Bizim kuşak hazan yaprakları gibi dökülmeye devam ediyor. Her giden yüreğimizden bir parça götürüyor. Son parçayı zamanı gelince kendimiz yanımızda götüreceğiz. İLK KADIN CUMHURBAŞKANI ADAYI 18 Aralık 2020 tarihinde değerli..
Bizim kuşak hazan yaprakları gibi dökülmeye devam ediyor. Her giden yüreğimizden bir parça götürüyor. Son parçayı zamanı gelince kendimiz yanımızda götüreceğiz.
18 Aralık 2020 tarihinde değerli okuldaşım, DSP milletvekili, Türkiye’nin ilk kadın cumhurbaşkanı adayı Gönül Saray’ın ölümü üzerine yazmıştım ilk “Hazan Yaprakları” başlıklı yazımı. (1)
Gönül’den önce ve sonra pek çok sevdiğimi kaybettim. Son birkaç ay içinde beş arkadaşım aramızdan ayrıldı.
26 Eylül 2024 tarihli Aydınlık Gazetesi ilk sayfada manşetten değerli yoldaş Esat Ümit Ağca’nın aramızdan ayrıldığını duyurmuş. (2)
Esat Ümit Ağca ile 1970’li yıllarda Türkiye Halk Birlikleri Federasyonu çalışmalarında tanışmıştık. Harbi, atak, canlı bir arkadaştı. O, 70’li yılların başında Türkiye’den Filistin’e gidip Filistinlilerin mücadelesine omuz vermiş; oradan Avrupa’ya geçmişti. Elli yıldan fazla zamandır Brüksel’de yaşıyordu. Ben de 70’li yılların başında önce Viyana’ya gelmiş, oradan Stockholm’e geçmiştim.
Avrupa’da devrimci hareketin örgütlenme çalışmalarında karşılaşıyorduk. Uzun zamandır görüşmedik. Ancak Facebook üzerinden birbirimizden haber alıyorduk. Sağlam, inançlı ve kararlı arkadaşlarımızdandı. Büyük sağlık sorunları olmasına karşın son günlerine dek sürdürdüğü mücadelesiyle yüreklerde yaşayacak ve gelecek devrimci kuşaklara örnek olacak.
20 Temmuz 2024’te Kıbrıs Barış Harekatının 50. Yıldönümünü kutladık. Ben de bu nedenle KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve Danışmanı Prof. Dr. Ata Atun’un önsözleriyle Bir Daha Asla – Yavruvatan’da Türk (Soy)kırımı kitabını yazmıştım. 21 Temmuz 2024 akşamı Ulusal Kanal’da Şule Perinçek’in hazırlayıp sunduğu Yeni Ufuklar programında Yabancıların gözüyle Kıbrıs konusunu ele aldık. (3) Aynı akşam Ulusal Kanal Eski İdare Müdürü Devrim Küfteoğlu’nun evinde Ulusal Kanal program yapımcılarından ve Turizm Gazetesi sahibi Gazeteci Yazar Fehmi Köfteoğlu ile yemek yedik sohbet ettik. Ben Fehmi’ye kitabımı imzalayıp armağan ettim o da bana Yarım Asrın Ardından isimli kitabını “Türkiye’den İsveç’e yarım asırlık yoldaşım Abdullah Gürgün’e sevgilerimle” yazarak imzaladı.
Aradan bir ay geçti Fehmi’nin aniden vefat ettiğini öğrendim. (4) İnanamadım. Kardeşi, can kardeşim Devrim’i aradım. O da şaşkındı, inanamıyordu. Günlerce Fehmi’nin resimlerini paylaştı sosyal medyada.
Ölümünden bir ay önce konuştuğum, projelerini dinlediğim, Türkiye turizmi hakkında bilgiler aldığım arkadaşımızın yapmak istediklerini artık kızı yerine getirecek. Fehmi düşünceleriyle ve yarım asırlık turizm yazılarından seçilmiş makalelerinden oluşan “Yarım Asrın Ardından” kitabıyla anılarımızda yaşayacak.
Temmuz sonu Stockholm’e gelmiştim. Eskiden İsveç Televizyonu’nda Türkçe çocuk programları yapan arkadaşımız Peggy Faith-Ell’e uğramak istedim. Peggy bir zamanlar birlikte İsveç Radyosu’nda çalıştığımız arkadaşlarımızdandı. Gönenç Ertem Kurtiz ile birlikte Türkçe çocuk programları hazırlarlardı. Stockholm’ün Kungsholmen (Kral Adası) semtinde, Can Saydam ile aynı binada oturuyorlardı. Can Ermeni / Süryani kökenli, THKP-C sempatizanı bir arkadaştı. Genç yaşta kaybettik. Eşi Margareta da birkaç yıl önce aramızdan ayrıldı. Ben de Stockholm’de iken zaman zaman buluşurduk. Tüm apartman sakinleri birlikte üzüm alıp kendi şaraplarını yaparlar, bazen evin avlusunda buluşup yer içerlerdi. Komşuda pişer bize de düşer hesabı, arada bir bu partilere ben de memnuniyetle katılırdım.
Peggy ile arada sırada yazışıyorduk. Kitaplarımı kutlar, Türk dostlarına tavsiye ederdi.
Bu kez gene Peggy’e Stockholm’e geleceğimi, buluşmak istediğimi yazdım, yanıt yok. Oysa daha önceleri yazıştığımızda hemen yanıt verirdi. Facebook sayfasına baktım. Aaaaa, Peggy 5 Mart 2024’te aramızdan ayrılmış. Sayfası başsağlığı dilekleri ve anma toplantısındaki resimlerle dolu.
Hep öyle olur ya, son bir kez görseydim, diye için için kendimi yedim. Anılarımıza daldım gittim.
Ayla Yazgan da öyle oldu. Peggy’den sonra onu aradım. Ankara – Stockholm arasında mekik dokuyordu. Stockholm’de ise buluşurduk. Temmuz sonuydu. Yanıt yok. Onun da Facebook sayfasına baktım, yayıncısının notu:
“Kıymetli yazarımız Ayla Yazgan’ı 28 Temmuz’da kaybettik. Ülkemizdeki baskı rejimi dolayısıyla 70’li yıllarda Foto Abdi olarak bilinen eşi Abdi Yazgan ve İsveç’e giden Erdal Öz, @zulfulivaneli gibi entelektüellerle birlikte sanat ve edebiyatımızın oradaki sesi olmuşlardı. Okurlarına, dostlarına, oğlu Kerem’e, torunları Mine ve Auguste Kemal’e başsağlığı diliyoruz. Kitaplarıyla hep yaşayacak, onu çok özleyeceğiz.”
Ayla Yazgan ile arada telefonlaşıp görüşüyorduk. Abdi Yazgan ile evliydi. Zülfü – Ülker Livaneli çiftiyle çok iyi dosttular. Haklarında bir yazı da yazmıştım. (5) Son görüşmemizde daha çok Zülfü’yü anlattırmıştım. Bizim Ankara Cumhuriyet Liseliler Zülfü niye bizim okulda okuduğunu yazmıyor diye sitem ederler hep. Ben bu sitemi kendisine iletmiştim. Konuştuk ve EN BÜYÜK ACL yazısıyla bir resim de çektirdik (6) ama bizimkilerden bazıları tatmin olmuyorlardı. Ayla Yazgan’ın tahminine göre, Zülfü eşiyle lise çağında evlenince okuldan atılmıştı. O da okuluna küsmüştü ve bu nedenle de kitaplarında ve özgeçmişlerinde buna hiç değinmiyordu. Bir bakıma okulu Ankara Cumhuriyet Lisesi’ni aforoz etmişti. Öte yandan okuldaşlarının kendisini hiç davet etmemiş olduklarını da belirterek kırgınlığını da vurguluyordu. Keşke ACL Derneği Zülfü’yü bir kuruluş yıldönümü balosuna davet etseydi / etse.
Stockholm’den Viyana’ya geldim. İki arkadaşımın mezarını ziyaret ettim. Josef Haddado birkaç yıl önce ölmüştü. Eskiler onu 1978 yılında Çekoslovakya’nın işgalinin 10. Yılı nedeniyle gittiği Prag’da yakalanıp hapse atılan Aydınlık Gazetesi Muhabiri olarak anımsayacaklardır.
Mezarlığa Eşi Lina ve oğlu Gabriel ile gittik. Çok güzel bir mezarlık yaptırmışlar arkadaşıma. Resmini de koymuşlar. Gülümseyerek, Midyat şivesiyle, “Oooglum nerelerdesin, neden gelmiyorsun? Hoşgeldin” der gibi bakıyor. Lina “Eminim şimdi bize bakıyor” dedi. Mezarı okşarken “Bak kocacığım sana kimi getirdim” diyor. “Yaşasaydı, Hanım Apo gelecek hazırlık yap derdi” diye ekliyor. Yanaklarıma düşen gözyaşlarıma engel olamıyorum.
Akşam Lina’ın hazırladığı güzel yemekler eşliğinde birkaç kadeh rakı içtim. Arkadaşımı andım. Şerefine, anısına kadeh kaldırdım.
Mezarını ziyaret ettiğim Diğer arkadaşım Güneş Şahiner’di. Kardeşi Merih’in Hıristiyan mezarlığındaki mezarına, onun üzerine gömmüşler. Üzerinde haçlı tahtaya Merih Schainer yazılmış. Güneş’in ismi görünmüyor bile. Doğru dürüst mezar taşı yok.
Mezarlığa Güneş’in hayat arkadaşı Karin ile gittik. Bir saksı karanfil koydum hâlâ sosyalist olduğunu kabul ettiğim arkadaşımın mezarına. Ne yazık ki, Güneş kardeşleri ve annesi dahil gerçek sevenlerini düş kırıklığına uğratmıştı. Aykırı bir arkadaştı. Zamanında THKO, THKP-C sempatizanı olmasına karşın, son zamanlarında “değer miydi?” diye soruyordu. Kimliğini, ülkesini, milletini, etnik aidiyetini, hatta cinsiyetini reddetmişti.
Bu davranışları annesini, kardeşleri Gülay ve Merih’i kırmıştı.
Mezarın baş tarafına atılmış bir tahta parçasının üzerinde “Memo Schahiner” yazıyordu.
Ne yazık ki, arkadaşım Güneş Şahiner artık adı bile yoktu.
Türkiye’ye geldim. Ankara’dayım. Köyüm Bafa’dan bir haber: Zekeriya Hoca ölmüş. Zekeriya Özkan.
Gayet sağlıklıydı neden ölmüş?
Beyin kanaması.
Sabah kalktığında bir şeyi yok; neşesi yerinde, şakalaşıyor. Eşi Nazife ineği olan bir akrabasına süt almaya gidiyor. Yarım saat sonra döndüğünde eşinin beyin kanaması geçirdiğini öğreniyor. Kızı Senem cankurtaran çağırmış. Milas Hastanesi, Muğla Hastanesi…
Kurtarılamıyor.
Zekeriya Hoca aslında Bafa’lı değil. Bafa’da yıllarca öğretmenlik yapmış. Şu anda çeşitli mesleklerde olan onlarca öğrenci yetiştirmiş değerli bir öğretmen. Bafa’dan evlenmiş. CHP belde başkanlığı yapmış. Sevilen bir kişi. Cenazesine büyük bir kalabalık katılmış.
Bafa’ya geldik. Eşi Nazife’ye başsağlığına uğradık. Çok üzgün ama metin. Çok esprili şakacı bir kadındır. Her görüşmemizde şakalaşırız. Tüm üzüntüsüne karşın gene hüznünü şakayla karıştırabiliyor.
Babası neredeyse asırlık. Kulakları iyi duymuyor, gözleri iyi görmüyor ama maşallah çakı gibi. Nazife babasına iyi bakıyor. Kimin önce gideceği belli değil. Baba Ali Uslu’nun yaşı nedeniyle önce gitmesi beklenirken damadının aramızdan ayrılması, “kimin daha önce gideceği belli olmaz” sözünü anımsatıyor.
Nazife eşinin son saatlerini, son kahvaltıdaki şakalaşmalarını bir tiyatro oyunu gibi anlatıyor.
“Zekeriya Özkan Hoca’nın hayat tiyatrosunda oynadığı oyunun son perdesi indi ve oyun bitti” diyerek noktayı koyuyor.
Son oyunun adını söylemiyor.
Siz ne dersiniz?
Hazan yaprakları gibi dökülen sevdiklerimi düşünüyorum, Yıldırım Gürses’in tüm sevenler için söylediği Sonbahar Yaprakları kulaklarımda.
ABDULLAH GÜRGÜN
https://www.youtube.com/watch?v=3O1lt6CuFZs
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.