Emperyalist Batı uygarlığının geri dönüşsüz bir çürüme ve çöküş yaşadığına ilişkin düşüncemize hâlâ kuşkuyla bakan okurlar için, işte çok daha çarpıcı, sarsıcı bir olay: “Epstein Skandalı”. Bir gazeteci şişirmesi, abartması..
Emperyalist Batı uygarlığının geri dönüşsüz bir çürüme ve çöküş yaşadığına ilişkin düşüncemize hâlâ kuşkuyla bakan okurlar için, işte çok daha çarpıcı, sarsıcı bir olay: “Epstein Skandalı”. Bir gazeteci şişirmesi, abartması ve de bir Amerikan kurgu filmi değil bu; insanı gerçekten şoke eden, akıl dondurucu, vicdanları derinden sarsan bir Amerikan gerçeği. Emperyalist sistemin merkezinde ve tepesindeki bu organize sapıklığı ve ahlaki çürümeyi, araştırmacı ve yazar Hüseyin Vodinalı‘nın “Epstein Skandalı: Mossad’ın Küresel Şantajı” adlı kitabından bütün yönleriyle öğrenebilirsiniz.
Kısacası, Prens Andrew (İngiltere Kraliçesi II. Elizabet’in ikinci oğlu), Bill Clinton, Donalt Trump, Hilları Clinton, Joe Biden ve oğlu Hunter Biden, Bill Gates, Robert F Kennedy Jr, Bob Menendez (Demokrat senatör), Mitt Romney (Senatör, 2012 ABD Başakan adayı), Bill Richardson (New Meksiko eski valisi), Aleks Acosta (eski adalet bakanı), Al Gore, Ehud Barak, John Connelly, David Copperfield, Naomi Campbell, Bruce Willis, Noam Chomsky, Sarah Ferguson, Leonardo DiCaprio, Michael Jackson gibi ABD’li milyarderler, siyaset baronları, sinema ve popüler kültür “fenomenleri” bu iğrenç olayın kahramanları.
Böylece, Mossad ajanı Epstein’in organize ettiği, kız çocuklarına (ayrıca oğlan çocuklar da var) tecavüz eden pedofili (sübyancı) sapıklarının dünyayı yönettiği bir şeytani gerçeklikle karşı karşıyayız. Her yıl yüz binlerce kız çocuğunun kaçırıldığı, cinsel köle olarak kullanıldığı, bu mafyatik alanın milyar dolarların döndüğü büyük bir borsaya dönüştüğü bir dünya gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu ve benzeri iğrenç olayların asıl merkezinin ve kaynağının toplumun ve devletin tepelerinde mevzilenen ABD merkezli örgütler olduğunu öğrenmemiz pek şaşırtıcı olmasa gerek.
Hepsi de alanında büyük şöhret, itibar ve saygınlık sahibi olan bu hasta ruhlu sapıklar çetesinin olayı nasıl örgütlediği ve yürüttüğü, açığa çıkmaması için ne gibi kirli oyunlar, tertip ve cinayetler işlediği ile ilgili ayrıntıları okuyucu kitaptan öğrenebilir. O nedenle, kitabın mutlaka okumasını öneriyorum. Bütün bunlar bizi, emperyalizmin 150 yıldır aşama aşama katmerleşen ve günümüzde dibe vuran asalak ve çürüyen karakterine, insanlığı her bakımdan kirleten, zehirleyen, insanlıktan çıkaran yıkıcılığına ve gerisindeki toplumsal, kültürel nedenlere odaklanmaya götürüyor.
***
ABD’nin tepesindeki haydut çetesinin niteliğini iyice kavramak ve ülkemiz işbirlikçi sermayesinin denetimindeki medyanın haber anlayışı ile bu gerçeklere ulaşmak bir hayli zor; bu “ana akım medya” üzerinden gerçeğe ulaşmanın yolu yalanlar, tuzaklar ve sahteliklerle dolu. Çünkü, bir çok insan için ABD, hâlâ güçlü, yenilmez ve dünyayı yönetmekte ve bundan sonra da bu güce sahiptir. Hatta “özgürlükçü demokrasi”yle yönetilen modern dünyanın ve kültürün, bilim ve teknolojik ilerlemenin merkezidir. Oysa karşımızdaki, içten içe çürümüş, içi kof bir çınar ağacı gibi en küçük ve ısrarlı bir müdahale ve sarsıntıda çökmeye hazır bir yapıdır. Üstelik, ABD’nin toplumsal, ekonomik ve siyasal nedenlerle bölünmenin, iç savaşın eşiğine geldiğini bir çok araştırmacı özellikle vurguluyor.
Kısacası, sistemi ayakta tutan taşıyıcı kolonlar çürümüştür; onları yenilemek, tamir etmek, küçülmeyi, emperyalist amaç ve planlardan vazgeçmeyi, bazı zayiatlar vermeyi göze almadan olanaksızdır. Özellikle yaklaşık 40 trilyon dolara varan borcuyla ve hiç bir hukuk ve adalet duygusu tanımaksızın gerçekleştirdiği insanlık dışı acımasız saldırganlıklarla büyük silah tekeli baronlarının yönettiği ABD, gerçekten dağılma ve çökme noktasına gelmiştir. Çökmemek, eski dünya efendisi görkemini koruma telaşıyla başvurduğu türlü çılgınlıklar, son çare olarak zaman zaman aklından geçirdiği ve tam bir intihar olan “altın vuruş”, yani nükleer savaş bile onu kurtarmaya yetmemektedir.
Ukrayna ve Suriye odaklı taktik saldırıları, -ki kesinlikle onun stratejik üstünlüğünü deği, geçici taktik üstünlüğünü gösterir- İsrail soykırımına açık destek vermesi, onun gücünün değil, sonunun yaklaştığını haber veren “altın vuruş” niteliğindeki çaresizliğinin bir göstergesidir. Özetle ABD, dağılma ve çöküş etkenlerine karşı, toplumu sağlıklı bir geleceğe taşıyacak maddi ve moral enerjiyi ve direnme gücünü tamamen yitirmiştir.
***
Emperyalist Batı’daki özellikle insani, moral/ahlaki çürümeyi bundan önceki çeşitli yazılarımda ve özellikle “Çürümenin Estetiği” adlı kitabımda çeşitli yönleriyle ele almıştım. Ekonomik ve siyasal krizlerle otaya çıkan derin çözümsüzlük ve çöküş etkenlerine ek olarak bu olgular şöyle sıralayabilirim:
1) “Üretim toplumu” ve “Üretim kültürü”nden “Tüketim toplumu” ve “Tüketim kültürü”ne geçişle, maddi, manevi, düşünsel ve yaratıcı etkinliğin temelindeki, özündeki emek/çalışma etiğinin terkedilmesi ve değersizleştirilmesi. Böylece, ülkemizde bütün görkemi ve saltanatıyla egemen olan asalak, hazırcı, vurguncu, dolandırıcı, sahtekar, yalancı ve hırsız ahlakının, kısacası mafyacılığın meşru ve egemen hale gelmesi. Bunun arkasında ise, hiç kuşkusuz emperyalist sistemde tefeci finans sermayenin dünya çapında mafyatik yöntemlerle başta sanayi sermayesi ve üretim kültürü üzerinde kurduğu üretim güçlerini ve dinamiklerini ezen, körelten, tahrip eden saltanatı vardır.
2) 1970’lere kadar; birincisi, sosyalizmin ve onun emperyalist merkezlerde yarattığı devrim korkusu ve “sosyal devlet” uygulamasıyla somutlaşan toplumcu etki; ikincisi, bu etkiyi bir kaç misli yükselten örgütli işçi sınıfı mücadelesinin ve kendini ezilen sınıfların devrimine adamış aydınların belirlediği geleceğe ilişkin bir umut ve iyimserlik vardı. Küreselleşmeyle birlikte bu umutları, toplumcu, emekten ve insanlıktan yana değerleri yıkıma uğratan, kirleten, sahteleştiren çok önemli gelişmeler yaşandı. Bunun sonucu olarak, neoliberal bireyciliğin ve bencilce çıkarların alabildiğine yüceltildiği toplumsal ve siyasal iklimde, Batılı birey ve özellikle gençlik, bütün gelecek umutlarını yitirirken tam bir ruhsal ve kimliksel boşluğa ve çöküntü bataklığına yuvarlandı. Sonuç, yaygın uyuşturucu kullanımı ve intihardı.
3) Küreselci emperyalist sistem; bütün felsefi, ideolojik, kültürel ve sanatsal alanlarda kapitalizmin reddine, yıkılmasına ve aşılmasına dayanan ve tek seçenek olarak kamucu/toplumcu, sosyalist bir dünya idealini duygu ve düşüncelerden tamamen silebilmek ya da etkisizleştirmek için büyük yalanlara dayanan kapsamlı ve kirli bir ideolojik kampanya yürüttü. Bu, her türlü düzenbazlık ve yalanın estetize edilmesine dayanan sanal bir algı dünyası yaratılmasıydı. Ve insan doğasını, vicdanını, ahlaki değerlerini yıkıma uğratan büyük bir kültürel yozlaştırma faaliyetiydi.
Ekonomik ve toplumsal olarak, üretim ahlakından ve dünyayı değiştirme tutkusundan kopuş, geleceğe ilişkin umutsuzluğu kültürün ve sanatın merkezine yerleştiren insani bir bozulma ve çöküntü olayıydı. Gelecek umudunun yıkılmasıyla doğrudan bağlantılı çok önemli diğer bileşen ise, insanın doğal/biyolojik bir tür olarak kendini yeniden üretmesi olan evlilik ve çocuk yapmayı reddeden bir eğilimin gelişmesiydi. Bu eğilimin de bir sonucu olarak, eşcinsellik, feminizm ve türevlerinin meşrulaştırılması ve resmileştirilmesi, toplumsal ve manevi çürümenin en belirgin göstergeleridir.
***
Şimdi, dürdüncü bir olgu olarak, “Epstein Skandalı”yla ortalığa dökülen pedofili, çocuk pornosu ile karşı karşıyayız. Batı’da toplumun neredeyse her kademesinde, “demokrasi”, “özgürlük” ve “insan hakları” adına normalleşen, hoş görülen bu olguları da aşan, şeytanın bile “vallahi pes” dediği, sapıklığın, insanlık dışılığın en son marifetine tanık oluyoruz. Ahlak dışılığın ve sapıklığın bu zirve yapmış biçimi, hiç kuşkusuz son kırk yıldır Batı kültüründe bir kanser gibi adım adım, bütün toplumsal organizmaları saran ve doğal insani değerleri tahrip eden ikliminden beslendi, güç aldı. Bu iklimden kendine meşruiyet devşirdi, hatta doğal, insani meşruiyeti de kullanarak “ahlaki bir haklılık” bile bulmaya çabasına girişti.
Vodinalı’nın “lağım patladı” metaforuyla vurguladığı gibi, ABD sisteminin, ekonomide milyarlık büyük zenginlerin, siyaset alanının, kültür-sanat ve iletişim dünyasının zirvesindeki kamuya açıklanmış 300 civarında seçkinin içinde yer aldığı sapıklar kulübü bize, insanlık dışılığın ve çürümenin son aşaması olan çok önemli bir gerçeği anlatıyor.
O çarpıcı gerçek de şudur: “Küresel seçkinler; şeytani kan ritüelleriyle meşgul olup çocuklara, plasentalara, fetüslere takıntılılar. Kanadalı moda kralı Jeffrey Epstein’in arkadaşı Peter Nygard’ın, şeytani trans hümanist ritüel törenlerinde kullanmak üzere regl kanı ve plasentaları için genç kadınlarla pazarlık yaptığı görüntüler ortaya çıktı.”(*) Kitapta yer alan regl kanıyla fetüs-çocuk kanının aynı nitelikte, kök hücre kanı olduğu ve kök hücrelerin organizmayı yenileyip ömrü uzattığı bilgisini de dikkate alırsak, insanlık dışı, canice amaç daha da netleşiyor.
Kapitalist sistemin geldiği toplumsal, insani ve ahlaki çürümenin bir göstergesi olarak hiper milyarder küresel baronlar ve onların çevresindeki asalak ve yardakçılar çetesi kendi iğrenç ömürlerini üç beş yıl daha uzatabilmek için bebek kanı içmekte ya da bunu düşünebilmekte bir sakınca görmüyorlar.
***
Kapitalizmin zirvesindeki, toplumdan, üretimden, çağın gerçeklerinden, insani değerlerden kopmuş, asalak, piskopat ruh hastaları, bütün çöken uygarlıkların tepesinde yaşanan bir olgudur. Roma, Çarlık, Osmanlı gibi bütün çürüyen ve çöken uygarlıkların tepesindeki hastalıklı, insani duyarlılıklarını, sağduyusunu ve dengesini yitirmiş, yarı deli, piskopat insan tiplerini anımsatmıyor mu sizce? ABD “seçkinler”inde gözlemlenen bu bozulmanın öncekilerden en önemli farkı, belki de insan doğasına yönelik olarak çok daha derin, yaygın ve yıkıcı nitelikte olmasıdır. Buna, durmadan ve katlanarak yükselen kapitalizmin aşırı kâr hırsının yol açtığını, doğa yıkımının da bir eşiğe gelip dayanması gerçeğiyle birlikte düşünürsek, olayın boyutu daha iyi anlaşılacaktır.
Dışımızdaki, nesnel doğanın yıkımıyla insani doğanın yıkımı, kirletilip çürütülmesi birbirine koşut olarak gelişen süreçlerdir. İnsan doğasının korunması, geliştirilmesi ve geleceğe taşınmasında çocuklarımızın ruhsal ve bedensel korunması, sağlıklı bir biçimde geliştirilmesi yaşamsal önemdedir. Günümüzde her yıl yüz binlerce çocuğun mafyatik örgütlerce kaçırılması ve piskopat-sadist zenginlerin cinsel alemlerine meze yapılması, kaçırılan bir çok bebeğin kanlarının büyüt ticaret getirisi olarak, özellikle sadist Amerikan baronlarının bahis yükselttiği piyasalarda satışa sunulması, insanlığın doğasına, vicdanına, ahlakına karşı en büyük saldırıdır.
Bir zamanlar “Bütün yollar Roma’ya çıkar” denmiş. Roma’nın gücünü göstermek için söylenen bu söz, aynı zamanda tersi için de doğrudur. Yani daha özgür, daha insanca bir yaşama kavuşmasının yolu da, çürümüş olan köleci Roma uygarlığını yıkmaktan geçmekteydi. Tıkanan dünya uygarlığının ve insanlık tarihinin önü, Türk komutan, Hun Kağanı Attila’nın kılıcıyla böyle açılabildi.
En son Gazze soykırımına açık desteğinden de görüleceği gibi ABD, insanlığın gelişmesinin, özgürleşmesinin, daha adil bir dünyanın kurulmasının önündeki en büyük engeldir. Bu nedenle insanlığı özgürleştirecek, ulusların bağımsızlığını sağlayacak, toplumsal eşitsizliklere son verecek ve insan ile doğa arasında büyük uyumu gerçekleştirecek bütün yollar Washington’dan, yani ABD emperyalizmini yıkmaktan geçmektedir. İnsanlığa türlü acılar çektiren, yıkımlar getiren ABD’nin başını çektiği emperyalist Batı uygarlığı, Avrupalı İskender’in değil yine Asyalı Attila’nın kılıcıyla yıkılacaktır.
Mehmet Ulusoy
Ağustos 2025