönüne alınırsa, yayıncılık sürekli geriliyor…

Rakım Çalapala-Kitap01

Rakım Çalapala, “Bâbıâli” dediğimiz basın-yayın dünyasına lise öğrencisiyken giriyor. İlkin Arif Oruç’un çıkardığı, Serbest Fırka’yı destekleyen Yarın gazetesinde çalışıyor. Daha sonra Zekeriya Sertel ile üç ortağının yayımladıkları Son Posta’da ve Ağaoğlu Ahmed’in Akın’ında… O yıllardan bir anı:

Ders yılı sona ermiş… Liseyi bitirenler, şimdiki gibi sınava filan girmeden, istedikleri fakültelere kayıtlarını yaptırıyorlar. Son Posta’yı yöneten Zekeriya Sertel, Rakım Çalapala’ya görev veriyor:

Gençler önce seçecekleri meslekleri tanısınlar, sonra nereye gireceklerine karar versinler. Çeşitli mesleklerde başarılı olmuş kimselerle konuşmalar yap...”

Başarılı gazeteci” olarak da Ahmet Emin Yalman seçiliyor. Zekeriya Sertel, “Ahmet Emin Bey’le konuş, benim selâmımı da söyle,” diyor.

O zaman Amerika’da gazetecilik öğrenimi görmüş iki kişi vardı Türkiye’de: Zekeriya Bey’le Ahmet Emin Bey. Hükümet, Ahmet Emin Bey’in gazete çıkarmasını yasaklamış. O da Taksim’de otomobil lastiği satan bir firma açmış… Daha önce kendisini görmüş değildim. Gittim; Zekeriya Bey’in selâmını söyledikten sonra, ‘Ünlü bir gazeteci olduğunuz için size geldim,’ dedim ve sordum:‘Gazetecilik mesleğinde başarılı olmak için neler yapmak gerekir?’ Ahmet Emin Bey ellerini iki yana açtı: ‘Görüyorsunuz, ben otomobil lastiği satıyorum,’ dedi. ‘Gazetecilikte başarılı olsam lastik satar mıydım?’ Konuşmadı.

Liseden sonra bir yıl kadar Osmanlı Bankası’nda çalışan Rakım Çalapala, Hukuk Fakültesi’ne yazılıyor. Basındaki çalışmaları da sürüyor. 1936’da Türkiye Yayınevi’ne giriyor. Tahsin Demiray’ın sahibi bulunduğu yayınevi Çocuk Haftası ve Yavrutürk adlı çocuk dergilerini, magazin dergisi Hafta’yı, sinema-tiyatro dergisi Yıldız’ı çıkarıyor. Rakım Çalapala bu dergilerde yayın yönetmenliği yapıyor; çocuk şiirleri, öyküler, değişik konularda magazin yazıları yayımlıyor. Orada on yedi yıl dergilerle iç içe yaşadıktan sonra, Kâzım Taşkent’le Şevket Rado’nun çıkardıkları Resimli Hayat dergisine geçiyor.

Daha sonra Sedat Simavi ile çalışıyor, yedi yıl: Yedigün’de yazıları yayımlanıyor; mizah dergisi Karikatür’de yer alan Ramiz’in karikatürleri, Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Çamdeviren” imzalı manzum yazıları, Server İskit’in “Zaparta” imzalı düzyazıları dışındaki tüm ürünler onun kaleminden çıkıyor. Rakım Çalapala mizah alanında yazmaktan hoşlandığını; yüzlerce öyküsünden yüzünü iki kitabında topladığını belirtiyor.

Bu sıralar (1944) Amatör adlı “hobi dergisi“ni de yayımlıyor. Amerika’da çıkan Popular Science’ı örnek alan bu dergi, Türkiye’de kendi alanında ilk ve son yayın oluyor. Ancak 12 sayı çıkabiliyor. Sedat Simavi Hürriyet’i yayımlamaya başlayınca Rakım Çalapala da oraya geçiyor:

Gazetenin ilk çıktığı yıl… Edirne’ye gidiyordum. Sedat Simavi, ‘Gitmişken Kırkpınar güreşlerini yazıver’ dedi. O zamana kadar sporla hiç ilgim olmamıştı. Gittim. Hakemler, küçük bir masanın arkasında. Suyolcu Mehmet Pehlivan falan… Bir iskemle de ben çekip yanlarına oturdum. ‘Kimsin, nesin’ diyen olmadı. Güreşenleri seyredip kendi aralarında konuşuyorlar: Sarma taktı, göbeği parladı (yenildi)… Ben de not alıyorum. Akşam üstü, bütün gazeteciler postaneye doluştuk. Bir telefon kulübesi var, kapısı açık. Sırayla herkes İstanbul’a, gazetesine yazdırıyor. Eşref Şefik, bu işin ustası. O yazısını Cumhuriyet’e geçerken, söylediklerini işitip birkaç kelime daha ekledim yazıma. Bu ilk ve son spor yazım, gazetede beğenildi.”

Rakım Çalapala, Musevi Lisesi ile Alman Lisesi’nde öğretmenlik de yapmış: “Bizim zamanımızda gazetecilerin birçoğu öğretmenlik alırlardı,” diyor. “Yalnız kalemle geçinilmezdi. İlk akla gelenler Burhan Felek, Yusuf Ziya Ortaç, Hakkı Tarık Us, Orhan Seyfi Orhon. Hepimiz, aynı zamanda öğretmenlik yapardık.”

1951’de Atlas Yayınevi’ni kurar, ders kitapları yayınına girişir. “Ders kitapları, on üç yıl devletçe basıldıktan sonra 1951’de serbest bırakıldı. Belirlenen müfredat programına ve forma ölçüsüne göre kaleme alınan kitaplar, Bakanlığın Talim ve Terbiye Dairesi’nde inceleniyordu. Bunlara yazar adı konulmuyordu. Bir çeşit yarışma gibiydi.”

Eşi Nimet Çalapala ile birlikte ilkokulun dördüncü ve beşinci sınıfları için Tarih, Coğrafya, Yurttaşlık Bilgisi, Aile Bilgisi, Tabiat Bilgisi, Matematik kitapları yazarlar. Bunlar uzun yıllar okutulur. İki kez de açılan alfabe yarışmalarında derece kazanırlar.

Rakım Çalapala-Kitap02

Ders kitaplarının 1970’ten sonra yeniden devletçe basılmaya başlanması üzerine, yayınevini Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halide Edip Adıvar ve Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun romanlarına ağırlık veren bir çizgide yaşatır. Hüseyin Rahmi ile Halide Edip okul kitaplarına girmiş yazarlar olduklarından, Çalapala’ya göre, çok satan romancılar sayılabilirler.

Bugünkü eğitim sisteminin eleştirilecek yönleri bulunduğunu söyleyen Rakım Çalapala, 17 yıllık çocuk yayıncılığının verdiği yetkiyle, günümüz çocuk dergilerini beğenmediğini belirtiyor. Bunları, özellikle vurdulu kırdılı çizgi-romanlara yer verdikleri için eleştiriyor.

Baş sermayem, akıcı, açık bir Türkçem oluşuydu.” Basındaki bunca yıllık deneyimlerinden sonra, Rakım Çalapala bu olguya parmak basmak gereğini duyuyor. “Çok ünlü” bir kişi olamayışını da “kliklere girmeyişi” ile açıklıyor: “Öteden beri şairler, yazarlar birbirini tanır, birbirinin reklamını yaparlar. Meyhanede biraraya gelip karşılıklı şiirlerini okur, ya da aralarında para toplayıp bir dergi çıkarırlar. Böyle kliklere katılmayıp da ünlü bir kişi olan az sayıda yazar vardır. Mehmet Akif, Hüseyin Rahmi bunlardandır.”

Rakım Çalapala’dan bir anı daha aktaralım: “1935-36… Yusuf Ziya Ortaç, Akbaba’nın biçimini ve boyutunu değiştirmeye karar vermiş. Dergiyi Tahsin Demiray’ın Reşitefendi Hanı’ndaki matbaasında bastırmak için, konuşmaya gelmiş. Ben de oradayım. Tahsin Bey sordu:

-Üstad, çeyreklere doğru mu, yoksa tahsisata doğru mu? Çeyrek, beş kuruş. Derginin fiyatı. Tahsisat ise hükümetten sağlanacak abone, ilan…

-Aaah, dedi Yusuf Ziya. O çeyrekler çok tatlıdır ama… Okuyucu sana çeyreği vermek için şöyle mahkemelik bir yazı ister. Yazarsın. Okuyucu alışır, bu kez hapse girecek bir yazı ister. İpe kadar yolu vardır. Elbette tahsisata doğru!..”

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.