Sanat Manifestom 14: Bu bölüme kadar hep evrenin big bang öncesi durumlarındaki birçok bilinmezler veya cevapsız soruları işledim. Ve yasaların nasıl var olup da bu evreni oluşturabildiğine dikkat çektim. Şimdi..
Sanat Manifestom 14:
Bu bölüme kadar hep evrenin big bang öncesi durumlarındaki birçok bilinmezler veya cevapsız soruları işledim. Ve yasaların nasıl var olup da bu evreni oluşturabildiğine dikkat çektim. Şimdi artık doğa yasalarının eş deyişle fizik yasalarının bigbang anı ve hemen sonrası durumuna bakacağız. Önceki bölümün sonunda fizik yasalarının neler yaptığına geçmeden önce başlangıçta ki uzay zamanın özellikle zaman konusunun çok karmaşık ve şaşırtıcı bir oluşum olduğunu belirtmiştim. Dolayısıyla önce uzay-zaman konusunu işleyelim sonra matematiğe devam edeceğiz. Konuya ödüllü fizik profesörü Richard Muller’den alıntıyla başlayalım.
“Büyük patlama “öncesinde” ne uzay vardı ne de zaman; Richard A. Muller Şimdi, Zamanın fiziği S.140.
“Uzay ve zaman, görelilikle birbirine bağlanır. Uzay ve zamanda yaşamıyoruz, uzay-zamanda yaşıyoruz.” Richard Muller a.g.e S.140
Prof. Muller’in söylediği şey, uzay ve zaman biribirinden ayrı iki şey değil, birleşik özelliklerdir. Bu durum birçok deneyle de kanıtlanmıştır. Şimdi bu konuyu mümkün olduğu kadar anlaşılır bir şekilde açıklamaya çalışayım.
Öncelikle, uzay bir boşluk değil, bir nesnedir. Evrendeki tüm uzay, enerjiden oluşmuş kuantum alanlardır. Yani uzay olarak görülen şeyin içi boş değildir, çok seyreltikte de olsa enerji bulunan alanlardır. Biz bu içinde enerji olan alanların kapsadığı dış sınırlarına hacim ya da uzay diyoruz. Dolayısıyla içinde bir şey olmadan uzay oluşamaz. Buna bir benzetme yaparsak; şişirilmemiş boş balonla, şişirilmiş içi dolu balonun durumuna benzetilebilir. Ancak arada şu fark vardır, şişirilmemiş balon içi boş olsa da hala nesnedir ama içi boş uzayın nesnesi yok demektir. Yani ortada uzay yoktur.
Uzayın dış çizgisi yoktur dedik. Çünkü kuantum alanları uzay oluştururken, birşeyin içine girip kendine yer açmaya, sığmaya çalışmıyor. O kendi salınım, titreşim yaparak uzay dediğimiz kapsadığı alanını, kendi oluşturuyor. Bu durumda, hangi ölçekte olursa olsun, uzay denilen hacim ya da alan, aynı zamanda başı ve sonu arasında bir mesafeye sahiptir. Ve tüm olgular, kendine özgü mesafelerde hareket ederek oluşur. Tabi, hareket etmek demek, enerji harcamak demektir. Enerjinin harcanması ise süreç gerektirir. Ve her şey kendine özgü belli bir hız aralığında enerjiyi harcayabilir. Yani olaylar, enerjilerini, an, an dediğimiz kesikli aralıklarla değişim gösteriyor. İşte enerjinin hareket için kullandığı bu hız aralıklarına zaman diyoruz. Bunu biraz daha açayım
Bilindiği gibi zamana dördüncü boyut deniyor. Ancak bu boyut diğer boyutlardan ayrı olarak var olan bir boyut değildir. Zaman, diğer boyutların hepsine içkin olarak var. Zira yukarıda da belirtiğim gibi en, boy, derinlik dediğimiz boyutlar başıyla sonu arasında kendi ölçeklerinde mesafelere sahipler. Nokta dahil, Planck uzunluğu kapsamınında olan tüm nesneler yapılarında mesafe barındır. Bu mesafeleri frekans dediğimiz titreşimler oluşturuyor. Yani kendi oluşturdukları mesafeyi katederek yine kendi oluşturdukları zamanı da kullanmış oluyorlar. Zaten titreşim yani frekans, birim saniyedeki titreşim sayısıdır. Yani zaman verilerek ölçülebiliyor. Ayrıca zaman, gündelik yaşamda da bir saatlik yol on dakikalık iş vs. gibi mesafe ve hareket süresi için de kullanılen bir unsurdur. Konuyu özetlersek; evrende, bağımsız sabit bir hızda akıp giden zaman diye bir mevhum yok. Sistemde her nesne kendi zamanını kendi içinde barındırıyor. Daha basit olarak söylersek; zaman olarak bildiğimiz unsur hareket bağlı bir şey. Hareket yoksa zaman da yoktur uzay da yoktur. Evernin çalışan sisteminin temeli böyledir.
Burada doğal olarak aklınıza şu gelebilir; dağlar, taşlar kayalar vs.gibi milyonlarca, milyarlarca yıl sabit duran hareket etmeyen nesneler var ama zaman durmuyor diyebilirsiniz. Tabi bu yanlış bir değerlendirme olur. Zira dağ, taş, demir, çelik var olan her nesne atomlardan oluşur. Ve tüm atomlar, kuantumlardan oluşan yapısı gereği durmaksızın hareket halindedir. Dolayısıyla kuantum dünyasında hareket durmaz, durursa, zaman da durur. Bu konunun daha kolay anlaşılması için bir kurgu hikaye ile anlatayım.
Diyelim ki Tanrı bir nedenle kendi katında takvim ve saati olan bir cihaz yaptı. Sonra bu cihazı dünyadaki takvim ve saate göre ayarladı. Böylece yanındaki saat, dünyadaki saat ile eş zamanlı çalışmaya başladı. Yine diyelim ki, bir süre sonra bir nedenle evrendeki hareketi durdurmaya karar verdi. Önündeki cihaza baktı takvim 20 Şubat 2024 saat on ikiyi gösteriyordu ve düğmeye bastı . O anda tüm evrende hareket dondu, fizik yapı tamamen durdu. Bir süre sonra Tanrı geri geldi ve takvime baktı, takvim 2124 gösteriyordu yani aradan 100 yıl geçmişti. Uzatmayalım,Tanrı evreni yeniden harekete geçirmek için düğmeye bastı. O anda tüm evren ve dünyada durmuş olan her şey kaldığı yerden harekete geçti. Kısaca uçmakta iken donan kuş, Tam düşerken donan taş, dalgalanan deniz hareket eden insanlar vs. tamamı atomlarına kadar donmuş herşey o anda çalışmaya başladılar. Şimdi bu durumda dünyadaki zaman neyi gösterir? Cevap gayet basit. Dünyadaki takvim ve saat donduğu andan yani 20 Şubat 2024 saat on iki,den itibaren tekrar başlayacaktır.
Anlaşıldığı gibi Tanrı katındaki dünyaya göre ayarlamış saatt, evrenin dışında olduğu için durmadı harekete devam etti ve 100 yıl geçti ama dünyada hareket donup durduğu için zaman aynı kaldı geçmedi. Eğer evrendeki zaman olaylardan bağımsız, kendiliğinden akıp geçen bir yapıda olsaydı, o zaman dünyadaki saat de,Tanrı’nın saatiyle aynı 100 yıl sonrasını göstermesi gerekirdi. İşte akıp geçen bir zaman olmadığı için hareket durunca zaman da durdu. Özetlersek zamanı Einstein’in görelilik kuramından itibaren sabit bir şekilde akıp gitmediğini, kütle çekimi ve hıza göre değişken olduğunu biliyoruz. Bu durum defalarca kanıtlanmıştır. Zamanın bu gerçekliğini, hepinizin kullandığı cep telefonları üzerinden bir örnek vererek anlatayım.
Cep telefonları GPS (Global Positioning System) görelilik teorisinin zaman denklemlerini kullanarak çalışır. Bu sistem, gönderilen sinyalin yerini bulması için uydu ve yerdeki saatin eş zamanlı olması zorunludur, yoksa kullanılamaz. Zira kütle çekimi zamanı yavaşlatır. Bu yüzden dünyadaki saatler yaklaşık yirmi kilometre yukarıdaki uydulardaki saatlerden günde 38 milisaniye daha geri kalır. Bu da sinyallerin çıkış ve gideceği cihazların konumlarında kilometrelerce sapmaya sebep olur demektir. Bu yüzden NASA gönderilen uydulardaki saatlerin hızları yerdeki saatlerin hızına göre ayarlanmış, senkronize edilmiş olarak göndermiştir. Böylece dünyanın heryeriyle anında görüşebiliyoruz.
Eğer uydu ile dünyadaki saatlerde bu zaman farkı ayarlanmasaydı ne olurdu? O zaman yanıbaşınızda oturan arkadaşınıza telefon ettiğinizde bile gönderdiğiniz sinyal, arkadaşınızın telefonu on santim ötede olmasına rağmen onu asla bulamaz ve kontak kuramazdı. Yani telefon görüşmesi olamazdı. Evrendeki zamanın durumu budur. İşte bu nedenle önceki bölümde fizik yasaları, amiyane bir tabirle önünde bulduğu enerji dediğimiz hammaddeye bakıp, ortada hiçbir örneği yokken, uzay zaman gibi ilginç bir mekanizmayı ön görmesi veya tasarlaması müthiş bir sonuçtur dedim.
Ayrıca başlangıçta bizim Istatistiksel matematik dediğimiz sistem devrede. Biliyorsunuz istatistik, nicelik yani sayılacak nesneler, doneler gerektiren bir matematik alanıdır. Dolayısıyla başlangıçta ortaya henüz sayacak bir şey çıkmamışken, bir nesne yokken, böyle bir sayısal sistemin kendinde içkin var olması veya tasarlanması da çok düşündürücüdür.
Son olarak zaman ile ilgili bir başka özellik var. O da bilime göre tüm evrende kesikli hareket eder. Öyle düz bir akış şeklinde değil tıpkı bir film şeridi şeklinde kare kare devam eder. Konuya iyi dercede aşina olmayanlar için burada da çok sürpriz yapılanmalar var. Her neyse, hepsine gelecek bölümde devam edeceğim.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.