Türk Devrimi ve Sosyalizm Dersleri (1)

“Irmağın denize doğru akması kaynağına bağlılığındandır” diye anlamı derin bir veciz söz vardır. Aslında tarihsel ve toplumsal gelişmenin bütün biçimleri, büyük bir ırmağın kaynağından denize ulaşma tutkusuyla geçirdiği maceralı yolculuğa..

Türk Devrimi ve Sosyalizm Dersleri (1)
Yayınlanma: Güncelleme: 56 okuma

Irmağın denize doğru akması kaynağına bağlılığındandır” diye anlamı derin bir veciz söz vardır. Aslında tarihsel ve toplumsal gelişmenin bütün biçimleri, büyük bir ırmağın kaynağından denize ulaşma tutkusuyla geçirdiği maceralı yolculuğa benzer. Kaynaktan beslenmeyen, kaynakla bağları kopan ırmağın kaderi, bir süre sonra denize ulaşamadan kuruyup gitmektir.

Sonsuzluğa akan tarih ırmağında türlü biçimlerde oluşan toplumsal, düşünsel, siyasal olaylar da benzer diyalektik süreçler içerir. Söz konusu akış içinde ciddi tıkanıklıkların baş gösterdiği her durumda, öncelikle tarihsel ve toplumsal köklere, kaynaklara dönmek ve oralardan yeniden güç ve esin almak çabasına girilir, kaçınılmaz olarak. Bu, her düzeyde insanların en çok başvurduğu çaredir, yöntemdir.

Öyle ki, tıkanmanın derinliği arttıkça ve sorunların eldeki bilgilerle çözümü zorlaştıkça, tarihten öğrenmenin kapsamı ve derinliği de artar. Geleceğe dönük bir hamle, bir sıçrama yapabilmek, bir engeli aşabilmek için, engelin yüksekliği ve genişliğiyle orantılı olarak belli bir uzunlukta geriye çekilerek hız almak aynı zamanda bir fizik yasasıdır. Başka deyişle, tarih dağarcığını gerekirse tekrar tekrar karıştırmadan, geçmişi iyi kavrayıp günün gerçekliğinde bilince çıkarmadan, kısacası geçmişten ders almadan geleceği yaratmak mümkün değildir.

***

Özellike 60 yaş üzerindeki, olgunluk çağını yaşayan bugünkü deneyimli kuşağın en iyi bildiği ve büyük ölçüde içinde yaşayıp kısmen sorumlu olduğu, 60’lardan sonraki yakın geçmişi düşünelim. Kuşkusuz, daha çok da, o dönemi yaşamayan genç devrimci arkadaşlar içindir bu deneyim aktarma çabamız. Belleğimizde bir çok anının hâlâ canlı olduğu yakın geçmişin deneyim ve bilgi dağarcığını, ezbere değil, ne aradığımızı bilerek, bilgece ve cesaretle karıştıralım.

Günümüzdeki tıkanmaya ilişkin bir çok sorunun yanıtlarını, neyin doğru neyin yanlış olduğunu, yakın geçmişin deneyim ve bilgi birikiminde rahatlıkla bulabiliriz. Yeter ki, kolaycı ve sığ bilgi avcılığına başvurmadan, çok bilinen, ortalama ve yanıltıcı bilgileri aşıp çok yönlü, derinlikli bir araştırmanın sabrını gösterebilelim.

Sol’da bugünün düşünsel ve siyasal yapılanmalarının büyük ölçüde temellerini oluşturan yakın geçmiş deneyimleri, Türk Devrimi’nin ikinci büyük atılımı 27 Mayıs ve sonrasındaki Yön Hareketi ile 68 Hareketinin odağında yer aldığı süreçtir. Aynı zamanda şunu da ekleyebiliriz: Baskın eğilimler ve nitelikler olarak, 60’lar-68’ler, daha çok neyin doğru olduğunun deneyim birikimini verirken, 70’ler ve 80’ler ise, neyin yanlış olduğunun ağırlıklı, başat anlayışlarını vermektedir.

50-60 yıllık geçmişin derslerine ve değerlendirmesine bakarak bile solun devrimci ırmağının akışında ciddi bir tıkanıklık, girdaplaşma, kirlenme ve dağılma yaşandığını görebiliyoruz. Bütün bunların sonucu olarak, 68 devrimci dalgasından bu yana geçen süreçte sosyalist, devrimci sol, enerjisini, çekim gücünü yitirmiştir ve hâlâ paramparçadır. Bunda, kuşkusuz, 75’lerden ve özellikle de 90’lardan sonra geri çekilen dünya devrim ve sosyalizm dalganının önemli bir rolü vardır.

Ancak, her şeye karşın, 90’ların başında Türkiye’de çok güçlü bir devrimci birikim vardı. Bu birikimin içinden nesnelliğe olumsuz nesnel etkenlere teslim olmayan, öznel iredeyi öne çıkaran girişimler olsa da, günümüze gelindiğinde, yine aynı öznel irade yetersizliğinden, çeşitli nedenlerle dereciklerin ırmağa dönüşmesi gerçekleşmedi. Özetle, Antiemperyalizm, ulusal bağımsızlık ve uluslaşma, ulusun bütünlüğü ile sosyalizmin kopmaz bağı hâlâ kavranamamış ve kurulamamıştır. Üstelik, kendini sosyalist olarak tanımlayan TİP, EMEP gibi önemli bir kesimi ABD piyonu PKK’nın gölgesinde, büyük bir yanılsamanın, kirlenmenin temsilcisi durumunda.

Bölücülük ve ABD cephesindeki siyasal duruşları nedeniyle sosyalist ve devrimci nitelikleri tartışmalı bu ve benzeri grupları saymazsak, Türk solu/sosyalistleri, çekim merkezi olacak, etkili bir kuvvet yaratamadığı için yüzde 0,5’leri aşamayan TKP, HKP, SCP, VCP vb çeşitli parti ve çevrelere bölünmüş durumdadır. Kimileri de, yüzde 0,4’lere varan gücünün yüzde % 75’ini, karşıdevrim cephesine biat eden ve devrimci ideallere ihanet eden siyasetler izleyerek kaybetmiş ve yüzde 0,4’lerden yüzde 0,1’e inmiştir. Bir bütün olarak bakıldığında, sosyalistler, tek başına devrimci bir kuvvet ve çekim merkezi oluşturma yeteneği, çapı ve iradesinden uzak görünüyorlar.

Dolayısıyla, siyaseten sistem partilerinin sağa-sola çekiştirdiği, onların çekim alanından kurtulamayan, bağımsız, gündem belirleyen etkili ve gerektiğinde caydırıcı, anlamlı bir kuvvet merkezi olamayan bir acizlik, iktidarsızlık söz konusudur. Türkiye gündemini yeri geldiğinde berlirleme, emekçi sınıfları, doğayı ve tarım topraklarını savunma mücadelesi veren köylüleri ve her gün en az biri katledilen kadınlarımızın isyanını kucaklama açısından son derece yetersiz, çapsız ve dar ufukluluğu aşamamış yapılanmalar görünümündeler.

***

O kadar uzun ve zengin bir deneyimden sonra bu ruhsal ya da öznel enerji yetersizliği düşündürücüdür. Devrimci bir kuvvet merkezi yaratmanın bütün nesnel koşulları, düşünce birikimi ve kadro kaynağı olduğu halde ne bu gerçekleşmiyor? Neden?.. Günün en acil ve dayanılmaz ihtiyacı olan birleşme-birleştirme ve bir kuvvet merkezi yaratma yeteneği gösterememekte somutlaşan bu öznel bilinç ve irade düşüklüğünün temel nedeni, en başta, derin bir tarihsel bilinç ve geçmişten öğrenme yoksunluğu değil de nedir? Bütün bu günü kurtarmacı, kolaycı, ezberci, şabloncu sığlıkların hem nedeni hem de sonucu, halka, ulusal özgünlüklere yabancılaşma ve köksüzlük değil de başka ne olabilir?

Bu nedenle, sosyalist solun tıkanma ve dağılıp ufalanma krizinden çıkışının anahtarını, hem doğruları hem de yanlışları bütün yetkinliği ve öğreticiliğiyle içeren 60’lar ve70’lerin düşünce ve deneyim dağarcığında bulabiliriz. Başka deyişle, bugünkü tartışmanın ve çürükleri, yanlışları sağlıklı biçimde ayıklayabilmenin özgün kökleri 60’lar ve 70’lerdedir. Dağarcıktaki, ulusal özgünlükleri yansıtmayan, abur cubur, ikincil, üçüncül dereceden, kişisel, işe yaramaz deneyim ve bilgileri ayıkladıktan ve günümüzün bilinç düzeyi, gelişmiş ölçüt ve beklentileri imbiğinden geçirdikten sonra, hâlâ bize ışık tutabilecek nitelikteki birikim ve dersleri şöyle sıralayabiliriz:

1) Jöntürk geleneğinin son büyük atılımı olan 27 Mayıs, Yön ve 68 devrimciliğinin en temel özelliği ve genel eğilimi, zirveye çıkmış bir ulusal bağımsızlıkçılık, toplumcu, halkçı bir duyarlılık dalgası olmasıydı. Aynı zamanda bu, sözkonusu duyarlılığı bir devrimci program ve siyasete kavuşturma temelinde Türkiye’ye özgü bir sosyalizm modeli arayışı ve geliştirme çabasıydı. Kemalizm ve sosyalizmin çeşitli yorumlarının içinde gelişip aktığı ortak bir vadide gelişmekteydi. Kemalizm ile sosyalizm arasında kesin bir sınır yoktur; bir içiçelik, canlı, dinamik bir geçişlilik ve geniş bir ortak zemin vardır.

Kemalist Devrimin ikinci atılımıyla güncellenen, Yön dergisi ve Hareketiyle teorize edilen “Milliyetçi sosyalizm”, “Kemalist sosyalizm” ya da Şevket Süreyya Aydemir’in deyişiyle “Türk Sosyalizmi”, bu antiemperyalist, ulusalcı sosyalizm arayışına, Türkiye’nin tarihsel ve toplumsal dinamiklerinden, toplumcu düşünce pratiklerinden üretilmiş en etkili, en sistemli yanıtlardı (*).

2) 1960’larda, henüz solculuğunu / devrimciliğini bile açıklamaktan çekinen, bunu “biz de ortanın solundayız” diye açıklasa bile siyaseten yapan İnönü CHP’si dışında, gerçek Kemalist, solcu ve devrimciler, son derece dinamik ve üretken bir çaba içindeydiler. Sosyalizme, devrimci Kemalizme ilişkin bütün düşünce, eğilim ve yorumların “Bağımsızlık ve Demokrasi” sloganıyla tek bir partide, TİP’te birleştiği, devrimcilerin, sosyalistlerin birliği açısından çok önemli dersler içeren bir partileşme süreci yaşandı. Bu süreçte sosyalizmle ilgili iki farklı modelden birincisini, gerek Yön’ün, gerekse M. Ali Abar, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli, Reşat Fuat Baraner gibi TKP/Şefik Hüsnü geleneğinin en yetkin kişilerinin temsil ettiği MDD (Milli/Ulusal Demokratik Devrim) stratejisi oluşturuyordu.

Bu devrim stratejisi ve bağlı siyaset ve anlayışlar, başta Aybar olmak üzere TİP’in önemli bir kesimi tarafından savunuluyordu. TİP’in halkta karşılık bulup, geniş kesimlere ulaşması ve yüzde 3 gibi bir oy alarak belli ölçüde kitleselleşmesinin de nedeni buydu. Yüzbinleri kucaklayan Dev-Genç kadrolarının önemli bir kesimi, TİP’teki eylemli kitlesel gücün ve enerjinin ana kaynağıydı.

Kuşkusuz Türkiye’ye özgülüğü, yani, Jöntürk ve Kemalist karakteri, antiemperyalist ulusal niteliği, stratejinin vazgeçilmez bileşeni olarak vurgulayan, bu nedenle Kemalist devrim mirasına sahip çıkan Mihri Belli ve arkadaşlarının temsil ettiği MDD’ci çizgi ile yurtdışı TKP’nin, Sovyet güdümündeki Zeki Baştımar ve İsmail Bilen yönetimindeki çizgisi, 1968’de Sovyetlerin Çekoslovakya işgaline karşı tavır ekseninde ayrıştı. Aybar ve MDD’ciler, işgale karşı çıktı, Sovyet güdümlü TKP’ye bağlı Boran ve Arenciler işgali savundu.

Saflaşmanın özü şuydu: Türk devrimi ve Türk sosyalizmi, sosyalist ve antiemperyalist de olsa bir başka ülkenin güdümüne girmeyi asla kabul etmez. Tıpkı 1920’lerde Mustafa Kemal’in, Sovyetlerin büyük yardımlarına rağmen, asla Sovyetlerin görevlendirdiği komünistlerin faaliyetlerine izin vermemesi gibi. Onun tam bağımsızlık ilkesi, Sovyetlerle dostluğa evet, ama içeride, emri Sovyet yönetiminden alan görevlilerinin denetim dışı faaliyetlerine hayır idi. Bilen ve Boran TKP’si ise, bütün pratikleriyle, Türk Devriminin iç dinamiklerine değil, Sovyetlerin, Afganistan’daki gibi, dış mühahalesine bel bağlıyorlardı. Aynı anlayış şimdi de liberal Batı demokrasisine bel bağlıyor.

Daha sonra Aybar ve geniş bir MDD’ci kitle TİP’ten ayrıldı. Yarı sömürge Türkiye ve ezilen dünyaya özgü aşamalı devrim modelini değil de, Avrupa’ya özgü (Avrupa merkezli) doğrudan sosyalizme geçme hayalinin “Sosyalist Devrim (SD)” stratejisini savunan Behice Boran’ın liderliğinde TİP, 80’lerde Bilen’in TKP’si ile birleşerek, artık sosyalizm olmaktan çıkan revizyonist Sovyet yönertiminin çöküş ve dağılma kaderini, başka deyişle iflasını paylaştı.

Daha sonra bu devrim modelini savunanlar, Sovyetler yerine ABD-AB’ye bağlı neoliberal siyasetlerin, emperyalist “insan hakları, özgürlük ve demokrasi” yalanlarının etki alanına girdiler. Dolayısıyla, o gün de bugün de Türk sosyalizminin, dış modellerin etkisinden kesinlikle kurtulmadan başarıya ulaşma şansı yoktur. Dahası, Türk solunun, birleşip etkili bir kuvvet merkezi oluşturmasının da biricik koşulu, dış modelleri terkedip, iç dinamikleri, ulusal özgünlüklari ve kültürel duyarlılıkları temel alan bir birlik zemininden ve platformundan geçmektedir.

Kemalizmin 1930’larda zirvesini yaşadığı ulusal ve demokratik devrimin, karşıdevrimci müdahalelerin yarattığı 80 yıllık kesintiden ve her türlü dış güdümlü, şabloncu sahte sol/sosyalist savrulmadan sonra, bugün tamamlanması sosyalizmin en temel ve stratejik amacıdır.

3) Doğan Avcıoğlu’nun yönettiği Yön dergisi,1930’larda, Kemalizmi milli/ulusal sosyalizm olarak teorileştiren Şevket Süreyya Aydemir ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun çıkardığı, CHP bürokrasisinin mesafeli tavrına karşın, Atatürk’ün de desteklediği Kadro dergisinin bir devamıydı. Yön dergisinin, Kadro dergisinden devralıp, Aydemir’in de katkılarıyla, daha geniş katılımlı, daha zengin bir platform oluşturduğu “milliyetçi sosyalizm” ya da “Türk sosyalizmi” olarak tanımlanan model, ezilen uluslara özgü biricik devrimci çıkış yoluydu. Kadro dergisi, emperyalizme ve kapitalizme karşı tam bağımsızlığa, kalkınmacı, planlı devletçiliğe dayanan toplumcu bir programı öneriyordu.

1980’lerden sonraki küreselci ve yeni ortaçağcı karşıdevrim dalgasından sonra ve Sovyetlerin çökmesiyle geniş kitlelerde sosyalizmle ilgili büyük bir inançsızlığın oluşması ve yeni bir ortaçağ dalgasının gelmesi, bir tartışmayı daha da netleştirdi. Bu olgulardan sonra, devrimin, önce ulusal demokratik, sonra da sosyalist içerikteki aşamalı karakteri çok daha net ve çarpıcı olarak görüldü.

4) Nitekim, devrimci enerjinin Avrupa ve Kuzey Amerika’dan Asya, Afrika ve Latin Amerika’ya kaydığı 20. ve 21. yüzyılda evrensel bir kural olan sosyalizme aşamalı geçiş modeli, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Yugoslavya, Kuzey Kora, Küba, Mısır, Suriye, Cezayir, Hindistan, Angola, Mozambik, Zimbabve gibi bir çok ezilen dünya ülkesinde hayata geçirildi. Hepsinde de emperyalizme direnmenin biricik koşulu, kendi ulusal yapılarına özgü, bağımsız, halkçı ve kamucu (planlı-devletçi) bir ekonomi, yani ulusal bir sosyalizm uygulamaktan geçiyordu. Ve hepsinin de, emperyalist tahakkümdan kurtulmanın biricik yolu olarak uyguladığı bu sosyalizm modeli, Kemalizmin 1930’larda uygulamaya koyduğu modelin bir milim daha ilerisinde bir bağımsızlık ve toplumculuk içermiyordu.

Ayrıca, Sovyetler Birliği’nin de büyük ölçüde desteğini alarak bu sosyalizm deneyimlerini yaşayan ülkeler, İki Süper Devlet’in bloklaştığı bir dünyada, bu desteğe rağmen bağımsız kalmayı seçtiler ve Yugoslavya (Tito), Mısır (Nasır) ve Hindistan’ın (Nehru) önderliğinde Bloksuzlar Hareketi’ni kurdular.

Mehmet Ulusoy

Eylül 2025

* Konuyla ilgili okuyucu, Yıldırım Koç’un Veryansın’da ve Yarınlar’da yayımlanan “Türk Sosyalizmi Tartışmaları” başlıklı 6 sayılık yazı dizisinde, çok geniş bilgilere ve kaynaklara ulaşabilir.

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.