Sefaretler, başkonsolosluklar yurdun yabancı diyarlardaki adacıklarıdır. Her gittiğim yabancı ülkede onlara bir nezaket ziyareti yapmayı âdet edinmişimdir. İster sıcak, ister soğuk karşılasınlar. Ben ödevimi yaparım. Büyükelçiler, başkonsoloslar bazen sınıf, bazen..
Sefaretler, başkonsolosluklar yurdun yabancı diyarlardaki adacıklarıdır. Her gittiğim yabancı ülkede onlara bir nezaket ziyareti yapmayı âdet edinmişimdir. İster sıcak, ister soğuk karşılasınlar. Ben ödevimi yaparım. Büyükelçiler, başkonsoloslar bazen sınıf, bazen okul arkadaşım çıkarlar.
Bazen de oğlum yerinde tanımadığım kimseler. Ben saygıda kusur etmem. Benim saygım bayrağadır. Gönderinin cinsiyle pek uğraşmam. Sefaretten sonra, eğer orda varsa Türk mezarlığına uğrarım. Yıllar önce bir UNESCO toplantısı için Bükreş‘e gittiğimde büyükelçi olarak dostum ve okuldaşım Kamuran Gürün‘le karşılaşmaktan sevinç duymuştum. Gürün beni aldı, Bükreş‘deki Türk Şehitliğine götürdü. Mutat mahviyeti ile hiçbir şey söylemedi ama ben bu Türk mezarlığının düzenlenmesinde onun vefalı özeninin ve ince zevkinin emarelerini sezmiştim. Çoğu Galiçya cephesinde şehit düşmüş erlerimiz son uykularını bayrağımızın dalgalandığı bu bakımlı toprak parçasında uyuyorlardı.
Berlin‘deki Türk Şehitliğine de Ay Yıldızlı bir kapıdan giriliyor. Duvarları komşu garnizon mezarlığı gibi kırmızı tuğladan… Berlin‘in şimdi artık yerini Tegel‘e bırakmış eski havaalanı Tempelhof‘un hemen yakınında, Colobiadamm metro durağının az ilerisinde… Geçen yüzyıl ortasında buraları Hasen Helde “Tavşan çalılığı” diye anılan halî bir arazi imiş. Bugün de öyle ya… Çevre sakin ve sessiz. Ilık bir yaz rüzgârı yaşlı kestane ağaçlarının yapraklarını hışırdatıyor. Aylardan ramazan, günlerden de cuma olduğu için mezarlığın içindeki mescit gibi kullanılan Türk tipi evin hoparlöründen vaizin Hazreti İbrahim‘in kıssasını anlatan yumuşak sesi geliyor. İkişer üçer kişilik gruplar halindeki on beş yirmi mümin ya abdest alıyorlar, ya da almış öğle namazını bekliyorlar. Solda sekizgen bir kaidenin üzerinde beş yüzeyli bir sütun yükseliyor. Beş yüzeyin her birinde buraya ilk defnedilen beş hariciyecimizin adları yazılı. Bunların arasında Ali Aziz efendinin kitabesini arıyorum. İlk gömülen o… Kitabe şöyle diyor:
“Devlet-i Aliyeyi Osmaniye’nin Prusya nezdindeki fevkalâde murahhası orta elçi olduğu halde terk-i dağdağa-i cihan iden Ali Aziz efendi… Hicri 1315.”
Elimdeki kır çiçekleri buketini onun mezar kitabesi önüne bırakıyorum.
Bu Türk mezarlığının tarihi, demin sözünü ettiğim Bükreş‘deki şehitliğimizden çok çok daha eski. Ta 1798 yıllarına uzanıyor. Üçüncü Sultan Selim‘in Prusya Kralı III. Friedrich Wilhelm nezdindeki elçisi Ali Aziz Efendi, 29 Ekim 1798 yılında kroniklerin yazdığına göre Berlin’in sert iklimi ile uyuşamayıp, vefat edince Prusya hariciyesini bir telaş almış. O dönemlerde Berlin’den İstanbul’a gitmek aylar sürüyor. Yüksek rütbeli bir Müslüman ölüyü nereye defnetsinler. Kral bu hali arazinin sahibinden, 40 taler karşılığı küçük bir arsa almış ve elçimiz için alelacele bir kabir hazırlatmış. Yine kronikler yeşil bir örtüye sarılı tabutun sefaret mensuplarından oluşan bir cenaze alayı ile buraya getirilip gömülüşünü ayrıntısı ile anlatıyorlar. Aradan beş yıl geçmiş. 28 Nisan 1804‘de Berlin maslahatgüzarımız Mehmed Esat Efendi de vefat edince aynı makbereye defnedilmiş. Gel zaman git zaman mezar unutulmuş. Etrafındaki çit yıkılmış. Mezarın yeri kaybolmasın diye konulan kaya yok olmuş. 1836‘da bir köylü oraları ekerken mezar duvarına rastlamış.
Haber vermiş. Yaşlılar vaktiyle orada bir Türk mezarı bulunduğunu hatırlamışlar. Resmî makamlar işe müdahale etmiş, bu sefer Fransızca kitabeli ve üstü kavuklu iki mezar taşı yaptırılarak ölülerimizin mezarı başına konulmuş. Çevresine ıhlamur ve akasya ağaçları dikilmiş. Korumak için de sınırına kırmızı tuğladan bir duvar örülmüş, üstüne dikenli tel koymuşlar. 28 Ağustos 1839‘da “Berlin sefaret-i seniyesi serkâtibi” Rahmi efendi 24 yaşında iken Wilheim Strasse 73’deki sefaret binamızda vefat edince buraya gömülen üçüncü Türk olmuş. Öbür iki ölümüz, 1853’de muhtemelen Prusya ordusuna staja gönderilmiş genç astsubay Rasim efendi ile yine adı tesadüfen Aziz olan bir genç. Otuz yıl boyu bu küçük Türk mezarlığı kendi başına bırakılmış. Arada bir, sefaret erkânı içinde buraya gelip ölülere Fatiha okuyanlar olurmuş. Berlin‘de ölen Türkler çoğalmaya başlayınca mezarlığın büyütülmesi zorunluğu başgöstermiş.
1856‘da o zamanki elçimiz Kemal Efendi bunu Alman dışişleri sorumlularına söylemiş. Bunun sonucu olarak da Alman devleti bu araziye ek arsa alıp bize hediye etmiş. Bir süre sonra yeni şehir düzenlemesinde o yöreye yerleşen Franzer kışlasına büyük bir mezarlık gerektiğinden Prusya Harbiye Nezareti elçiliğimizin Sultan nezdinde aracılığını istemiş. Vaktiyle sadece üç diplomatımızın medfeni iken yavaş yavaş bir İslam mezarlığı olarak gelişen Türk mezarlığının, Franzer Kaserne mezarlığı olarak büyütülecek alanın karşısında daha büyük bir araziye nakli hususunda muvafakat rica etmiş. Sultandan olumlu cevap gelince de, şimdiki saha bize verilmiş. 29 Aralık 1866‘da nakil dinî ve resmî büyük bir törenle icra edilmiş! Sefirimiz Aristaki Bey medfun Türk memurlarının ve diğer rahmetli Türklerin anısını tazeledikten sonra, tüm Türk sefareti erkânı Prusya Harbiye, Hariciye Nezaretleri temsilcileri ve davetliler önünde başka dinden bir ulusa payitahtında böyle bir mezarlık hediye etmenin hem uygarlık hem insanlık kanıtı olduğunu belirterek Kral I. Wilhelm‘e teşekkür etmiş. Bu arada da Sultan Aziz‘in buradaki medfun ilk beş Türk’ün Arap harfleri ile ve altın yaldızla yazılmış kitabelerini havi beş yeşil kitabe yapılmasını ferman ettiğini bildirmiş.
İşte demin size tarif etmeye çalıştığım ve metnini okuduğum kitabeler bunlar. Bunların üzerinde eski jandarma kulübelerinin yüzeyi gibi ama ondakinden daha ince kırmızı beyaz çapraz velevli sütun ve onun üstündeki yaldızlı ay yıldız, Sultan Aziz‘in bu arzusunu yerine getirmek üzere Alman mimar Voigtel tarafından yapılmış. Bugün Türk Şehitliği adını taşıyan mezarlığın merkezini de bu yukarı doğru döne döne çıkan kırmızı beyaz yollu sütun oluşturuyor.
Tempelhof düzlüğündeki şehitliğimiz bahçesindeki ağaçlar, altında yatan 300’ü aşkın Müslümanı gölgeliyor. Türkler dışında Afganlı, Mısırlı, Filistinli, İranlı, Tunuslu Müslümanları da barındırıyor şehitliğimiz. Buraya en çok himmeti geçenlerden biri olan 1911-1924 arası Berlin Büyükelçiliğimiz başimamı Hafız Şükrü Bey de Almanken ihtida eden eşi ile burada yatıyor. Berlin‘de Kaststrasse‘de Taşnak teröristleri tarafından öldürülen Talat Paşa da ilkin burada medfunken, daha sonra bilindiği gibi, kemikleri vatana nakledildi.
Şehitliğimiz üzerine Berlin‘deki Staatsbibliothek Devlet Kütüphanesi‘nde en az 14 doküman var. Ayrıca Berlin‘de uzun yıllardır başarı ile çalışan ama yurdu ile ilgisini hiç azaltmayan dostum Dr. Talib Arban‘ın arşivinden de yararlandım. Dışişlerimizde arşivcilikle uğraşan Sayın Bilal Şimşir‘i ilgilendirir diye buradan çıkardığım bir bibliografyanın fotokopisini Ankara’ya yollayacağım.
Bu yazı fazlaca belgesele kaçtı ise kusura bakmayın.
Yurt dışında yatan ölülerimize gösterilen saygı ve özen hepimizi yakından ilgilendirse yeri.
Hiç unutmam, lise son sınıfta iken Bulgarların Razgrad‘daki Türk mezarlığına yaptıkları çirkin tecavüze karşı o zamanki Milli Türk Talebe Birliği Başkanı Tevfik İleri‘nin yönetiminde bir karşı gösteri yapmış, İstanbul‘daki Bulgar Mezarlığı‘na giderek bir çelenk koymuş, ölülere nasıl muamele edileceğini göstermiştik. Biz Türkler kendi ölülerimize olduğu gibi yurdumuzdaki yabancı ölülere de en saygılı bir milletizdir. Dışardaki buna paralel hareketler de her zaman vurgulanmaya değer diye düşündüm.
30 Mayıs 1980
Haldun Taner
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.