“İki kalas bir heves” derler tiyatro için… “Bir defa kulis tozu yutan bir daha iflah olmaz” da… Kökü eskil ritüellere dayanan tiyatro, insanın insana ayna tutarak kendisiyle yüzleşmesinin yordamıdır. Her..
“İki kalas bir heves” derler tiyatro için… “Bir defa kulis tozu yutan bir daha iflah olmaz” da… Kökü eskil ritüellere dayanan tiyatro, insanın insana ayna tutarak kendisiyle yüzleşmesinin yordamıdır.
Her sanat dalı gibi tiyatro da taliplisinin maddi ve manevi bedelleri peşin ödediği ancak teslimat garantisi olmayan bir yolculuktur.
İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları‘nda müzikli oyunlarda çalıştığım yıllar. (1976-1980) O dönemde Pazartesi hariç her gün oyun vardı. Cumartesi ve Pazar günleri ise çift oyun yani matine, suare.
Oyuna gitmeden saat 18.00 sularında bir tas çorba içip oyuna giderdim. Yemeğini ise oyun dönüşü yer, kitap okur öyle uyurdum.
Oyuna gitmeden yine çorba içerken annem karşıma geçip dua etmeye başladı. “Allah’ım, büyük Allah’ım… Oğlum da Ümmeti Muhammet’in diğer evlatları gibi sabah yedide kalkıp işe gitsin, akşam yedide eve dönsün.”
Anne, dedim, “Bir tas çorba içip işe gideceğim. Ekmeği boğazıma dizme…”
Annem, “Ne olmuş ki?” dedi, “Dua ediyorum.”
“Tamam anne” dedim, “Duanı git mutfakta yap lütfen, Allah oradan da duyar.”
“Biz sana kız istemeye gidince ne diyeceğiz? Tiyatroda çalgıcıya kim kız verir?”
“Anne ben sanatçıyım” desem de duruşu değişmedi.
Yukarıda küçük bir fotoğrafını paylaştığım bir kültür ikliminde sanatçı olmak zor, ama tiyatrocu olmak daha da bir zor…
Toplumda sanatçıların geçim zorluğu çekmelerinin de derin bir etkisi var şüphesiz bu duruşta. Ama dedim ya maddi ve manevi bedeli ödeyenlerden öyle isimler çıkıyor ki adları o sanat dalıyla özdeşleşiyor.
Türk tiyatrosunda son dönemde Zihni Göktay böylesi isimlerden biri. İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları‘nda iki oyunda beraber çalışmanın kıvancını ve keyfini yaşıyorum.
Tiyatro sevenler son günlerde Zihni Göktay‘ı İstanbul‘da Cibali Karakolu adlı oyunda izlemenin mutluluğu içindeler.
Açıkhava Tiyatrosu‘nda 23 Haziran gecesi sahnelenen oyundan sonra usta sanatçı seyircilerle kısa bir söyleşi yapar.
“Bugün biliyoruz ki ‘Büyük buluşma’ İmamoğlu ile Yıldırım’ın katılacağı canlı yayın var. Ama sizler buna rağmen burayı doldurdunuz, bizi seyretmeye geldiniz, çok teşekkür ederiz. Tiyatroyu da politikadan soyutlayacak değiliz, sürçülisan ettikse affola”, dedikten sonra bir başka tiyatro ustası olan Nejat Uygur‘un söylediklerini seyircilerle paylaşır. “Nejat abi bana bu görevi devrederken kulağıma şunları fısıldadı, ‘Evladım, bu meslek öyle bir meslektir ki bilmeyen bilmez oğlum. Bayram, Pazar bilmezsin. Hasta olsan yatamazsın, çocuğun doğsa göremezsin, ana ölse gömemezsin. Bu meslek öyle bir meslektir ki evladım bilemeyen bilmez yavrum, ecelinle bile ölemezsin…”
Bütün bunlara katlanmak ise sanatın maddi ve manevi bedeline girmektedir.
Gelelim üç sezon Zihni Göktay birlikte çalıştığımız, Bilgesu Eranus‘un yazıp, Nurhan Karadağ‘ın yönettiği “Misafir” adlı oyundan bir turne anısına.
Bir haftalık turne için Ankara‘dayız. Küçük Sahne‘de buluşacağız seyircimizle. İlk gece… Salon dolu… Misafir adlı oyun seyirciyle alavere devinen seyirlik bir köy oyunu. Yönetmenimiz, rahmetli Nurhan Karadağ da seyirlik köy oyunları ustası. Bunları niye söylüyorum? Birinci perde bitti. Seyircide birkaç küçük reaksiyon dışında tık yok. Perde kapandı bu durumu düşünürken sahnede tek olmadığını fark ettim. Zihni ağabey ile göz göze geldik. “Bizde mi bir şey var bu akşam, yoksa seyircide mi?” diye sordu.
“Çözemedim abi...” dedim ve perde aralandı. Devlet Tiyatrosu‘nun ustaları sahneye çıktılar. Semih Sergen, Beyhan Hürmeriç ve Sermin Hürmeriç…
“Arkadaşlar bir şahanesiniz...” diyerek Zihni ağabeye sarılıp öpüyorlar. Bu arada sarılıp öpme sırası bana da geldi. Zihni ağabey ile göz göze geldik. Az önce seyircinin soğukluğunu çözemezken bu kutlama neyin nesi gibilerden bakışıyoruz. Hep beraber kulise geçtik.
İkinci perde de hemen hemen aynı minval üzere geçti. Sırada oyunun final şarkısı vardı. Şarkı biter bitmez bütün salon ayağa kalkarak alkışlamaya başladı. Hızı kesilmeyen bir alkış dalgası… İki kez okuttular bize final şarkısını… Perde kapandığı hâlde alkış sürdü. Bütün salon ayaktaydı…
Zihni abi ile yeniden göz göze geldik ve sordu, “Bu ne şimdi?”
Cevapladım, “Abi, Ankara seyircisi ödemeyi toptan yapıyor anlaşılan.”
Ertesi akşam oyun öncesi kapının önünde vakit geçirirken orta yaşlı biri gişe memuru ile konuşuyordu. İster istemez kulak misafiri oldum.
“Yarın akşam için bir bilet alacaktım.”
Gişe memuru “Bilet yok” dedi… Orta yaşlı adam bu kez de “Öbür akşama olsun” demesiyle memur kızgın bir sesle “Bir haftalık biletler satıldı, demesin mi?”
Bu durum bizim için çok güzel bir haberdi. Ama seyirci için ise üzücü.
Gişeye yaklaşarak, “Bir iskemle koyamaz mısınız?” dedim. Gişe memuru “Ne iskemlesi, pufları bile sattık,” dedi.
Orta yaşlı seyirciye, “Oyunu göremediğiniz için üzüntümü ifade etmeye çalıştım.”
O da “Ben oyunu dün gece seyrettim” dedi. Şaşırmamak elde değildi.
Orta yaşlı seyirci “Oyunu bir daha görmek istedim,” dedi ve ekledi “Bu uzun kışı soğuk neva devlet tiyatrosuyla nasıl geçireceğiz,” dediğinde kelimenin tam anlamıyla ortaya karışık bir duruma düştüğümü fark ettim.
“Misafir” adlı oyunu sahneleyen ekip gerçekten İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları‘nın seyirlik tiyatronun deneyimli ustalarından oluşuyordu. Kadın rollerini bile erkeklerin üstlendiği bir seyirlikti bu. Ama seyircinin Devlet Tiyatroları için yorumu hiç de sevimli değildi.
Orta yaşlı amcaya, “Aman amca bu dediklerini Devlet Tiyatrosu’ndan arkadaşlar duymasın, ayıp olur,” dedim.
Gazanfer ERYÜKSEL
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.