Yörükler, yürüyen Türklerdir. Yazın serin yaylalara, kışın sıcak yerlere göçerler. Doğuda onlar göçer de derler. Yörükler bal arıları gibi anaerkil bir yaşam sürerler. Yörük anası yaşlandı mı adının sonuna –ce..
Yörükler, yürüyen Türklerdir. Yazın serin yaylalara, kışın sıcak yerlere göçerler. Doğuda onlar göçer de derler. Yörükler bal arıları gibi anaerkil bir yaşam sürerler.
Yörük anası yaşlandı mı adının sonuna –ce –ca takısı aklınca Elif- Elifce gibi oymağın akıl danışılan beyi olur. Bir sorun yaşandığında O’na sorulur.
Kadın erkek ayrımı yoktur ama aslında kadınlar, kızlar obanın göz bebeğidir. Onlar her zaman kollanır, korunur. Göç sırasında da en öndeki deve boncuklarla, kilimlerle süslenir. Obanın en güzel kızı bu devenin üzerine oturtulur. Obanın şerefi, gözdesi olur.
Deve katarı hareket edince çan sesleri mehter marşı gibi dağı taşı inletir. En öndeki devedeki çan sesi, “ağam zengin, ağam zengin” der. Orta devedeki çan, “ nerden bulmuş, nerden bulmuş,” derken arkdaki devenin sesi, “ondan bundan, ondan bundan” diyerek kervan yoluna devam eder. Develerin zoruna gitse de kervanı bir eşek çeker.
Yörük göçte geçit vermeyen koca dağlara tırmanmaya başlayınca, göç zorlaşır. Kalsa da atının nalları yolda, yırtılsa da ayağındaki çarığı, “yüklü deve dinlenmez” der, yürür Yörük insanı. Yörükte olan beyde bulunmaz dense de yörüğün gönlü zengindir.
“Yörük beyinin keyfini bir deve taşıyamaz,” derler. Sabahleyin kahvaltınını etmeden, sigarasını yakıp kahvesini içmeden yola çıkmaz.
Göç devam ederken gece olup, konaklama yerine gelince develerdeki, atlardaki, eşeklerdeki yükler çözülür. Dinlenmeye çekilir, hemen ateş yakılır, tarhanalar pişirilir, dağarcıklardaki ekmekler çıkarılır, taze sütler sağılıp ısıtılır, hep birlikde yenilir.
Bir taraftan ateş çoğaltılır, curalar çalınır, önünde oynanılır, uyuma zamanı gelince; nöbetçiler dikilir, göç zamanında dağlar tekin değildir. Yataklar serilir uyunur. Yine gecenin karanlığının ötesinden deveci yıldızı görününce yola çıkılır.
Çünkü yörük obalarında göçerlere deveci yıldızının yol gösterdiğine inanılır. Yörük kadını yolda giderken bile boş durmaz, kirman çevirir, yün dokur.
Yaylaya yaklaşınca, Yörük kabaardıcın kokusunu almaya başlar. Bilseniz ne kadar ferahlatır, huzur verir, güven verir insana. Yayla denince akla kabaardıç gelir. Yörük Kabaardıcın gölgesine bakar hemen oraya kuruverir çadırını.
Kabaardıç hayvanları da unutmaz elbette; bazen eğrek olur. Bazen ağıl olur, koyuna, keçiye, kuzucuklara. Atalar demiş ki; armut ağlatır, kavak kavlatır, söğüt söyletir, kabaardıç gölgesi başyayladır.
Yörükler dağların özgür çocuklarıdır. Ciğerlerine dağların temiz havası doldurur. Suyu pınarın gözünden içer. Keçinin sütünü, ineğin yağını, koyunun peynirini yer. Her şeyi kendisi ürettiği için başka şeylere pek gereksinim duymaz. Doğa anayı taptıkları için ağaçları korurlar. Ateş yaksalar çevrelerine zara vermesin diye dikkat ederler.
Osmanlı yörüklere dağlardan indirmek ister. Dağda vergi almak zordur. Düze indirip tarlasında ürettiğini toplamadan elinden alacaktır. Fermanlar yazılır. Direnir yörükler. Dadalıoğlu: “ Ferman padişahın, dağlar bizimdir,” der. Ne yazık ki dağlar yörüksüz kaldı. Dağlar üzgün, yörük üzgün…
Dağdan inan yörükler önce köylere yerleşti. Çocukları okudu, memur oldu. Yörük çocuğu şehirli oldu ama gensel özelliklerini hep taşıdı. Bu kez göçler deniz kenarına, yazlıklara yapılmaya başladı. Dağlar boş kaldı.
Aç gözlü vurguncular, otel, motel yeri açmak için ormanları yaktılar. Kurdu, kuşu yandı cayır cayır… İnsanlar insanlığından utandı…
Etem ORUÇ
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.