15. yüzyılın önemli mutasavvıflarından Şeyh Bedreddin, adını din âlimliğinin yanı sıra müritleri Börklüceli Mustafa ve Torlak Kemal’in başı çektiği isyanla duyurmuştur. Şeyh Bedreddin’in idamı ile Anadolu, Rumeli ve Balkanlar‘da varlıklarını..
15. yüzyılın önemli mutasavvıflarından Şeyh Bedreddin, adını din âlimliğinin yanı sıra müritleri Börklüceli Mustafa ve Torlak Kemal’in başı çektiği isyanla duyurmuştur. Şeyh Bedreddin’in idamı ile Anadolu, Rumeli ve Balkanlar‘da varlıklarını sürdüren müritleri Bedreddinîler adıyla anılmışlardır.
Yüzyıllar boyu varlıklarını koruyan Bedreddinîler zamanla kendilerine toplumsal ve kültürel olarak yakın gördükleri Alevi-Bektaşi toplulukları ile birlikte hareket etmişlerdir. Bu durum her alanda yakınlaşan bu iki topluluğu sanat ve edebi açıdan da birbirine yakınlaştırmış, Bedreddinî olan pek çok Alevi-Bektaşi ozanı Şeyh Bedreddin’e şiirlerinde yer vermiş, övgüler yağdırmıştır. Biz bu makalede şiirlerinde Şeyh Bedreddin’i telmih eden Alevi-Bektaşi ozanlarını incelerken Bedreddinî hareketinin temellerini ve Aleviler ile aralarındaki bağı irdelemeye çalışacağız.
15. yüzyılın önemli mutasavvıflarından olan Şeyh Bedreddin, müritlerinin kalkıştığı bir dönemin hatta medeniyetin tarihini değiştirecek ciddi bir ayaklanma ile adını duyurmuş, arkasından gelen müritleri yüzyıllar boyunca “Bedreddinî” olarak nam salmışlardır. Bedreddinîler konusunda önemli kaynaklardan birisi olan Müfid Yüksel’in “Sımavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin” adlı çalışmasında Bedreddinîlerin silsilesi, tuttukları edep, erkân ve yol üzerine geniş bilgiler yer almaktadır.
Bu çalışmadan çıkarılacak önemli bir soru Şeyh Bedreddin’in mutasavvılığının mı yoksa başını çektiği ayaklanmanın mı daha ön planda olduğudur. Çünkü Bedreddinîlerin yaşama ve inanç biçimleri Alevi-Bektaşi kültürüyle çok benzer yönler taşımaktadır. Örneğin; ikrar alma, babalık makamı, ocaktan yetişen dedeler, içilen dem, çerağ uyandırma/uyutma, dara durma ve semah gibi pek çok yönden Bedreddinîler ile Alevi-Bektaşi toplumunun birbirine benzer yönleri olduğu söylenebilir. Yüksel çalışmasında Bedreddîniler ile Alevi-Bektaşi toplumu arasındaki benzerliği şöyle belirtmiştir: “Trakya ve Balkanlardaki Bedreddinîlik Anadolu Alevi-Kızılbaş inanç ve erkânıyla kaynaşmış bir yapıya bürünmüştür. Bugün yaşayan Bedreddinîler’de de aynı durum devam etmektedir. Kırklareli-Lüleburgaz Turgutbey köyü bu durumu sürdüren bir Bedreddinî köyüdür” (Yüksel, 2002: 147). Ayrıca bu konuda yetkin çalışmalardan biri olan Refik Engin’in “Amuca Kabilesi’nde ve Trakya’da Kurban Geleneği” adlı çalışmasında Bedreddinî ve Alevi-Bektaşi toplumunun yakınlığını kültür, inanç, yaşayış biçimi ve ritüeller bağlamında görmekteyiz.
Hatta Engin çalışmasının önsözünde amacının Trakya yöresindeki kurban geleneğini anlatmak olduğunu söyledikten sonra araştırmada Bektaşî ve Bedreddinî kökenli toplumların kurban geleneklerine yer verdiğini belirtmiştir (Engin, 2004: 5).
Şeyh Bedreddin ile ilgili ciddi çalışmalardan birine imza atmış olan İsmet Zeki Eyuboğlu’na göre “Şeyh Bedreddin’in iki ayrı yönü vardır. Biri onun bir düşünce insanı, ötekiyse bir eylem insanı olduğunu gösterir. Onun düşüncelerinden eylemlerinden, eylemlerini düşüncelerinden ayrı tutma olanağı yoktur. O iki varlık içinde, bir ‘bütün’dür” (Eyuboğlu, 1980: 7). Yani, Şeyh’in dünyevi ve dini yüzü aynı yöne dönüktür, birbirine bağlıdır.
Bu çalışmada Şeyh Bedreddin’in dini-tasavvufi görüşlerinin yanı sıra toplumsallığı, öncülük ettiği halk ayaklanması ve etki alanlarını inceleyeceğiz. Şeyh Bedreddin’in tesir ettiği toplulukların başında gelen (Bedreddinî olduğunu bildiğimiz) Alevi-Bektaşi ozanlarının şiirlerinde Şeyh Bedreddin etkisini arayacağız.
Bu bakımdan önce Şeyh Bedreddin’in hayatını ve tasavvufi düşüncelerini buradan çıkarımlar yaparak anlamaya çalışacağız. Zira Bilge Karasu’nun da dediği gibi, “Başkaldırmak için bir şeyi benimsemek, ciddiye almak, ona bağlanmak, o bağlılığın yükünü duymak gerekmez mi?” (Karasu, 1970: 124) Müritlerinin ve çömezlerinin Şeyh’in peşinden ölümünden yüzyıllar sonra bile neden yürüdüğünü anlamaya çalışacağız.
Şeyh Bedreddin’in hayatı hakkında çeşitli kaynaklarda farklı bilgiler bulunmaktadır. Şeyh hakkında yazılan şiirler, kitaplar, destan, tiyatro oyunları vs. gibi yapıtlarda Şeyh Bedreddin ile alakalı yeni bilgiler edinmemizin yanı sıra bu tür kaynaklar bazen bilgi kirliliğine neden olabilmektedir. Bu bakımdan Şeyh’in hayatı üzerinde kesin yargılarda bulunamayacağımız gibi, kaynak olarak da Derviş Mehmed Aşıkî’nin Âşık Paşazade Tarihi, Torunu Halil b. İsmail’in Menakıbname’sinin yanı sıra Şerafettin Yaltkaya, Refik Engin, İsmet Zeki Eyuboğlu, Müfid Yüksel, M. Balıvet, Ersnt Werner, A. Cerrahoğlu ve Abdulbaki Gölpınarlı’nın çalışmaları temel alınabilecek eserlerdir. Ayrıca Şeyh Bedreddin hakkında Nazım Hikmet’in destanlaştırdığı, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Destanı modern edebiyatta öne çıkan bir eserdir ve Şeyh Bedreddin’in toplumsallaşmasında ve unutulmamasında önemli yere sahiptir.
Şeyh Bedreddin’in, Edirne yakınlarındaki Simavna kasabasında, 1339 ile 1368 yılları arasında doğduğu tahmin edilmektedir. Bu bakımdan yaygın olarak bilinen tarihi torunu Halil b. İsmail, 1359 olarak vermiştir.
İlk eğitimine babasının yanında başlayan Şeyh Bedreddin daha sonra Mevlana Yusuf, Koca Efendi diye bilinen Bursa Kadısı Şeyh Mahmud’dan ve daha sonra, Konya müderrisi Feyzullah gibi döneminin tanınmış hocalarından fıkıh, mantık ve astronomi alanında dersler aldı. Ardından Mısır’a giderek, Kahire’de Şah Mantıki’den ders aldı, oradan da Hacca giderek dört ay Şeyh Zili’nin bilginlerinden yararlanarak Kahire’ye döndü (Özmen, 1998: 443).
Ardından Seyyid Şerif Cürcani, Hekim Paşa ve Şair Ahmedi ile tanışan ve Ekmeleddin Babarti’nin derslerinden yararlanan Şeyh’in tasavvufa yönelmesi bu dönemde, Şeyh Hüseyin Ahlati ile tanışmasıyla başladı. Ahlati öldükten sonra şeyhlik makamına geçti. 1406’da her şeyden vazgeçerek Edirne’ye döndü. Burada her şeyden vazgeçerek kitaplarını Nil Irmağı’na attığı söylenir.
Şeyh’in hayatının bundan sonraki kısmının şekillenmesinde en önemli katkı Tire’ye gittiği dönemde tanıştığı halk ayaklanmasının önderlerinden Dede Sultan diye de bilinen Börklüceli Mustafa’yı tanımasıyla olmuştur. Yine aynı dönemlerde Sakız Adası’na giderek bir dizi Hıristiyan din-devlet yöneticileriyle bir araya geldi. Şeyh’in buradan sonra Kütahya’da isyanın önderlerinden biri olan Torlak Kemal ile tanıştığı bilinmektedir ve bir yıl geçtikten sonra tekrar Edirne’ye dönmüştür.
Şeyh Bedreddin, Edirne’de sürdüğü sakin hayata veda edip, 1411 yılında Edirne’de hükümdarlığını ilan eden Musa Çelebi’yle birlikte hareket ederek yaşamında yeni bir döneme girdi. Musa Çelebi’nin onu kazasker olarak atamasıyla üç yıl bu görevde kaldı. Musa Çelebi, kardeşi Mehmed Çelebi’ye yenilerek öldürülmesinin ardından Bedreddin de İznik’e sürgün edildi. Fakat çömezleri olan Torlak Kemal ve Börklüceli Mustafa ayaklanınca İznik’ten kaçıp önce İsfendiyaroğulları’na, ardından Kırım’a geçti. Eflak Beyi Mircea’nın yardımlarıyla Silistre yakınlarında örgütlenmelerini sürdürdü. Her kesimden insanı etrafında toplayarak kısa sürede kitlesini arttırdı.
Ancak Torlak Kemal ile Börklüceli Mustafa’nın zamansız ve Şeyh’ten habersiz harekete geçmeleri ayaklanmanın gelişimini olumsuz etkiledi. Şeyh Deliorman yakınlarında yakalandı ve Mevlana Haydar’ın fetvasıyla idamına karar verildi. Ancak burada dikkat çeken bir şey vardır ki o da Şeyh Bedreddin, idam kararı açıklanmadan önce bunu doğrulamış ve idamını aleyhine savunmuş olmasıdır. Nazım Hikmet, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Destanı’nda bunu şiirsel bir dil ile aktarmıştır. Şeyh Bedreddin 1420’de Serez’de anadan üryan bir vaziyette idam edilmiştir.
Bir araya geldiği bu (Hıristiyan) yöneticilerden bazılarının Şeyh’e intisap ettiği rivayet edilmektedir.
Şeyh Bedreddin’i herhangi bir yönüyle ele alan araştırmacılar (tasavvufi, içtimai, siyasi ve edebi yönleriyle) genellikle Şeyh’i anlatırken siyasi ve içtimai yönlerini önplana koyarak onun edebi ve düşünsel hayatını anlatmışlardır. Bu, bazen ideolojik amaçlar doğrultusunda bazen de bu iki konunun ayrılmaz bir bütün olarak görülmesinden ötürü bir arada tutulmuştur.
Bu makalede de aynı yolu izleyerek Alevi-Bektaşi şairleri ile Şeyh Bedreddin ilişkisini incelemeden önce Şeyh’in içtimai yönlerini incelemeye çalışacağız.
Alevi-Bektaşi şairlerin neden bu kadar Şeyh Bedreddin ile bir arada anıldığına daha doğrusu Şeyh Bedreddin’in Alevi olup olmadığı sorusuna da daha net bir yaklaşımla bakacağız. Tasavvufi yanı kadar içtimai yönü de ağır basan Şeyh Bedreddin, bu yönünü müritleri Börklüceli Mustafa ve Torlak Kemal’in başı çektiği isyanla duyurmuştur. Ernst Werner, isyanda esas rolü Börklüceli Mustafa’nın oynadığını ve sınıf düzenini yıkmaya çalışanın aslında Börklüceli olduğunu savunmuştur (Werner 2006: 22). Şeyh Bedreddin ise toplumsal yönünün ağırlığıyla isyanda kitleyi yanlarına çekmede önemli rol oynamıştır.
Şeyh Bedreddin, İslam dinin temel prensiplerine göre yetişmiş, o doğrultuda eğitim almış ve döneminin gereğini yerine getirmiş bir aydındır. Fakat Şeyh’in toplumsal olaylara yaklaşımı sonradan dini-tasavvufi görüşleri hakkında farklı izlenimlere yol açmasına sebep olmuştur.
Sınıf, mücadele ve iktidar gibi kavramlar sol ideolojilerde gelişmiş olsa da Türkmen kavimlerinde de olan ve yüzyıllardır süregelen kavramlardır. Bunun yansımalarını ünlü Türk destanlarındaki haksızlığa, açlığa ve zulme başkaldırıdan görebiliyoruz. Şeyh Bedreddin’in kişilik yapısı, tasavvufi görüşleri, dünyevi hâlleri incelendiği takdirde onun halk ayaklanmasına öncülük etmesinin doğal bir durum olduğunu görebiliriz. Çünkü Şeyh, Tanrı önünde bütün insanların “bir” olduğunu düşünmektedir.
Ona göre tüm canlılar Tanrı’nın önünde eşittir, bu yüzden eşit muamele görmelidirler. Burada Şeyh Bedreddin’in Tanrı’ya olan inancı da etkilidir. Şeyh Bedreddin’in düşüncelerinin dayandığı tasavvuf algısı olan vahdet-i vücut prensibi, “evrende Tanrı’dan başka varlık yoktur” (Eyuboğlu, 1980: 193), yani insan da onun yeryüzündeki yansımasıdır gibi bir anlayışa sahiptir. Dolayısıyla Şeyh’in bu dünyada var olan haksızlıklara karşı çıkması normaldir. Şeyh’in Sakız adasında Hıristiyan keşişler ile arasının iyi olması, hatta birçok Bu destanlara Köroğlu Destanı, Ergenekon Destanı, Dede Korkut Destanlarını ve özellikle Duha Koca Oğlu Deli Dumrul Destanı gibi destanları örnek gösterebiliriz. Keşişin Bedreddinî olması Şeyh’in evrenselliği bağlamında önemli bir husustur. Bunu Bedreddin’in dinlerin ayrı olmasının bir öneminin olmadığını, asıl önemli olanın Allah hakkındaki inanç ve iman birliği olduğunu anlatan aşağıdaki mısralarından anlayabiliyoruz.
“Dinde ayrıysak nola iy sırr-ı Hak
Rabbimüz birdür kamumuz abd-i Hak” (Gölpınarlı, 1967: 90).
Şeyh Bedreddin’in kimliğini tasvir ederken öncelikle onun mutasavvılığından bahsetmek gerekir. Şeyh isyanı ve devlet adamlığından önce önemli bir bilgin, yazar ve mutasavvıftır. Bunu yazdığı eserlerde göstermiştir. Düşünce yapısını dinin ve Kuran’ın şekillendirdiği Şeyh Bedreddin, eserlerinde yaratılış, insan, Tanrı, evren, kalkım günü, yargı günü, cennet, cehennem, ölüm, tin (ruh), ölümsüzlük, melekler, düş gibi soyut denilebilecek konuları işlemiş, karşılıkları aramış, onlarla ilgili düşünceler, yorumlar ortaya koymuştur. Bu bakımdan Şeyh’in düşünce yapısını ve tasavvufunu bize en iyi anlatan eseri varidatıdır (Eyuboğlu, 1980: 190).
Şeyh’in yukarıda bahsedilen başlıkları eserlerinde konu edinmesi, vahdet-i vücut anlayışına olan yakınlığını göstermektedir. Şeyh Bedreddin’in düşünce yapısı ile ilgili, Ernst Werner karşılaştırmalı olarak yaptığı çalışmalarda Spinoza ile Şeyh Bedreddin’i kıyaslayarak batı felsefesinin önemli isimlerinden Spinoza’yı da tıpkı Şeyh Bedreddin gibi tözü mutlak Tanrı’yla ya da mutlak varlıkla özdeştirdiğini savunmuştur. (Werner 2006: 53).
Bu kısımla ilgili geniş bilgi için Michel Balıvet’in “Şeyh Bedreddin, Tasavvuf ve İsyan” kitabına bakınız. Özellikle kitabın ikinci bölümü, s. 62’de yer alan Sakızlı Hıristiyanlar başlığı altında bu konu ile ilgili geniş bilgi verilmiştir. Sakız adasındaki Bedreddinî denilen ve Şeyh Bedreddin ile yakın olan keşişlerin adı Enez/Ainos senyörü Nicola Gattilusio döneminde geçmektedir. “Sâkin” denilen bu keşişlere M. Balıvet, Turloti keşişi gibi birkaç keşişi örnek göstermiştir. Ayrıca Şeyh’in Hıristiyan keşişlerle arasının bu denli iyi olmasını yine aynı çalışmanın 122. sayfasında, 25. dipnotta görmekteyiz.
Burada Şeyh’in Sakız halkınca ölüleri dirilttiği gibi bir iddia ile karşı karşıyayız. Şeyh’in bu özelliğinin Hz. İsa’nın “nefesle can vermek” mucizesine benzemesinin Sakız halkını Bedreddin’e yakınlaştırmış olması muhtemeldir.
Şeyh Bedreddin’in bilinen eserleri;
Şeyh’in eserlerinde anlattığı konulara baktığımızda ise sürekli bir arayış içerisinde olduğunu, kafasında sorular olduğunu ve bunları sorguladığını görmekteyiz. Bu, büyük âlimlerin ortak özelliğidir. Yaşadığı dönem itibariyle somut örneklerle ve kavramlarla hareket edemeyen Şeyh, soyut kavramalar üzerinden kâinatı anlamaya çalışmıştır.
Vahdet-i Vücut anlayışının önemli bir temsilcisi olan Şeyh’in tasavvufi algısını şu sözlerle açıklayabiliriz: “Vücud; yalnız hakkın vücudundan ibaret olup gayriyet bihasebi’l-meratib nisbi ve itiba-ridir. Yani vücutta zaten vahdet vardır” (Yaltkaya, 1994: 88). Bu sözlerle Şeyh’in vahdet-i vücut anlayışına ne denli bağlı olduğunu anlamak zor değildir.
Şeyh Bedreddin’in tasavvufi algısını bu doğrultuda konumlandıracak olursak, onun âlimliğinin halkın önemsendiği, İslam kaynaklı bir hareket olduğunu söyleyebiliriz.
Alevi- Bektaşi şairlerinin Şeyh Bedreddin ile anılması ve Şeyh’in uzun yıllar Alevi bir şair olup olmadığı tartışmaları günümüze kadar süregelmiştir. Burada daha önceleri de bahsettiğimiz bilgi karışıklılığı söz konusudur.
İnanç ve düşünceleri yüzünden Serez’de idam edilmesiyle Şeyh Bedreddin’in adına hızla yayılan bir sansür ve karşı politika uygulanmıştır. Ayaklanması bastırılsa da müritleri yüzyıllarca toplumun içinde “Bedreddinî” olarak onun öğretileriyle yaşamışlardır.
Alevi-Bektaşi toplumunun büyük bir kısmının Türkiye’de muhalefeti oluşturmaları, Marksizm’in buradan yola çıkarak, Alevi-Bektaşi toplumuna yakın durması Aleviliğin sol ideolojiyle anılmasına sebep olmuştur. Özellikle 70’li yıllarda ve 1993’te Sivas örneğinde olduğu gibi maruz kaldıkları kıyımlarda Aleviler kendilerine çıkış yolu olarak Marksizmi bir tutum olarak belirlemişlerdir.
Şeyh Bedreddin de bu şekilde politize edilmekten payını almış, eserleri bu dönemlerde defalarca işlenmiştir. Bu durum antropolojik açıdan incelendiğinde; tıpkı Pir Sultan ve Şah Hatayi’de olduğu gibi Şeyh Bedreddin’in de ülkede Marksist kesim tarafından kendine köken bulma amacıyla ele aldığı sonucuna varılmaktadır. (Okan, 2004: 102). Ayrıca burada Şeyh’in misyonundan etkilenildiği de aşikârdır.
Bedreddinîlerin tarihine bakacak olursak, yalnız bugün değil geçmişte de Alevi toplumuyla iç içe olduğunu görürüz. Bu birliktelik ile inanç bakımından her iki topluluğun benzerlikleri olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin okunan gülbeng ve dualar hemen hemen aynı dil ve üslupta yazılmıştır. Aşağıda örnek verilen Bedreddinîlere ait bir kurban tekbirlemesi, Alevi-Bektaşi gülbeng ve dualarına benzemektedir.
“Allah Allah! Canların kurbanları kabul ola, muratları hasıl ola, bu kurbanlar İsmail’e inen koç kurbanın yerini tutmuş ola, tümünce sevabı ola, rûz-i mahşerde altlarında Düldülleri ola, sırat köprüsünü geçirmeye kısmet nasip eyleye” (Engin, 2004: 60).
Öte yandan İsmet Zeki Eyuboğlu çalışmasında şöyle demiştir:
“Şeyh Bedreddin’in yolundan gidenler 16. yy. ortalarından sonra inançlarını, toplantılarını sürdürüyorlardı. Sünnilerin kendileri gibi düşünmeyenlere karşı yakışıksız, gerçekdışı suçlamalar 13. yy.’dan bu yana bütün Alevi kuruluşlar için yapılmış, yayılmıştır. Bu fetvalar üzerinde en durulması gereken Aşıkpaşazade’den başlayan ağzın değişmediğidir. Daha önce ‘kadından başka bütün mallar ortaktır’ anlamını içeren bir toplum görüşünü benimsediğini söyleyen Bedreddin yanlılarının şimdi kadınları da ortaklaşa saklama yolunda oldukları ileri sürülüyor” (Eyuboğlu, 1980: 241).
Hâlbuki Bedreddinîlere isnat edilen bu suçlamalara karşın, onların savunduğu fikir mal, mülk gibi somutlukları paylaşmak arzusudur. Gelgelelim Bedreddinîlerde ‘yârin yanağı hariç her şey ortaktır’ anlayışı vardır.
Yukarıdaki cümlelerden hareket edecek olursak Eyuboğlu’nun tutumuna göre Aleviler ile Bedreddinîlerin bir nevi maruz kaldıkları mesnetsiz suçlamalar aynıdır.
Şeyh Bedreddin’in ölümünden iki yüz yıl sonra bile Bektaşi tekkelerinde Bedreddinîlerin varlığından söz edebiliyorsak Alevi-Bektaşi toplumuyla Bedreddinîlerin bu bağı nasıl bu kadar güçlü kurduğunu anlamak zor olmayacaktır.
Temelde aynı kültürden, aynı kökten gelmeseler dahi bu iki grubun zamanla birbirlerine karışması, birbirleri içinde var olması, hem Alevi-Bektaşi toplumuna, hem de Bedreddinîler’e fayda sağlamıştır.
Burada işleyen bir kural vardır. O da tarikatlarda ve topluluklarda güçsüz olanın güçlü ya da baskın olan toplumun içinde sindirilmesi, yok olmasıdır. Ancak Bedreddini ve Alevi-Bektaşi toplumunun birleşimi bu yaklaşımdan ziyade bir nitelik kazanmıştır.
Bektaşi tekkelerinde varlığını sürdüren Bedreddinîler, benliklerini korusalar da zamanla toplumsal ve kültürel hayatın çoğu alanında Alevi-Bektaşi’lerden etkilenmişleridir. Resmi ideolojinin dışında kalmayı tercih etmeleri buna örnektir. Bu durum Şeyh Bedreddin’i ve Bedreddinîlerin ideolojik olarak Alevilere yakınlaştırdığı gibi edebiyatta özellikle şiirde bir yakınlıktan söz edebiliriz. Bugün adını ve şiirlerini bildiğimiz Alevi ozanlarından Bedreddinî olduğunu bildiklerimiz vardır. Çalışmanın bundan sonraki bölümlerde bu ozanların Bedreddin’e yakınlığını ortaya çıkarmaya çalışacağız.
Âşıklar ve Ozanlar toplumsal ve kültürel olayların temelinde bulunan ve toplumda gelişen en ufak bir olaydan dahi etkilenerek bunları en iyi yansıtan öznelerdir. Alevi-Bektaşi toplumu üzerinde Şeyh Bedreddin etkisini yukarıda incelemeye çalışırken, genelde Aleviler ile Bedreddinîlerin ortak yönlerinden bahsetmeye çalıştık.
Bu noktadan sonra ise, Bedreddinî olduğunu bildiğimiz Alevi-Bektaşi Şairlerinde Şeyh Bedreddin telmihini arayacağız.
Pir Sultan Abdal (16. yy.) Türk Halk Şiirinin ve Alevi-Bektaşi edebiyatının adı sıkça anılan ozanlarından Pir Sultan Abdal’ın hayatı tamamıyla söylencelere dayalıdır. Yalnız bu söylenceleri bir araya getirip incelediğimizde Alevi toplumunun iskeletini oluşturduğunu görürüz.
Pir Sultan, Alevilerce kutsal sayılan yedi ulular olarak bilinen ozanlardan biridir. (Fuzûlî-Hatayi-Nesimî-Viranî-Yeminî-Kul Himmet ve Pir Sultan Abdal) Şiirlerinde Aleviliğin temelleri, Alevilik öğretileri gibi konular ve bunların yanında doğa, dervişlik gibi temlere de rastlayabiliyoruz. Bunlar Bedreddinî olduğunu bildiğimiz Alevi-Bektaşi Şairleridir.
Pir Sultan’ın hayatıyla ilgili söylencelere bakacak olursak; “Pir Sultan Abdal, Erdebil ocağına bağlıdır. Banaz’da doğmuştur. Asıl adı Haydar’dır. Bununla birlikte şiirlerinde Hacı Bektaş-ı Veli’yi pir, Hacı Bektaş halifelerinden Kızıl Deli’yi ve Abdal Musa’yı da ser-çeşme olarak tanır.” (Özmen, 1998: 196).
Pir Sultan Abdal’da önemli bir halk ayaklanmasına öncülük etmiştir. Bu ayaklanma Hızır Paşa tarafından bastırılmıştır. Ayaklanma sonrası Pir Sultan’ın asılması bir söylenceye göre şöyle gelişmiştir: “Hızır Paşa, Sofular köyünden imiş, Pir Sultan’dan himmet istemiş. O da (Sana himmet veririm ama sonra gelir beni asarsın demiş.) Öyle de olmuş. Hızır Paşa önce Pir Sultan’ın taşlanmasını emretmiş. Herkes taş atmış. Fakat Pir Sultan’ın ahret kardeşi olan Ali Baba, gül atmış. Gül, Pir Sultan’a değince, Pir Sultan (Ah…) diye inlemiş. Sonra taşlanan Pir Sultan’a Şah Tahmasb ile siyasal ilişki kurduğu töhmetiyle Kara Kadı tarafından verilen idam fetvasına dayanarak Hızır Paşa Sivas’ta onu astırmış. Pir Sultan’ın asılmasını sağlayan bir de fetva (ferman)dan söz edilir. Bu fetva Başbakanlık Arşivi Mühimme Defteri 80.sırada kayıtlıdır. Bu belgede Pir Sultan’ın “Bedreddinlü taifesinden ” olduğu söylenmektedir” (Özmen, 1998: 196).
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Bedreddinîler Alevi-Bektaşi toplumu içerisinde varlıklarını rahat bir şekilde sürdürebilmişlerdir. Bedreddinîler 15.yy’dan beri inançlarını ve görüşlerinin arkasında durmuşlardır. Genellikle Rumeli civarlarında varlıklarını sürdüren Bedreddinîler daha sonraları Bektaşi tarikatlarında, Alevi köylerinde ve Alevi nüfusun yoğun olduğu yerlerde yaşamayı tercih etmişlerdir. İç içe geçmiş bu iki grubun sürekli birbiriyle anılması normal bir durumdur.
Pir Sultan Abdal’ın düşünce yapısını yansıttığı şiirleri hakkında bilgi edinmemizi sağlayan en önemli kaynaklardır. Bedreddinî olup olmadığı konusunda net bir tavır alamayacağımız Pir Sultan hakkında bize yine en iyi bilgiyi onun şiirleri ve deyişleri verecektir.
Ferman metni bugün hala Gülhane’de bulunan Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü (Artık Kağıthane’de), Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı’nda Mühimme Defteri 80. sırada kayıtlıdır.
Pir Sultan’ın Şiirlerinde Şeyh Bedreddin Telmihi Pir Sultan’ın şiirlerinde ‘şah’, ‘pir’, ‘sultan’ gibi kelimeler sık geçmektedir. Bu kelimelerin büyük bir çoğunluğu Hz. Ali’ye bir telmih ile kullanılmıştır fakat Pir Sultan’ın Bedreddinî olabileceğini bir varsayım olarak alıp şiirlerinde Bedreddin ile ilgili net bir tavır koymak yersiz olacaktır.
Alioğlu (17. yy.) Alevi-Bektaşi Ozanları içerisinde kendine önemli bir yer edinmiş olan Alioğlu, 17. yüzyılda yaşamıştır. Bedreddinî olduğunu bildiğimiz Alioğlu, Şeyh Bedreddin’den eserlerinde sürekli ‘Pir’ ve ‘Serez Şahı’ olarak bahsetmiştir.
Alioğlu’nun hayatı ile ilgili elimizde pek fazla bilgi yoktur. “Nefeslerine az rastlanması ve çağdaşı birkaç ozandan başka kimsenin ondan söz etmemesi, hiçbir yerde mezarı görülmemesi genç yaşta göçmüş olduğunu düşündürüyor” (Özmen, 1998: 83). Buradan anlaşılabileceği gibi, Alioğlu’nun hayatı hakkında kesin bilgilere sahip değiliz. Fakat şiirlerinden,nefeslerinden yola çıkarak onun Bedreddinî oluşunu ve 17. yy.’da Bedreddinîler arasındaki önemini anlayabiliyoruz. Yine şiirlerinden Alioğlu’nun ihtilâlcılığı ve tarikatına olan bağlılığı hakkında önemli bilgiler edinmekteyiz.
Alioğlu’nun bilinen yirmi kadar şiirine bakacak olursak bunların içinden bir “pir” ya da “mürşide” yazılabilecek, o pirin ya da mürşidin telmih edebileceği aşağıdaki şiiri örnek olarak gösterebiliriz.
Bu âlem-i ekvan yaratılmadan
Evvel yokken vara uğradım geldim
On sekiz bin âlem, dünyada yoğiken
Kâmildeki nura uğradım geldim
Pirimdir rehberim, oldur üstadım
Hak Muhammed dine girdim, dost dedim
Hızır eliyle Ab-ı Hayat istedim
Zulmete cevhere uğradım geldim.
Pirim himmet etti, ben de açıldım
Hak budur ki, batın dinden seçildim
Zekeriya Peygamber’le biçildim
Kavakta ben zâra uğradım geldim
Âşık olur hem pirime bağlanan
Ver salâvat zikrilen safa ilen
Arş yüzünde server Mustafa ilen
Miraç’ta kırklara uğradım geldim
Yakup dahi Yusuf’unu ararken
Varıp Ken’an ellerinden sorarken
Veyselkarani hem taç örer iken
Mansur ile dâra uğradım geldim
Bindim Mansur ile dâra dâr iken
Mucizat-ı Musa dahi Tur’dayken
Hakk’ın emri ile hem gülzar iken
İbrahimle nara uğradım geldim
Gelenden geçtim, geçenden geçmedim
Hakkın bildim, erden eri seçmedim
Gördüğüm kapıyı örttüm, açmadım
Ali ile sırra uğradım geldim
Alioğlu, medresede kaldılar
Kitapların önlerine kodular
Sen bu ilmi nerden aldın, dediler
Üstadım var, pire uğradım geldim (Özmen, 1998: 83).
Bildiğimiz gibi Şeyh Bedreddin vahdet-i vücut anlayışına sahip bir mutasavvıftı. Onun izinden giden Alioğlu’nda da bu etkiyi biraz da olsa görmekteyiz. Şair daha şiirin ilk kıtasında Allah evreni yaratmadan önce varlıktan söz etmektedir.
Şiirdeki Şeyh Bedreddin telmihi ise, “Pirimdir rehberim” sözüyle ikinci kıtada görülmektedir. Burada şairce kastedilen Pir, Şeyh Bedreddin olabilir. Ayrıca aynı kıtanın son mısrasında, zulmette cevhere uğradım geldim diyerek, şair çektiği sıkıntılara göğüs gerdiğini ve karanlıkların içinden aydınlığa, geldim diyerek Pirini methetmiştir.
Daha sonraki kıtalarda yine pirden bahseden şair, pirinin ona ettiği himmetten bahsetmiştir. Pirime bağlanan âşık olur diyen şair yine övgüler yağdırmıştır.
Şiirin son kıtasına geldiğimizde ise Alioğlu, âdeta mahkeme edilmesini anlatmıştır. Bu mahkemede kadıların kitaplarını önlerine alarak, bilgilerini sorguladıkları Alioğlu bildiklerinin kaynaklarını sorduklarında, kaynağının piri olduğu cevabını vermiştir.
Teslim Abdal (17. yy.) Teslim Abdal’ın şiirlerinden bahsetmeden önce kim olduğunu bilmemiz gerekir. Zira Anadolu’da yaşadığı varsayılan beş tane Teslim Abdal vardır. İlki, on yedinci yüzyılda yaşamıştır ve Bektaşi’dir. İkincisi, Denizli’de tekke ve türbesi bulunan Teslim Abdal’dır. Üçüncüsü, Çorum’un Teslim köyünde bulunan bir Teslim Abdal, dördüncüsü, Ankaralı Teslim Abdal’dır.
Son olarak ise, Elazığ’ın Baskil ilçesinde bir Teslim Abdal’ın varlığından söz edilmektedir. (Özmen, b1998: 89).
Bizim bildiğimiz, 17. yy. Alevi-Bektaşi şairlerinden Teslim Abdal’ın yaşamı hakkında elimizde kesin bilgiler yoktur. Şair hakkında bize yine en iyi verileri şiirleri ve kendi dönemi ve sonrasında etkilediği şairler aracılığıyla edinmekteyiz.
Teslim Abdal, Alioğlu’nun mürididir. Tıpkı piri gibi onun da Bedreddinî olduğu söylenir. Sıvas’a bağlı Mecitözü Köyü’nde bir zaviyesi olduğu söylenenler arasındadır. Teslim Abdal’ın şiirleri öğreticidir, eleştiri öğeleri de taşır. Bu şiirlerin birkaç Teslim Abdal’a ait oldukları da söylenebilir. Şiirlerinde Şah Hatayi etkileri görülür (Özmen, 1998: 93).
Şiirlerinde Şeyh Bedreddin telmihine bakacak olursak;
Teslim Abdal’ın şiirlerinde belirgin bir şekilde Şeyh Bedreddin’in izlerine rastlayamıyoruz. Fakat ozanın bazı şiirlerinde kullandığı ibarelerden ötürü Şeyh’in izlerini yakalayabiliyoruz.
Örneğin;
Teslim Abdal der ki erebilirsen
Eğmeyip doğruyu diyebilirsen
Kendi cesedini yuyabilirsen
Sonra gel de mürdeleri yu deyü (Özmen, 1998: 102).
Teslim Abdal’a ait bir şiirden aldığımız yukarıdaki kıtaya bakacak olursak, şairin burada Bedreddin’e dair bir telmih yaptığını söyleyebiliriz. Şiirde, Şeyh’in bildiklerini, inançlarını çekinmeksizin savunması anlatabileceği gibi daha sonra Şeyh’in bu isyankârlığından ötürü idam edilmesi ve cesedinin anadan üryan bir ağaçta asılı durması, kimsenin günlerce cesedini yıkayamaması, sonra da müritlerinin Şeyh’in bedenini ağaçtan indirmesi olayı anlatılmaktadır. Biz bunları çıplak olarak asılmak, darağacından indirilmemek ve cesedini yuyamamak gibi imgelerden anlayabiliyoruz. Bunlar aynı zamanda Şeyh Bedreddin’i niteleyen mazmunlardır. Ozan burada ‘ceset, mürit, yumak’ gibi imgeler ve söz sanatları aracılığıyla Şeyh Bedreddin’i telmih etmektedir.
Bunun dışında birkaç şiirde “pir”, “pirim” gibi kelimeler de yer almaktadır. Bunlar, Şeyh Bedreddin’e olabileceği gibi, Teslim Abdal’ın Şeyh’i Alioğlu’na, hatta Hz. Ali’ye de söylenmiş olabilir. Bu gibi ibarelerin geçtiği yerlerde genelde övgü, pirin himmetleri, pir’e duyulan güven vs. den bahsedilmektedir.
Örneğin, Teslim Abdal ben bu yoldan dönemem
Pirimi dünyada elden salamam
Devlet sofrasına elim sunamam
Saadetlü hünkârın kulu böyl’olur (Özmen, 1998: 103).
Şair burada pir’ine olan sadakat ve güvenden bahsetmektedir. Pirini bu dünyada yalnız bırakamayacağını hatta bu yüzden devlete bile el sunamayacağını söylemiştir.
Muhammed Taki’nin şanı
Akıyor Naki’nin kanı
Pirim mahrum etme beni
On iki İmam, Ali Ali
Yukarıdaki gibi örneklerde şairin ‘pir’ olarak kimi andığı belirsizdir. Dediğimiz gibi bu pir’i Alioğlu da olabilir, Şeyh Bedreddin de, Hz. Ali de.
Dedemoğlu (17. yy.) Kaynaklarda Bedreddinî olduğu söylenen bir başka Alevi-Bektaşi ozanı ise, 17. yüzyılda yaşamış olan Dedemoğlu’dur. Alioğlu’nun müritlerinden olan Dedemoğlu, Orta Anadolu civarlarında yaşamıştır.
Dedemoğlu da tıpkı daha önce anlattığımız şairler gibi, Osmanlı’ya başkaldırmış, bunun sonucunda idam edilerek öldürülmüştür. İdamına sebep olarak, Safeviler ile ortak hareket etmesi, Şeyh Bedreddin’in yolunu benimsemesi gösterilir. Dedemoğlu’nun Şeyh Bedreddin’in izinden gitmesini, ayaklanmacılığını ve Osmanlı’ya karşı hareketlerini şiirlerinden öğreniyoruz.
Dedemoğlu’nun şiirlerine Bedreddin telmihine bakacak olursak; şiirlerinde açık bir şekilde Şeyh Bedreddin telmihi görebiliriz. Şeyh’i anarken, “Serez’in Şahı”, “Pirim” gibi kelimeler kullanmıştır. Bu şiirlere göz atacak olursak;
Erenlerin, evliyanın yoluna
Derviş oldum, erdim kudret sırrına
Hüseyn’den aldılar senin yerine
Güzelsin Serez’in şahı güzelsin
Güzelsin pirimin nuru güzelsin
Cisminden alınan yerin nuru var
Gelen dervişlerde kudret sırrı var
On iki imam gerçek erin aslı var
Güzelsin Serez’in şahı güzelsin
Güzelsin pirimin nuru güzelsin
Şahlar içinde Serez’in şahısın
İsmin Şah Bedreddin ilim varısın
Müminler kabesi dostun nurusun
Güzelsin Serez’in şahı güzelsin
Güzelsin pirimin nuru güzelsin
Şahlarımız var imamlar ağası
Müşkilin ehli mollanın illası
Şefaatçimizdir velayet şahı
Güzelsin Serez’in şahı güzelsin
Güzelsin pirimin nuru güzelsin
Çığrışa çığrışa aştık balkanı
Altıncıda gördük Serez halkını
Yedincide yüzler sürdük sultana
Güzelsin Serez’in şahı güzelsin
İndim seyredelim dostun durağı
Güzelsin pirimin nuru güzelsin
Sekiz melek tutar arşın direği
Pirimin hesapsız yanar çırağı
Güzelsin Serez’in şahı güzelsin
Güzelsin pirimin nuru güzelsin
Dedemoğlu uyarır çırağı yakar
Kara nine eşiğe yüz sürer
Derviş Cemal Baba’m murada erer
Güzelsin Serez’in şahı güzelsin
Güzelsin pirimin nuru güzelsin (Özmen, 1998: 152).
Dedemoğlu’nun bu şiiri belki de Alevi-Bektaşi ozanlar içinde Şeyh Bedreddin telmihi en açık olanıdır. İçinde açık ve net ifadeler bulunan şiir, Şeyh’in idamına duyulan üzüntüyü, Şeyh’e duyulan özlemi yansıtmaktadır. Bu ifadeler, nakarat kısmında Şeyh’e övgüler ile süslenmiştir.
Şair ‘Serez’in Şahı’ diyerek, Şeyh Bedreddin’in Serez’de asılmasını işaret etmiştir. Ayrıca ‘pirimin nuru’ ifadeleriyle de, piri Alioğlu’nun da Şeyh Bedreddin’e ışık olduğunu söylemek istemiştir.
Şiirin geneline bakacak olursak; on iki imamın devamı olarak görülen Şeyhin müritlerine şefaatçi olması ele alınmıştır. Burada Şeyh’e duyulan güvenden söz edebiliriz. Ayrıca Şeyh’in dini yönünün yanı sıra Balkanlar’da yaptığı seferlerden bahsedilmiş, isyanına atıfta bulunulmuştur.
Sonuç olarak bu şiirde, Şeyh ile alakalı Dedemoğlu’nun samimi duyguları, Şeyh’i yüceltme, övme isteği belirgin bir şekilde görülmektedir. Bunu da en açık şekilde yapması, şairin sağlam bir Bedreddinî olduğunun göstergesidir.
Dedemoğlu’nun bunun dışında ‘pirim’, ‘efendim’ gibi nidalarla seslendiği şiirler vardır. Fakat bunlarda doğrudan bir Şeyh Bedreddin telmihi olup olmadığını bilemiyoruz. Bu şiir Hasan Aktaş’ın Yeni Türk Şiirinde Şeyh Bedreddin Arkeolojisi ve Doktrini adlı kitabında ayrıntılı bir şekilde tahlil edilmiştir. Aktaş şiiri tahlil ederken, Dedemoğlu’nun ve halkın Şeyh Bedreddin’e olan yüksek alakasını, onun bir tarikat şeyhi olmasından dolayı bir sahip çıkma psikolojisi olarak yorumlanmaktadır (Aktaş, 2003: 46).
Haydar Ergülen (21. yy.) Modern şiirde Nazım Hikmet ve onun gibi yazan toplumcu şairlerin pek çoğu eserlerinde Şeyh Bedreddini anmıştır. Ancak Haydar Ergülen’in bir Alevi dedesi olup şiirinde Şeyh Bedreddin’e yer vermesi bu çalışmanın konusu olan Alevi-Bektaşi şairleri ile Bedreddinîlerin arasındaki bağı kurmada bize daha çok yardımcı olmaktadır. Bu konuda Haydar Ergülen’in Cümle şiirini inceleyebiliriz.
Cümleyi nereye kuralım, sokaklar hayli eski,
yenisi fazla evlerin odalarından geçtim,
cümle kapıları bile yok! Balkonu kursak da önce
yükseğe çıkarsak cümleyi, temiz bir dize
çıkmaz ya kirli bir cümleden: Balkon, evlerin yeni
hayvanı güneşe çıkaralım onu, cümleyi de
sokağa salalım ki sıyrılsın bütün imalardan
cümlemize sayıklayan o hayvan! Güneşe,
yağmura çıkmayışımızın sebebi o da, bulutlu
oluşumuz cümlenin tabiatından, göğe erken mi
bakmışız gönlümüzde bir ima battı, bir ima
doğdu bundan: İki kelimeyi olsun kavuşturamadık
birbirine, toplasan toplasan bir kasaba bile
etmeyen bu sıkıntıda cümle nasıl kurulsun
şemsin kamere gölgesi sayılan şu ikindiye!
«Cemi cümle bir sofrada» diyemedik ki daha,
kim ki aşk çarpıştırır biz kırılırız diyemeden
daha cümlemiz evlerde kırıldı da kurtuldu dilden
hayvan, balkon kurtuldu imadan, şu kibirli evleri de
haydin aşka kuralım da biz çekelim cümle derdini
Aşk olsun sana Tanrım, aşka kur cümlemizi (Aktaş, 2003: 124).
Cümle şiirini yine Hasan Aktaş bahsi geçen çalışmasında incelemiştir. Aktaş bu şiir için; “Cümle şiirinin direkt [konu] olarak Şeyh Bedreddin ile bir ilgisi yok. Ancak şiirdeki çağrışım, metafor ve mazmunlardan hareketle Şeyh Bedreddin’e ulaşmak mümkün. Şiirdeki “cemi cümle bir sofrada” ifadesini hareket noktası olarak ele alacak olursak Bedreddin’e, Pir Sultan’a ve Nâzım’a ulaşa- biliriz. Bedreddin ve Pir Sultan erenlerinin cemi cümlesi birlik ve beraberliğin bir nişanesi olarak bir sofrada oturup topluca yemek yerlerde,” şeklinde yorumlamıştır.
Yani burada Şeyh Bedreddin ve Bedreddinîlerin paylaşımcılığına işaret edilmek istenmiştir. Bu bakımdan bu şiirde çağrışımlardan yola çıkarak bir telmih olduğunu söyleyebiliriz.
Hüseyin Ferhad (21. yy.) 21. Yüzyıl’ın Alevi şairlerinden Hüseyin Ferhad’ın şiirlerinde de Şeyh Bedreddin’in izlerine rastlamak mümkündür. Ferhad’ın Mızrağımın Kırıldığı Yer adlı şiirinin bir kısmında Şeyh Bedreddin’in adı geçmekte ve telmih edilmektedir. Bu şiirin Şeyh’in telmih edildiği kısmına bakacak olursak;
Nefes almadan sürdüm Şeyh Bedreddin’e
istemeden karıştım Serez cinayetine,
gevşetip boynundaki urganı
seni sordum matemler müneccimine (Ferhad, 1995: 125).
Hüseyin Ferhad’ın Mızrağımın Kırıldığı Yer adlı şiirinin bu kısmında açık bir telmih söz konusudur. Hasan Aktaş bu şiiri incelerken şöyle der; Şair, bir savaşçıdır ve atını nefes almadan Şeyh’in asıldığı yere, Serez’e sürdüğünü söyler. Oralarda dolaşmasından dolayı kendisinin dışında gelişen olaylar sebebiyle adı Serez cinayetine karıştırılır. Şair, bu hengâmede [yakalanıp Bedreddin gibi idam edilme riski altında]dahi atının boynundaki urganı gevşeterek matemler müneccimine sevgilisini sorar (Aktaş, 2003: 115).
Aktaş bu şiiri incelerken Hüseyin Ferhad’ın şiirindeki mistik, olağanüstü ve hayali yönleri ortaya çıkarmıştır. Buradaki savaş, Şeyh’in asılmasını engellemek üzere verilen sosyal bir savaşda olabilir.
Alevi-Bektaşi toplumunu sosyolojik ve edebi açıdan derinden etkileyen Şeyh Bedreddin, bugün hâlâ Anadolu ve Rumeli topraklarında, özellikle de Aleviler ve Marksistler üzerinde etkisini korumaktadır. Bunun çeşitli sebepleri vardır. Bunların başında sol ideolojinin yüzyıllardır etkisini sürdüren Şeyh Bedreddin’in kitleselliği yanında durmak istemesidir. Öte yandan Alevilerin de bugün Şeyh Bedreddin’i sahiplenmeleri, onun öğretilerini benimsemeleri önemli etkenlerdir.
Nazım Hikmet’in lirik bir tarzda yazdığı Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Destanı ile tekrar güncelliğini kazanan Şeyh Bedreddin, çeşitli araştırmacılar tarafından defalarca işlenmiş, değişik konularda ele alınmıştır. Bu durum Şeyh Bedreddin üzerinde farklı yorumlamalar getirse de bazen bilgi karışıklıklarına yol açmıştır. Nazım Hikmet’in bu eserini inceleyen Hasan Aktaş, ünlü şairin Şeyh Bedreddin’i efsaneleştirmek istemesini siyasi bir argüman olarak görmesine bağlamıştır. Ayrıca Aktaş, ‘Nazım gibi şiir yazan’ şairlerin çoğunun Şeyh Bedreddini aynı üslup ve biçimde ele aldığını söylemiştir (Aktaş, 2003: 52-57).
Tarihsel süreçte iç içe yaşayan Bedreddinîler ve Alevilerin edebi manada birbirinden etkilendiği aşikârdır. Şeyh’in yolundan giden, Bedreddinî olduğu için baskılar gören, hatta idam edilen Alevi-Bektaşi ozanlar şiirlerinde Şeyh’i anmış, adına göndermeler yapmıştır. Bunun sebeplerinden en önemlisi kuşkusuz özellikle bazı Sünni gruplar başta olmak üzere, izlenen sindirme politikasına karşı Alevilerin ve Bedreddinîlerin bir arada durmak istemeleridir.
Makalemizin asıl konusu olan Alevi-Bektaşi ozanların Şeyh’i nasıl dile getirdikleri ise aslında bununla ilintilidir. Yani, Bedreddinî oldukları iddia edilen yukarıda işlediğimiz Alevi ozanlarının şiirlerinde ‘pir’, ‘pirim’, ‘Serez’in şahı’ gibi ifadelerle dolaylı ya da doğrudan bir şekilde hatta Dedemoğlu’nda olduğu gibi adını vererek anması, Aleviler ile Bedreddinîlerin birbirlerine bağlılığını göstermektedir.
Ele aldığımız ozanların eserlerinde rastladığımız doğrudan ve dolaylı telmihlerde Şeyh Bedreddin ile Alevi toplumunun arasındaki kuvvetli bağı somut bir şekilde görebilmekteyiz. Şeyh Bedreddin hakkında daha fazla şiir olabileceği gibi incelediğimiz şairlerin şiirlerinden çoğuna halen ulaşılamaması araştırmayı zora sokmaktadır. Fakat incelediğimiz kadarıyla Alevi-Bektaşi toplumunun ve özellikle de bu toplumun gören gözü, duyan kulağı olan ozanlarının Şeyh Bedreddin’den etkilenmeleri ve şiirlerinde anmaları dikkate değer bir konudur.
Mehmet YAVUZ
Kaynakça
Aktaş, Hasan. Yeni Türk Şiirinde Şeyh Bedreddin Arkeolojisi ve Doktrini, Edirne, Yort Savul Yayınları, 2003.
Aşıkî, Derviş Ahmed. Âşık Paşazade Tarih, Haz. Cemil Çiftçi İstanbul, Mostar, 2008. Balıvet, Michel. Şeyh Bedreddin, Tasavvuf ve İsyan, Çev. Ela Güntekin. İstanbul, Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, 2000.
Cerrahoğlu, A. Şeyh Bedreddin Meselesi, İstanbul, Çığ Yayınları, 1966.
Engin, Reik. Amuca Kabilesi’nde ve Trakya’da Kurban Geleneği, İstanbul, Can Yayınları,
2004.
Eyuboğlu, İsmet Zeki. Şeyh Bedreddin ve Varidat, İstanbul, Der Yayınları, 1980.
Ferhad, Hüseyin. Ateş Kılıçta Sınanır [Toplu Şiirler], İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 1995.
Gölpınarlı, Abdulbaki. Sungurbey İsmet. (ed.) Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, İstanbul, Eti Yayınevi, 1966.
Bedreddin Simavi. Diyanet İşleri Vakfı İslam Ansiklopedisi. Haz. Bilal Dindar. Cilt V. İstanbul, 1992.
İsmail, b. Halil. Sımanva Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Menakıbı, Haz. Abdulbaki Gölpınarlı, İsmet Sungurbey, İstanbu1, Eti Yayınevi 1967.
Karasu, Bilge. Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı, İstanbul Bilgi Yayınevi, 1970.
Okan, Murat. Türkiye’de Alevilik, İstanbul, İmge Yayınevi, 2004.
Özmen, İsmail. Alevi-Bektaşi Şairleri Antolojisi (V. cilt), Ankara, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, 1998.
Ran, Nazım Hikmet. Benerci Kendini Niçin Öldürdü, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2008.
Werner, Ernst. Şeyh Bedreddin ve Börklüceli Mustafa, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2006.
Yaltkaya, M. Şerafeddin. Sımavne Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, Haz. Hamit Er. İstanbul, Kitabevi Yayınları, 1994.
Yüksel, Müid. Sımavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, İstanbul, Bakış Yayınları, 2002.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.